Sürgün insanın iradesi dışında ülkesinden, doğduğu coğrafyadan, bağlı bulunduğu topluluktan uzaklaştırılmasıdır. İnsanın sevdiklerinden, yaşadığı ortamdan, renklerinden kokularından, bir bütün olarak onu bu güne getiren tüm faktörlerden ayrılarak hiç tanımadığı başka bir yerde yeniden kök tutmak zorunda kalması kolay değildir. Sürgünü yaşamak korkunçtur.
İlerleyen zamanda doğup büyüdüğünüz yerle aranızda tamiri imkansız büyük bir gedik açılır. Dilini ve yaşam külrürünü tanımadığınız, bilmediğiniz insanların arasında yaşamak zorundasınız, Onlara geldiğiniz yerde yaşanılan mücadelenizi anlatmak duymayanlara duyurmak zorundasınız. Acak böyle yeniden varolabilirsiniz. Kadın sürgünseniz eğer bu gereksinimleri tüm benliğinizde hissedersiniz. Mücadelenizi ata erkil sistemin yerleşik kurumsal alanlarını zorlayarak değişim, dönüşüm ve gelişim sürecinizi devam ettirmek amacınızdır. An be an süren bir uğraşıdır bu.
Sürgün geniş bir tanım. Çünkü kendi yurdunda kendi çevresinde kendi ortamında da sürgünü yaşayanlar vardır.. Bu geniş tanımlama içerisinde düşündüğümüzde müzmin muhaliftir sürgün. Ortama ve yolunda gitmeyen her şeye muhaliftir. İktidara muhaliftir, topluma muhaliftir. Geleneklere, göreneklere ve tüm bağnazlıklara muhaliftir.
Alışılmışın kör bağlarıyla bağlanmayan her kimse sürgündür aynı zamanda. Onların sürgünlükleri bir ülkeden bir başka ülkeye sürgünlükten ziyade uyum sağlayamadıkları toplumun kendisinden sürgünlüktür. Kendi yurdundan bir kilometre uzağa ayrılmamış insanlar da kendi içlerinde aynı sürgünlük durumunu yaşarlar. Çünkü bizden öncekilerin dedikleri gibi ‘’düşünen insan her zaman sürgündür.’’
Biz yurt dışında yaşamak zorunda kalan ‘’yersiz yurtsuz’’ların durumu biraz önce bahsettiğim bu iç sürgünlüklere oranla daha bir ağırdır. İki farklı kültür arasında kendinizle barışık yaşamak zorundasınızdır. Konum olarak iki ara bir derededir sürgün. Yıllar geçtikçe ayrıldığı ülkesine de yabancılaşmıştır. Belleğini korumak zorundadır; bu onun yaşama tutunabilmesi için çok önemlidir. O nedenle onun geçmişi aynı zamanda da geleceğidir.
Yaygın olarak inanılanın aksine sürgün olma ve sürgün kalma durumu bir ayrıcalıktır. Özellikle yazarlar açısından bu durum zamanla kendi kendini sürgün durumuna dönüşebilir. İrade dışı sürgünlük; yaratıcı uluslararası etkinlik ve entellektüel üretim için avantaj olarak değerlendirilebilir ve seçilmiş bir varoluş alanına dönüşür her zaman. İnsanın içinde yaşadığı koşullar, çelişkileri ve sürgünlük durumu, onun duygu ve düşünceleri edebiyatta da kayda değer bir yer edinmiştir. Edebiyata yeni bir duyarlılık katmıştır. Dünyanın ve ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük yazarları, şairleri, ressamları en ünlü eserlerini sürgünde verdiler.
Yalnızlıktır sürgün. İşte bu yalnızlık sürgün edebiyatını besleyen bir yalnızlıktır. Bu durum sürgündeki yazara kendi üzerinde derinleşme ve sorgulama fırsatı tanır. Kendi kendisi ile barışık bir yalnızlıktır. Halbuki bizleri sürgünde yaşamaya mecbur edenler kendi içimizde yabancılaşarak, belirgin bir kişilik bozukluğu yaşayalım ve sürecin sonunda onlara biat eder hale gelelim istiyorlardı.
Bizler hiç de tesadüfen savrulmadık buralara. İşte bunu halklarımıza kanıtlamak, gerçekleri, egemenlerin tüm kirli ilişkilerini bütün çıplaklıkları ile ortaya koymak görevimizdi. 12 Eylül kendi edebiyatını yarattı. 12 Eylül sürgünleri üzerinde de birçok kitap yayınlandı. Ama bana en çok anlamlı gelen bu sürecin aydın gözüyle kapsamlı bir değerlendirilmesinin yapılmasıdır. Büyük acılar, büyük yıkımlar yaşadık. Bedeller ödedik ve ödemeye de davam ediyoruz. Devrim, demokrasi ve insanlıktan yana olan herkes bu süreçten zarar gördü.
Sürgünde mücadeleci kadın olarak varolma mücadelesi de bu kapsamda değerlendirildiğinde bir anlam taşıyacaktır. Çünkü bizler de sürgün yaşamına erkek arkadaşlarımız, eşlerimiz ve çocuklarımızla eşit koşullarda savrulduk. Ait olduğumuz mekanlardan, topluluklardan yolunda gitmeyen her şeye, ataerkiye dayanan adaletsizliklere karşı çıktığımız için ayrı düştük. Zülme ve adaletsizliğe karşı mücadele edenlerin yaşamı hiç bir zaman kolay olmamıştır.
Ülkede cezaevi yerine sürgünde yaşamayı tercih eden bir kadınım. Kapitalist sisteme karşı mücadelemde kadın olma bilinci ve kimliğimi yurt dışındaki mücadelemden edindim. Seksenli yilların sonları ve doksanlı yıllarda katıldığım toplantılar ve ululararası kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerim kadın bilincimi yükseltmemde çok etkili oldu. 1995 Pekin Kadın Konferansına gazeteci olarak katıldım. Orada çeşitli uluslardan 30.000 kadın biraraya gelmiştik.Kadınlarla yaptığım röportajlarda sorunların benzerliği dikkatimi çekmişti..
Bir süre yaklaşık sekiz yıl Kürt basınında gönüllü gazeteci olarak çalıştım. Biri Kürt sorununu biri de Alevi sorununu işleyen röportaj kitaplarım olmak üzere iki de öykü kitabım vardır. Sürgün yaşamında mücadelede karşılaştığım kadınlarla aramda farklılıklardan ziyade benzerliklerin çok olduğunu gördüm. Avrupa toplumlarında da binyıllardir süregiden ataerkilliklerin şu dönemde bile bir kat daha inceltilmiş olarak sürdürülmeye çalışıldığını gözlemekteyiz. Ancak kadın mücadelesinin gelmiş olduğu düzey öncekilerdin kat be kat daha ileridedir. Toplumsal yapıları sarsan etkileriyle en azından mücadeleyi sürdüren kadın ve aile ekseninde içselleşmiş olarak devam ediyor.
Bilinçlenmeyen kadın değiştiremez. Dilini ve kimliğini kadın bakış açısıyla yeniden oluşturamayan kadın sistemle mücadelede yol alamaz. Bizler için bu durum mücadelede yaşam alanına dönüşmüştür.Susmadan, korkmadan ve vazgeçmeden .
Konuya bir örnek verirsek;
^Şehbal Şenyurt Arınlı Türkiye’nin ilk kadın kameramanı olarak biliniyor. Kendi sorgulamalarını mücadeleye dönüştürerek ülkesinin en kritik dönemlerine nefes aldırmış başarılı bir belgesel yapımcısı. Sistemle mücadele etmeyi daha gazetecilik yıllarında, haber arkasında kalan insan öykülerinin gerçekliğiyle öğrenmiş. Kadın rengini ve bakış açısını kadrajına alıp her hayattan bir film yaratmış, her bir filmi ile tarihin belleğine bir not düşmüş.
Bugün ise Şehbal, bir mücadele olan yaşamına, ezilenlerin deneyimlerini öyküleyerek, kadrajlayarak Almanya’da devam ediyor.
Sürgün edilmeden önceki son 7 yılım Türkiye ve Kürdistan’da halkların barışa olan ihtiyacına cevap arama çabaları ile geçti. Bütün barış eksenli yürütülmüş çalışmalar suç unsuru olarak görüldü. Cizre, Sur… Devlet yine eski refleksleriyle topyekûn bir halkı yok etmeye yöneldi. Katliamlar, gözaltılar, tutuklamalar… Aslında sürgün yolu o zamandan görünüyordu, çünkü barış için yaptığımız çalışmalar devleti yıkma başlığı altında iddianamelere dönüştürülmüştü çoktan. Kobanê olayları sırasında kısa bir süre gözaltına alınmıştım zaten. O sıra “ben bu adamların iki dudağı arasındaki kararlara teslim olmayacağım” diye aklımdan geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonra tekrar gözaltına alındım ve yargılanmaya başlandım. Dosyalarımızda gizlilik kararı vardı, avukatlarım dahi neden gözaltında olduğumu öğrenememişti. 2011 yılında yapmış olduğum tek bir konuşmadan dolayı gözaltına alındığımı daha sonra öğrendim. Yalnızca kendi düşüncemi ifade etmiş olmanın sonucu olarak gözaltına alınışım gelecek adına hiç iç açıcı değildi. “Kim bilir bizleri daha neler bekliyor” diyerek, ülkeyi terk etme kararı aldım.
Mücadele her yerde mücadeledir. Dünyanın neresinde olursa olsun bizleri susturamazlar. Bizler bir şekilde yapılan haksızlıkları dillendirme, aktarma çabasını her yerde sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz. Ben kişisel olarak, yalnızca, Türkiye’deki yürütmüş olduğum mücadelenin son noktasına gelmiştim ve farklı biçimlerde devam edebilmek için yurtdışına çıktım.
Almanya’ya geldiğimde burada uzun süre kalmanın yollarını ararken çeşitli yapılara başvurmuştum. PEN Almanya hemen destek oldu ve burs aldım.
Üç yılı aşkın bir süredir sürgündeyim. Elbette ben de sürgün yaşamının çok ağır bir süreç olduğunu söyleyeceğim. Ülkede olan bitenleri takip ederken çoğu zaman nerede olduğunuzu bile bilmiyorsunuz, gece uyandığınızda kısa bir süre nerede olduğunuzu bile algılayamıyorsunuz, Türkiye’de mi, bir başka ülkede mi… böylesi garip bir duygu. Bir yanıyla parçalanmışlığı yaşarken diğer yanıyla bulunduğunuz yerde sağlam durup sözünüzü söylemenin donanımlarını kazanma mücadelesine giriyorsunuz. Yaşadığınız coğrafyanın dilini konuşmak gibi, bulunduğunuz ülkeyi tanımaya çalışmak gibi, yapılarını, kurumlarını, politikalarını öğrenmek gibi… Yaşananları duymayanlara onların diliyle anlatabilmek gibi…
Şimdilerde ağırlıklı olarak edebiyata yoğunlaşmış bulunuyorum, diğer mücadele alanlarımla beraber yazmaya odaklı bir yaşamım var. PEN’in desteğiyle Terezia Mora ile mektuplaşmamdan oluşan bir kitabım yayınlandı. “Sürgün Güncesi” kitabımı ve bir “novella” tamamladım ve şu an yayın evinde. Almanya’daki dergilere yazmaya ise devam ediyorum. Çeşitli etkinliklerde konuşmalar yapıyorum, politik mücadele elbette ki devam ediyor. Öte yandan sadece Türkiye değil, diğer göçmen — sürgün halklarla dayanışma çalışmalarına da katkı vermeye çalışıyorum. Antidemokratik ülkelerin sürgünleri olarak sorunlarımız ortak. Bu nedenle enternasyonalist dayanışma büyük önem taşıyor.
Sürgün yalnızca bizlere ait bir kimlik değil.
Yaşamımdan çıkardığım ve sürgün hayatımla pekiştirdiğim gerçek, arayışı içinde olduğumuz cevaplardan ziyade, her yeni koşulda, sürekli değişen ve dönüşen soruların varlığı.”
Bütün bir yaşamı mücadele içinde ve sorularına cevap arayarak geçen Şehbal’in son cümlesinde vurguladığı gibi, her yeni koşulda yenisiyle karşılaştığın sorulara cevap aramanın gerçekliği ile devam eden bir mücadelenin yegane yolu elbette ki dayanışma içinde olmak.
Bunun içindir ki Şehbal Şenyurt Arınlı “Bir kenti tanımak… Kendini yeniden tanımak…” adlı yazısında mücadelesini şöyle özetliyor;”
“Belki binlerce kez, binlerce örnekte yaşandığı gibi; şimdi, isimler, yerler değişti… Ama direnmenin, haksızlıklara karşı dayanışmanın gücü her daim baki!”.*Göçün Türkiyeli Kadınlar Üzerine Etkileri- Almanya Örneği* Eda Özyurt
Bir başka örnek;
Sürgün ve mücade arasında Aisha
Aisha Daale Djibouti asıllıdır. Ülkesindeki diktatörlüğe ve askerlerin dokunulmazlığına karşı mücadele ediyor. Bu askerler tecavüzü bir savaş silahı olarak kullanıyorlar. Kadınların cinsel organlarına zarar veriyorlar. Bu konuda kadınların sağlığı çokça etkileniyor.
Kendi ülkesinden çok uzun süredir sürgün olan Aisha halen kendi mutlu çocukluğunu anlatırken gözleri doluyor:
Aynı zamanda Aisha ülkesindeki kadın sünnetlerine de karşı mücadele eden bir kadındır. Kendisi de yedi yaşında sünnet edilmişti. Çekilen acıları ve kanı hatırlıyor. Etrafta kol gezen ölümleri hatırlıyor. Babası barbar ve ataerkil geleneklere karşıydı. Toplum bakısına karşı duramamıştı.Babam aslında ilerici bir insandı. Bizlerin bağımsız olmamızı istiyordu. Bütün kızlarını okuttu diyor..
Aisha on yedi yaşında lisedeyken birinci Afrika Kadın Sünnetlerine Karşı derneğini kurdu. Kendisini toplumda geri zekalı deli olarak görüyorlardı. Çünkü bizde Afar toplumunda bu tür geleneklere saldırmak bir tabuydu diyor. Lisede başlattığı mücadelesini haklı bularak onunla birlikte hareket eden çok sayıda taratar topladi. Bir diğer mücadelesi de tecavüzcü askerlere karşıdır. Askerlerin Afar kadınlarına karşı yaptıklarını deşifre etmek. Bu mücadele cezaevine girmesine ve 1998’de ülkesinden sınırdışı edilmesine sebep oldu. Aisha bu suçları Uluslararası Mahkemelerde teşhir etti. Bunların biri de katıldığı 1995’de birinci Uluslararası Pekin Kadın Konferansinda yaptığı anlatımlar oldu. Yakın bir tarihte de 2012’de Birleşmiş Milletlerde bu konuda ikiyüzden fazla Afat kadınının dokunulmazlığı olan askerler tarafından tecavüz edildiğini duyurdu. Bu açıklamalar kendisi için çok tehlikeli oldu. Doksanlı yıllarda Etiopya’da çocukların okula gidebilmesi için çalışıyordu.. 27 Eylül 1997’de Djibutiye sınır dışı edildi. Rejim onu Djibutili Askerlere karşı saldırıdan sorumlu gördü. Asıl suçu uluslararası arenada tecavüzleri açık etmek olmuştu.: Bu süreçte henüz üç aylık hamileyken cezaevine girdi. Orada insanlık dışı muamelere şahit oldu. Birkaç ay cezaevinde kaldı. Daha sonra uluslararası organizasyonların kendisi lehine yaptığı propagandalar sayesinde hayatta kaldı..Doğumundan bir hafta önce ülkeden kaçar ve fransaya gelerek iltica eder.
Bugün burada hala mücadelesine devam gediyor. Bu kadar sure Fransada yaşadıktan sonra kadının durumu nedir diye sorduğumuzda kendisi gizemli bir şekilde güldü ve cevabı şu oldu: “Kadının onuru için mücadele hiçbir yerde baştan kazanılmamıştır”.
**Yararlanılan kaynak
Yukarıdaki iki örnektede görüldüğü gibi birbirlerinden kilometrelerce uzakta yaşayan ve benzer statülerdeki mücadeleci kadınlar açısından sürgün geliştirici bir rol oynamıştır.
57 kez okundu.