GÖZALTINDA KAYBETME İNSANLIĞA KARŞI İŞLENMİŞ SUÇTUR! ZAMANAŞIMINA UĞRAMAZ!

Sakine Toraman

 

482529_512032085516590_1958866978_n

 

 

 

 

 

 

 

 

Biz kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları devlet eliyle kaybedilmelere karşı yıllardır sürdürdüğümüz mücadelemize bu yıl yine düzenlen Uluslararası Kayıplar Haftası etkinlikleriyle devam ederken, yüreğimiz feryatlar içinde bir kez daha taleblerimizi haykırıyoruz: Kayıp Canlarımızı istiyoruz! Kayıplarımızın akıbetini araştırıp açıklayın! Sorumlular, insanlığa karşı işledikleri suçtan yargı önüne cıkarılıp cezalandırılsın! Kayıp insanlarımız devletin güvenlik güçleri mensupları tarafından katledilip kaybedilmişlerdir. 1980 askeri faşist cunta döneminde tanık olduğumuz gözaltında kaybetmeler, özellikle 1990’ın ilk yarısında T.C.’nin her türlü siyasi muhalefeti sindirmek için yoğun bir şekilde uyguladığı, döneme damgasını vuran bir devlet terörü metoduydu. Bu durumda zanlı Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Zan altında olan bu devletin yıllardır şeffaflık ve demokratikleşme vaadleri veren bugünkü Hükümeti, işlenen bu insanlık sucunun üstüne gidip kayıp yakınlarına ve de topluma karşı sorumluluğunu ve görevini yerine getireceğine, halen uyguladığı TCK (Türk Ceza Kanunları) ile kayıpların akıbetlerinin araştırılması, açıklanması ve faillerin bulunup cezalandırılması önünde engeller oluşturmaktadır.

Gözaltında kaybedilme, insanlığa karşı suçlar kapsamına alınmayıp adam öldürmek suçuları için yürürlükte olan 20 yıllık zamanaşımı uygulamasına tabi tutulmaktadır. TCK 77. maddesi derki; siyasal, felsefî, ırkî veya dinî nedenlerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak, kasten adam öldürmek, işkence yapmak, özgürlüğünü gasp etmek insanlığa karşı suçu oluşturur ve zamanaşımına uğramaz.
Gündüz gözüyle sokak ortasında adam kaçırmak, gözaltına aldığı insanları işkence yaparak öldürüp kaybetmek nasıl planlanmadan yapılabilir? Gazete maşetlerinde bir dönem eksik olmayan kaybetme olaylarını, bir kaç polis ve ya asker kendi başlarına mı karar verip gerçekleştirmiştir? Devletin emri ve sistemli, planlı uygulaması olmasaydı, ülkenin bir ucundan bir ucuna sayısı nerdeyse bini bulan kaybetme olayı yaşanır mıydı! Gözaltında işkence ve kaybedilmeler sistemli uygulanmadı mı Türkiyede! Kaybedilenler kimlerdi? Sosyalist, komunist düşünceyi savunanlar ve ağırlıklı olarak da kendi hakları için mücadele veren Kürtlerdi. Siyasi görüşleri ve etnik kökenlerinden dolayı kaybedilmediler mi bu insanlarımız! Nasıl oluyor da devletin gözaltına aldığı insanları kaybetmesi, isanlığa karşı işlenmiş suçlardan sayılmıyor? Devlet eliyle kaybetme büyük bir suçtur, hem de insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçlardan biridir!
Türkiye, işkencenin yasaklanması ve bu suçu işleyenlerin cezalandırılması hükmünü de içeren AİHS’ne imza atmasına rağmen, TİHV Genel Sekreteri Bakkalcı’nın aşıklamasına göre son iki yılında sadece kendilerine 1000 civarında gözaltında işkence ve kötü muameleden başvuru olmuş. Bu zaman zarfında kendi tespitlerine göre 444 işkence maduru bulunmaktadır. Gözaltında kaybedilen insanlarımız da ağır işkenceler yapılarak katledildiler. Hasan Ocak kimsesizler mezarlığında bulunduğunda, kendisine ağır işkenceler yapılığı Adli Tıp tarafından da rapor edilmişti. Bu durumda, AİHS’nin 3. Maddesi’ne göre hem kaybedilen hem de kayıp aileleri insanlık dışı muameleye maruz bırakılmıştır. Türk Devleti imza attığı sözleşmeleri yerine getirmekle yükümlüyken, bir iki vaaka dışında, işkencecilerin yargılanmaları bir yana halen görevlerine devam etmektedirler. Büyük tepkiler amasına rağmen tesçilli işkenceci Sadet Ay’ın İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’ne başkan yardımcısı yapılması örneğinde olduğu gibi bazıları da üst görevlere atanarak bir de ödüllendirilmektedirler. İşkence insanlığa karşı işlemiş bir suçsa, neden işkencecilere dokunulmuyor?
1980’de gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın işkencede öldürüldüğüne, davayı araştıran TBBM İnsan Haklarını İnceleme Komusyonu tarafınadan kanaat getirildiği için Savcılık iki yıl önce soruşturma başlatmıştı. Komisyonun çok kapsamlı ve ayrıntılarıyla hazırlanmış olduğu 350 sayfayı bulan raporunda işkencecilerin adı defalarca bir çok tanığın ifadelerinde belirtilmesine rağmen, Savcılık soruşturmayı bitirmediğinden dolayı halen dava açılmamıştır.
Diğer yandan 1991 yılında evinin önünde kaçırılarak kaybedilen kardeşim Hüseyin Toraman’ın davasının zamanaşımına uğrama riski nedeniyle TİHV çalışanlarından Everen Özer’in 2011’de İstanbul Cumhuriyet Savcılığın’a bilgi edinme amaçıyla verdiği dilekçe ihbar kabul edilerek Savcılık tarafından hazırlık soruşturması başlatmıştı. Savcılık bir kaç ay içinde ‘Tüm aramalara rağmen şüpheli bulunamadı.’ şeklinde açıklama yaparak ve zamanaşımı da gerekçe gösterilerek soruşturmayı durdurdu ve dava düşürüldü.
Kayıplar konusunda savcılık soruşturmalarının nasıl yürütüldüğünü, Kırbayır ve kardeşimin olayı açıkça gözler önüne sermektedir. Bu durum şu gerçeği ifade ediyor; devlet, işlemiş olduğu suçları kendi soruşturmamalıdır. Hakikate ulaşmak için, gözaltında kaybedilme ve faili meçhul cinayetleri araştıracak bağımsız komisyonlar oluşturulmalıdır!

Sözde demokratikleşme sürecini başlatan hükümet, kamoyunda 4. Yargı paketi olarak bilinen İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u yürürlüğe koyar koymaz Susurluk davasından 5 yıl ceza alan ve bir yıldır cezaevide bulunan Mehmet Ağarı tahliye etti. Kaybedilme olaylarının en yoğun yaşandığı 1990 – 95 yıllarında İstanbul Eminiyet Müdürü ve Eminiyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar gözaltında kayıpların baş failidir. ‘İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü’ diye adlandırılan kanundan nasılsa insan hakları düşmanları yararlanıyor. Bu Hükümetin ‘demokratikleşme süreci’ ne kadar inandırıcıdır!
Birleşmiş Milletler (BM) zorla kaybedilmeleri yasaklayan, bu suçu işleyenlerin cezalandırılması ve ailelerinin kaybedilenlerle ilgili bilgi edinme haklarını içeren Uluslararası Kayıplar Sözleşmesi’ni 2007’de imzaya açtı. Sözleşme bugüne kadar 90’ın üzerinde ülke tarafından imzalandı. Uluslararası çağırılara rağmen Türkiye Sözleşmeyi halen imzalamamıştır. Demokratikleşme ve barış sürecini başlattığını açıklayan Hükümet, işe ilk BM Kayıplar Sözleşmesini imzalayarak başlamalıydı!

Türkiye’nin vitrini niteliği taşıyan İstiklal Caddesi’nde her cumartesi ellerinde çocuklarının, eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin, dedelerinin resimleriyle kayıplarını arayan yakınlarının oturma eylemi, Türkiye gerçeğini buradan dünyaya sergilemektedir. Cumartesi Anneleri tüm toplumuna mal olmuştur. Analara yaşatılan bu acılardan toplumun vicdanı rahatsızdır.

Kayıpların ve faili meçhullerin akıbeti açıklanmadığı, sorumlular yargılanıp hak ettikleri cezalar verilmediği sürece, demokrasi ve barıştan sözedilebilir mi!? Barışmak için devletin kendi geçmişiyle ve gerçeklerle yüzleşmesi zorunludur. Ve devlet yetkililerinin, Canlarımızı katletikleri için, yıllardır biz kayıp yakınlarına tarifsiz acılar yaşattıkları için, hayatımızı mahvettikleri için bizlerden ve tüm toplumdan özür dilemeleri şarttır!!!
Kaybetiğiniz CANLARIMIZI istiyoruz!
Kuşaklar boyunca, bulana kadar arayacağız Canlarımızı!
Umudumuzu hiç yitirmeden, yüreğimizde sevginiz, özleminiz hep arayacağız sizi.
Ta ki bulana kadar! Kemiklerizi bırakmayacağız o leş kargalarına!
Siz katiller, hep peşinizde olacağız! Evlat acısı, öfkemiz zamanaşımına uğramıyor!
Bu toprakların tarihinde siz kirli bir sayfa, utanç sayfası olarak kalacaksınız!
Kaybetiğiniz CANLARIMIZI istiyoruz!
Kaybetiğiniz CANLARIMIZI istiyoruz!
Sakine Toraman
21.05.2013

448 kez okundu.

Check Also

Hollanda’da tutuklanan Sürgün gazeteci Serdar Karakoç için çağrı:

Hollanda’da tutuklanan Sürgün gazeteci Serdar Karakoç‘un serbest bırakılması için siyasetçiler, gazeteciler ve sanatçılar çağrı yaparak; …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir