Berlin’de örgütlü olan Devrimci Mülteci Hareketi’nin, genel olarak mültecilere ama özel olarak da Berlinli mültecilere yönelik Almanya’nın gerçekleştirdiği insanlık dışı uygulamaları protesto amaçlı demokratik direnişe karşı Berlin polisi büyük bir saldırı gerçekleştirdi. Direnişi kırmak amacıyla mülteci çadırlarına yönelik gerçekleştirilen bu polis saldırısı, tartışmasız olarak bir insanlık suçudur.
Berlin polisinin gerçekleştirdiği acımasız saldırı, ülkelerini terk etmek zorunda kalmış insanların yaşadıkları büyük acılara yeni acılar eklemenin dışında, evrensel insan haklarına yönelik umutları da bir kez daha bir bilinmezliğe doğru ötelemiştir.
«««
Bildiğimiz gibi, mültecilerin, birçok sözleşme ile uluslararası alanda hukuken korunmaya alınmış olan hakları, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin dört maddesine dayandırılır:
“Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 3: Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 13: Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
Madde 14: Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.”
Oysa Almanya’da yaşamak zorunda kalan mülteciler, devlet zoruyla insan onurunu zedeleyen bir yaşam ilişkisine itilmektedirler. Evrensel bildirgelerde söz konusu edilen özgürlüklerden, serbest dolaşım hakkından, kendi yaşamını kendisinin üretebilme olanaklarından yararlandırılmadan, potansiyel suç kaynağı olarak tanımlanıp, toplumdan bütünüyle tecrit koşullarında yaşamaya zorlanmaktadırlar. Bu koşullar mültecilerde birçok somatik ya da psikosomatik hastalıklara neden olmakta; kendi yaşamlarını kendi üretimleriyle sürdürmelerine olanak verilmediği için, toplumdan kopuk, asalak kimlikler oluşturmalarına neden olunmaktadır. Onlar, kapitalist-emperyalist sistemin ürettiği krizlerin gerekçesi, sistemin yarattığı kriminalitenin faili, sisteme karşı potansiyel tehlike olarak sunulmakta; tanımlanamaz öcüler olarak toplumun karşısına konulmaktadır.
Almanya’ya sığınmak zorunda kalan mültecilerin bir kısmı, Devlet’in insan onurunu zedeleyen uygulamalarını protesto etmek için 18 ay önce Würzburg’dan başlayan 600 kilometrelik bir yürüyüş gerçekleştirmişlerdi. Bu yürüyüşe rağmen seslerini hukuk çerçevesinde ilgililere ulaştıramayan mülteciler, Berlin’de Oranienplatz’daki çadırlara yerleşerek, seslerini ilgililere duyurabilmek için mücadelelerini sürdürmeye devam ettiler. Yaşanan sorunlara yönelik çözümler üretebilmek amacıyla Eyalet Senatosu’yla görüşmeler sürerken, polis, tam bir terör estirerek bu demokratik eylemi bastırmaya yönelik bir operasyonla çadırlara saldırdı.
Direniş halindeki mülteciler, Berlin’de yaşadıkları insanlık dışı uygulamalara yönelik kamuoyunda bir duyarlılık yaratmaktan öte bir amaca sahip değillerdi. Oysa devlet bunu bile çok gördü ve polis zoruyla bu demokratik mücadele girişimini bastırmak istedi.
Mültecilere yönelik olarak uygulanan ırkçı ve aşağılayıcı politikaları, sağlıksız kamp koşullarını teşhir etmek isteyen direnişçiler, gasp edilmiş olan ülke içinde serbest dolaşım hakkının mültecilere iadesini, yiyecek kuponu uygulamasının kaldırılarak bu konuda insan onurunu koruyan uygulamaların getirilmesini, mültecilerin de kendi emekleriyle yaşamlarını sürdürebilmeleri için çalışma haklarına kavuşturulmasını istemektedirler. Onların taleplerinin özeti, “insana yaraşır bir yaşam her insanın hakkıdır” olan bir adalet anlayışından öte bir istek içermemektedir. Sığınmak zorunda kaldıkları bu topraklarda kendinden menkul tanımlara sahip olarak “terörist” yani “tehlikeli mahluk” olarak konumlandırılışın bilinen bütün hak bildirgelerine aykırı bir tutum olduğunun altı çizilmelidir.
Devrimci Mülteci Hareketi, yenilenmiş olan Avrupa Parlementosu’nda mülteci taleplerinin görüşülmesi için, Brüksel’e, yaklaşık 30 gün sürecek olan demokratik bir yürüyüşü planlamaktaydı. Ne var ki, böylesine demokratik bir eylem bile, özgürlükleri gasp edilmiş olan mültecilere yönelik sınırlandırılmış hareket alanı uygulaması nedeniyle, onları, kendi hakları için yapabilecekleri en demokratik ve etkili bir eylemden bile mahrum bırakmaktadır. Bu nedenlerle Berlin Devrimci Mülteci hareketi, direnişini açlık grevi olarak sürdürmek kararı aldı.
Bugün, insan haklarından, demokrasiden, adaletten söz eden her birey, Berlin polisinin mülteci çadırlarına yönelik gerçekleştirdiği bu saldırıları kınamalıdır. Onların haklı talepleri yanında durmak her devrimcinin, demokratın, ya da siyasal düşüncesi ne olursa olsun sıradan insan hakları savunucusunun kendi öz sorunu olmalıdır, olmak zorundadır.
Taleplerin kamuoyuna taşınması, bu direnişle aktif dayanışmanın gerçekleştirilmesi bir insan hakları dayanışmasıdır.
Avrupa Sürgünler Meclisi, bütün mültecileri aşağılayan, ama bir bütün olarak insanlığın onurunu zedeleyen bu saldırıyı protesto etmektedir. Onlar, Berlin Devrimci Mülteciler Hareketi ile açık dayanışmasını kamuoyuna ilan eder ve bu doğrultuda desteklerin bu direnişe aktif olarak katılımını talep eder.
690 kez okundu.