Teslim Töre
Suriye ve Orta doğu sürgünleri devreye girince artık sürgünlük kavramı da, sürgünlük için mücadele yöntem ve edebiyatı da değişti. Yaratmış olduğu acılar, çiğnemiş olduğu insani değerler, yakıp, yıkmış olduğu haneler, söndürmüş olduğu ocaklar itibarı ile biz siyasi ya da ekonomik nedenle sürgün konumuna düşenleri gölgede bıraktı. Dolayısı ile sürgün kavramına da sürgün olanlar içinde sürgün kabul eden ülkeler içinde sürgünlük politikasını köklü bir şekilde değiştirdi. Sürgünlük sığınmacılığın ötesinde ahlaksızca, insafsızca, terbiye ve edep duvarlarını aşan bir ekonomi politika boyutu kazandı. Sürgünlük, ülkesinden siyasal ya da ekonomik nedenlerle zoraki ve/ya gönüllü olarak kopmak, yasal ve karşılıklı kabule dayalı olarak barınacak bir ülke aramak ve başvurmak, söz konusu ülkenin de kabul etmesi ile başlayan bir serüven olmaktan çıktı. Politik boyutu ile dünyanın gündemine oturan, bir dünya sorunu olmaya başlayan, ekonomik olarak ta üzerinde milyarlarca AURO ile pazarlık yapılan bir olgu haline geldi. Doğal olarak sürgünlük eski halinden ayrıldı eski mecrasından çıkmış oldu. Dolaysı ile de sürgünlüğe yönelik sürgüler politikası da eskisinden farklı bir boyut kazandı.
Sürgünlüğün kazanmış olduğu boyut, bizim Avrupa Sürgünler Meclisinin üstesinden geleceği, kapsamı içine alacağı bir boyutu çok ama çok aştı. Hem ekonomik, hem politik ve hem de mücadele kapasitesi bakımından ASM’ nin boyunu çok aştı. O nedenle mevcut hali ile ASM’ nin bir bütün olarak sürgünler sorununu tümü ile üstlenmesi olanaksız. Ya da bu yeni sürecin yükünü de yüklenmeye kalkması ASM’ nin tonajını çok aşar. Evet ASM’ nin nicel gerçekliği bu, fakat nitel gerçekliği insan ve insani değerler bütünüdür. Nicel gücünü aşıyor diye sürgünlerin mevcut dramına seyirci kalamaz. ASM’ nin nitel değeri olan insani değerle bölümünde mevcut sürgünler sorununa politik olarak müdahil olmak durumundadır. Sürgünler politikasının kapsam alanını genişletmek, içeriğine ekler yapmak, diplomatik ilişki alanını genişletmek, gerekirse lobi faaliyeti başlatmak, enternasyonal dayanışma çabalarını artırmak gerekir. Tabi ki mevcut sürgünler olgusu nicel gücümüzü aştı fakat insani değerlerimizi değil. ASM mevcut arenada bu iki faktöre denk bir konum yaratmak durumunda. Hem İçinde hem de, fakat hem de muhalif bir konum yaratmak durumunda.
Özellikle de ASM üye ve yönetiminin tümünün Türkiyeli, kurulduğu ve faaliyet göstermiş olduğu ülkelerin AB ülkeleri olması, Suriyeli göçmenlerin Türkiye ve AB tarafından metalaştırılma ya çalışılması ASM’ nin daha çok sorumluluk duyması ve daha çok sorumluluk almasını zorunlu kılıyor. Bu somut olgular nedeni ile ASM ne ilgisiz kalabilir fakat ne de bu ağır yükün altına girebilir. O zaman kaçınılmaz olarak içinde imiş gibi bir konum, fakat AB ve Erdoğan devletinin Suriyeli sürgünlerle ilgili yapmış oldukları pazarlıkla sürgünleri metalaştırmaya çalışmalarına karşı mücadele etme yöntemini geliştirmek gerekir. İnsani bir sorun olan Sürgünlük AB ve Erdoğan devleti tarafından yapılan pazarlıklarla metalaştırılarak, paraya tahvil ediliyor. Marks’ ın “burjuvazi gölgesini satamadığı ağacı keser” dediği gibi AB ve Türkiyeli iş birlikçileri Suriyeli sürgünleri ya birbirlerine satarak metalaştıracaklar ya da şimdiye kadar yaptıkları gibi denizlerde boğulmalarını sağlayacaklar. Bunlar teorik ya da politik tespitler değil, Ala Bebek gibi gün be gün yaşarken yüzlercesini görmüş olduğumuz somut gerçeklerin verileridir.
AB ve Erdoğan yönetimi tarafından göz göre göre yapılan şey: Ala Bebek ve sonu onun gibi olan yüzlerce sürgünün ölü ve dirilerini paraya tahvil etmektir. Erdoğan amacına varmak için eline geçen her olanağı kullanırken Makyavel’ e bin kere rahmet okutacak yöntemler izliyor. Suriye politikası ABD askerinin nin Türk askerinin başına geçirmiş olduğu çuvalı gibi Erdoğan’ ın başına geçti. “Eset git” diye küstahlık yaparken, Esat’ ın hince politikası sonucu Putin bir hışımla Suriye’ ye girdi, Erdoğan’ ın Suriye de beslediği, onlar kanalı ile Emevi Camisinde namaz kılmayı planladığı “Bayır Bucak Türkmenleri” , El Nusra, IŞİD gibi Erdoğan’ ın bütün dayanaklarını yıkıp, dağıttı. Erdoğan zevahiri kurtarmak için, aslında Putin’ in bir yem tuzağı olarak sunduğu Rus savaş uçağını düşürdü. Bundan sonra Erdoğan sadece Suriye içinde besleyip, kendine dayanak yaptığı sürüleri kaybetmekle kalmadı, karadan ve havadan Suriye topraklarına geçme olanaklarını da kaybetti.
O nedenle dünkü partneri olan, fakat AB, ABD ve Rusya gibi küresel aktörlerin baskısı ile ilişkisini keserek bozuşmak zorunda kaldığı IŞİD’ in karşısında bile eli kolu bağlı kaldı. IŞİD canlı intihar bombacıları ile Türkiye de Turistlere eylem düzenleyerek, dünkü dostu Erdoğan’ a darbe üstüne darbe vuruyor. Kilis’ i hedef alarak her gün roket yağmuruna tutuyor. Erdoğan devleti buna karşı hiçbir şey yapamıyor. Her gün her konuşmasında PYD’ ye “terörist” diyerek hakaret eden Erdoğan IŞİD’ n kendisine karşı açmış olduğu savaş karşısında bakakalıyor. Kilis halkı “bu nasıl şey” diye isyan ediyor. İsyan eden Kilislileri gaza suya boğduruyor, ama IŞİD’ i eli koynunda seyrediyor. Kendi halkına enzahur kesilirken gözüne parmağını sokan IŞİD karşısında çaresiz kalıyor. Öyle ki Erdoğan’ ın basın sözcüsü İbrahim Kalın basın mensuplarının Kilise atılan IŞİD roketleri ile ilgili soruları karşısında “tesadüfen düştüler” diyerek IŞİD’ i aklamaya çalışıyor. Erdoğan izlemiş olduğu Suriye politikası nedeni ile düşmüş olduğu utanç verici durumunu bile paraya tahvil etmeye çalışıyor.
Suriye politikası tümü ile çöküp, Suriye tümü ile elden gidince geriye değerlendireceği, kendisinin de önemli katkıları ile sürgüne düşmüş olan Suriye’ li göçmenlerden yararlanmak kalıyor. Şimdi onu yapıyor. Suriye’ li göçmenleri hem AB’ ye hem de Alevilere karşı kullanmaya başladı ve kullanmaya devam ediyor. “Otobüslere, uçaklara bindirir AB’ ye gönderirim” diyerek AB ye yelkenleri indirtti. AB yetkilileri Merkel’ le birlikte Türkiye ye gelip, göçmen çadırlarını gezdikten sonra yaptıkları basın açıklamasında Türkiye’ ye övgüler dizdiler. Türkiye ile olan ilişkilerinden ne kadar “gurur” duyduklarını söylediler. Birlikte basın mensuplarının karşısını çıktıkları Davutoğlu efelenirken AB yetkilisi ve Merkel ellerini ovalar konuma düştüler. Tabi ki onlar
Davutoğlu’ n dan değil Suriyeli sürgünlerden korkuyorlardı. Sinip silikleşmelerine Suriyeli sürgünlerden kaynaklıydı. Ama Erdoğan devleti kendinin de AB’ li yöneticilerinin de neden olduğu sürgünler AB ile Erdoğan devleti arasında siyaset malzemesi olarak değerlendiriliyordu.
Erdoğan devleti hem sürgünlüğü AB’ ye 6 milyar dolara sattı, hem de sıfırlanmış olan itibarını yeniden yöneticiler düzeyinde ikiyüzlü sahtekârca olsa da kazanmaya çalıştı. AB’ de Erdoğan’ a vermiş oldukları 6 milyar dolar karşılığı Suriyeli sürgünlerden kurtulmuş oldular. Suriyeli sürgünler her iki tarafında kendi çıkarları için kullandığı siyasi malzeme haline getirildi. Oysa Suriyeli, aslında sadece Suriyeli değil: Arap dünyasının bütün sürgünleri AB ve Erdoğan’ ın çirkin politikalarının sonucu olarak oluşmuştu. Arap dünyasının sürgünlerinin tümü Arapların değil global kapitalizmin bir icadı olan “Arap baharı” nın bir ürünüdür. “Arap baharı” adı altında çıkartmış oldukları iç savaşlarla evlerini yıktıkları, başta petrol olmak üzere yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koydukları Araplar eşyanın doğası gereği sürgüne düştüler, sürgün hayatı yaşıyorlar. Yaratmış oldukları insanlık dramı sürgünlükleri şimdi de metalaştırıp, çıkar malzemesi yapıyorlar. Dolayısı ile de insan gibi insanların önüne insani değerler için mücadele görevi koyulmuş oluyor.
68 kez okundu.