DEMOKRASİYİ TÜRKİYE YE ERDOĞAN GETİRECECEK (!)

31-mayis-2013-taksim-gezi-parki-polis-saldirisi_505456Dünya Tarihi diye bir kitap okumuştum, “tuğla gibi” derler öyle. Bir yerinde “Avrupa ya uygarlığı Türkler getirdi” diye yazıyordu. Türklerin Avrupa yı uygarlaştırmış olması bana epeyce garip geldi. “Şu çılgın Türkler” ne yapmış da Avrupa nın uygarlaşmasını sağlamışlar diye okumayı hızlandırdım. Nihayet aradığım yeri buldum: Avrupalılar henüz organize olmamış, dağınık yerleşim birimlerinde gruplar halinde yaşarlarken, Orta Asya da yaşayan Türkler, at sırtında Avrupa ya talan seferleri düzenleyerek, kimin neyi var neyi yok talan edip, götürüyorlar. Bir, beş derken Avrupalılar bir araya toplanıp, bu talan ve baskıdan kurtulmak için ne yapmaları gerektiğini tartışıyor, konuşuyorlar. Tartışmalar sonucu, organize olmaya, örgütlenmeye, savaşçı yetiştirmeye, ordular kurmaya, devletleşmeye karar veriyorlar.

 

Türklerin baskı ve zorbalığından kurtulmak için örgütleniyorlar, toplumsal görev ve iş bölümünü gerçekleştiriyorlar, dolayısı ile de uygarlaşıyorlar. Zaten uygarlık da, toplumun örgütlenmesi, organize olması, üretim, tüketim, üleşim gibi toplumsal iş bölümünün yapılması olayıdır. Üretim, tüketim, üleşim bir aile klanı içinde bile mümkündür. Çünkü insan üretmeden, tüketmeden yaşayamaz. Ve Üleşmeden de bir arada duramaz. Tüketilmek için üretilen her şeyin paylaşılması gerekir ki, toplum bir arada durabilsin, anlaşsın, ortaklaşsın ve paylaşımı genişleterek daha büyük toplumları bir arada organize edebilsin. Aslında uygarlaşmanın: üretim, üleşim, tüketim temelinde oluştuğunu söylemek yanlış olmaz. Ama bu üçlünün sadece bir klan değil geniş topluluklar tarafında bir iş bölümü haline getirilmesi gerekiyor.

 

Avrupa örneğimden anlaşılan o ki, bu üçlü toplumsal iş bölümüne zorun rolünü de ekleniyor. Söz konusu kitabın belirlemesine göre, Orta Asya dan gelerek Avrupa yı talan eden, sağı solu kıran döken Türkler olmasaymış, Avrupalılar uzun bir süre daha uygarlaşamayacaklarmış. Bence demokrasi de böyle. Bir toplum zor görmeden, zora karşı mücadele etmeden, zoru yenmeden demokrasi yüzü göremez. “Hak verilmez alınır” kuralından olduğu gibi demokrasi de kimse tarafından verilmez alınır. Demokrasinin olduğu bütün ülkelere bakın, söz konusu ülkelerin hiç birinde halka demokrasiyi hiçbir iktidar, hiçbir lider, hiçbir devlet vermemiştir. Halkın ve demokrasi güçlerinin kendisi mücadele ederek almıştır. İstisnasız tümü de zora ve zorbalığa karşı mücadele ederek almıştır. Bedeli çok,çok ağır olmuştur. Ucuz bedelli hiç bir demokrasi yer yüzünde yoktur.

 

Hiçbir devlet, hiçbir iktidar kendi halkına demokrasi vermemiştir. Hatta halkın canı,kanı pahasına kazanmış olduğu demokratik haklarını tedrici bir şekilde aşındırarak imha etmeye çalışmıştır ve etmiştir de. AB böyledir. ABD böyledir. AB demokrasisi hala burjuva devrimleri döneminden kalmadır. Devrimden bu yana olan iktidarların bir çoğu demokrasiye demokrasi eklememiş, eksiltmiştir. Bir çok bölümünü erozyona tabi tutarak yontmuştur. Örneğin burjuva devrimlerinin temeli olan : özgürlük, eşitlik, kardeşlik nerede? Yoktur. Burjuva iktidarları, devletleri yediler onları. ABD de öyle. Oradaki demokrasi de kurtuluş mücadelesinden kaldı. Jürili mahkemeler, yerel meclisler, baş savcıların, şeriflerin, valilerin halk tarafından seçilmesi, kuruluş ve kurtuluş sürecinde oluştu. Kurtuluştan sonra kurulan ABD devleti ve iktidarları da halkın savaş içerisinden elden etmiş olduğu demokrasiyi kemirerek zayıflattılar.

 

Türkiye de de sözüm ona bir ulusal kurtuluş mücadelesi oldu, ama demokrasi falan olmadı. Kurtuluş mücadelesi ordunun öncülüğünde verildi, demokrasi de tabir yerinde ise : ordu demokrasisi gibi şekillendi. Toplumu “ordu millet” olarak belirledi, emir komuta zincirine göre biçimlendirdiler. Sözüm ona kadına özgürlük tanındı. Ama kadın Türkiye de hiçbir zaman özgür olmadı. O nedenle şimdi hala parlamentodaki bir tartışmada bile bir erkek milletvekili bir kadın milletvekiline : Cumhuriyet olmasaydı şimdi sen hangi şeyhin, kaçıncı karısı olurdun diyerek aşağılıyor. Söz konusu Kadın dönüp, Kürt kadını gibi, “erkek egemen cahil” diyerek o aşağılık tavrı gereği gibi aşağılayamadı. Çünkü Türkiye nin ulusal kurtuluşu halkın öncülüğünde, halkın mücadelesi sonucu olmadı. “Tek adam” olan Atatürk ün liderliğinde, ordunun öncülüğünde oldu.

Evet savaş zorunlu olmadıkça çok kötü bir şeydir. Ama halk demokrasiyi savaş içinde kazanır ve sahiplenir değilse kimse kimseye demokrasi vermez. Veremeyeceği için de Türkler her yerde : Mustafa Kemal kadın haklarını İsviçre den bile önce verdi deseler de Türk kadını her alanda İsviçre nin kat, kat gerisindedir.

 

Türkiye de demokrasi olmadığı için sürekli nasıl geleceği çok tartışıldı ve hala da tartışılıyor. Bir çok liberal aydın, Erdoğan’ nın Türkiye yi AB’ ye üye edeceği, ancak AB ye üye olunca Türkiye ye demokrasinin geleceği gerekçesi ile Erdoğan ve Hükümetini desteklediler. Ama hepsi de hayal kırıklığına uğradı. Çünkü Erdoğan, onların anladığı anlamda bırakın Türkiye ye demokrasi getirmeyi, yakınından bile geçmedi. Fakat Erdoğan Türkiye Halklarına demokrasiyi kimsenin kendilerine vermeyeceğini, ancak kendilerinin mücadele sonucu kazanabileceklerini öğretti, öğretiyor. Yaptığı bütün uygulamalarla, başta Kürt Halkı olmak üzere, bütün halklara : kendilerine demokratik haklarının asla verilmeyeceğini, kendilerinin alması gerektiğini, başlarına diktatörlük yumruğunu indirerek anlattı. Halkların mücadele ederek, demokratik haklarını Erdoğan ın ya da Erdoğan dan sonra geleceklerin elinden çekip almaları gerektiğini icraatları ile gösterdi.

 

Erdoğan ın bu eğiticiliği sayesinde Özgürlük Hareketi dev bir güce ulaştı. Parlamentoda Grup kurdu, yüze yakın belediye Başkanlığı, binlerce, köy ve mahalle muhtarlığı, tutuklamalar sonucu toplumsal bir meşruiyete büyüyen KCK yapılanması, Ortadoğu yu da kucaklayan dev bir Kürt Kadın Hareketi. Alternatif bir medya gücü, alternatif Cumalar gibi bütün özgür ve özerk oluşumlar Erdoğan döneminde gerçekleşti. Kürtler “Zerdüşt” dedi Kürtleri hiç yapamayacakları bir şeyi yapmaya zorladı : caminin dışına çıktılar. Kürtler bölgenin inancına en düşkün milletidir. Cami dışına çıkıp, alternatif bir ibadet sergileyecekleri düşünülemezdi. Ama oldu yaptılar Erdoğan ın sayesinde ! Kürtler demokratik bir çok haklarını Erdoğan ın zor ve baskısına karşı mücadele sonucu aldılar. Türklerin şimdi yuttuğu gazı, yediği tazyikli suyu Kürtler yıllardır yiyorlardı.

Şimdi sıra Türkiye nin bir bütün olarak, Erdoğan ın diktatörlük hevesine, faşizan tutum ve davranışlarına karşı ele, ele gönül, gönüle vererek demokrasi için mücadeleye girişmesine geldi. Taksim Gezi Parkı bu mücadelenin bir müjdecisi gibi. Söz konusu mücadele başarı ile sonuçlanır, Erdoğan faşist eğiliminin önüne bir takoz konabilirse, onunla yetinilmeyip, Türkiye çapında ve bütün anallarda ki, gerici dayatmalara karşı dayanışmacı bir mücadele gerçekleştirilirse, Erdoğan ın diktatörlük hevesi kırılabilir. Süreç içerisinde demokrasi mücadelesi hayatın her alanında geliştirilebilir, Türkiye ye kısmi bir demokrasi gelebilir. Değilse Erdoğan çok zalim bir diktatör olmaktan asla geri durmaz. Bunun kadar yalan söyleyen söylediği her yalana da kılıf bulan, kurnazlık politikasını Muaviye ve Yezitten bile daha fetvaz bir şekilde uygulayan birisi az görülmüştür.

 

Yaratılanı severiz yaradan dan ötürü” diyerek, çocuğa, kadına, yaşlıya, gence, önüne gelen her kese veriyor gazı, tazyikli suyu. Kafasını, bacağını, kolunu kırıyor, cezaevine atıyor. Yetişmiş ormanları imha ediyor sonrada çıkıp : şu kadar milyon ağaç diktik diyor. Türkiye ye üç tane Atom Enerji santralı yapmayı planlıyor, Kaz dağları gibi bir oksijen kaynağını altın çıkartmak gerekçesi ile imha ediyor, sonra da “çünkü biz çevreciyiz” diyor. “Terörizme karşı mücadele ediyorum, teröristin iyisi kötüsü olmaz, senin teröristin kötü, benim teröristim iyi denemez” diyor ha bire dünyanın gözünün içine baka, baka Suriye ye terörist gönderiyor. Kürtler kardeşimdir diyor, Roboski de hiçbir suçu günahı olmayan silahsız otuz beş kişiyi öldürme emrini veriyor, Kürtlerden özür dileyeceğine Kürtleri öldürenlere teşekkür ediyor.

 

Saymakla bitiremeyeceğim kadar bir biri ile çelişkili, paradoksal uygulama ve söylemler var. Türkiye de sorgulamayan, kolay inanan, inanınca da gözüne çakılıncaya kadar da inandığı kişi ya da kişilerin eksiğini göremeyen, görünce de panik halinde, hurcun bir ucundan öbür ucuna boşalan, karşı tarafa kadar sıçrayan önemli sayıda bir toplum kesimi var. Bu kesimi keşfeden kurnaz politikacılar, toplumun bu kesimine kanca takmaya çalışıyor, bir kere takınca da yıllarca kendini iktidarda tutabiliyor. Bu kesimi bir zamanlar Demirel keşfetmişti. Meydanlar çıkıp: yoksulluktan mı şikayetçisiniz düşün peşime, yolsuzluktan mı şikayetçisiniz düşün peşime diyordu. Ama en büyük yolsuzluğu kendisi yapardı.

 

Altına “aile fotoğrafı” yazdırdığı bütün yakın arkadaşları ve akrabaları, “devletin malını zarar vermekten, yolsuzluk yapmaktan” hapis cezalarına çarptırıldılar, hapis yattılar. En çok yoksulluk da en çok yoksullar da Demirel in iktidarları döneminde olurdu. Bütün bunlarla birlikte : altı kez gittim yedi kez geri geldim diye öğünmeleri de hesaba katılırsa Demirel bu sorgulamayan, yargılamayan, kitlenin desteğini aldığı için onlarca yıl bu ülkenin tepesinde tepindi.

Şimdi de söz konusu kitlenin desteğini Erdoğan almış durumda. Ne kadar, çelişkili laflar etse, ne kadar olumsuzluklar yapsa, ne kadar yalan yanlış davranışlar sergilese desteğinden bir azalma olmuyor. Malum kitle asla ve asla : neler oluyor diye kendine gelemiyor. Ama, Gezi parkında kendiliğinden oluşan ve bileşenlerini kendisi yaratan kitlesel mücadele, bir dağılma yaşamaz, geleceğe birlikte yürümeye devam ederse, belki Erdoğan pes etmez ama, sözünü etmiş olduğum kitle uyumakta olduğu derin uykusundan uyanabilir. Toplumun üzerine atılmış olan ölü torağı biraz eşelenebilir, belki bir toplumsal uyanış sağlanabilir. Gezi Parkı olayı toplumun doğrudan vicdanına ve aklına hitap etti. Eylemcilerin hiçbir çıkar ve menfaati yoktur. Tek çıkar toplumun kendi çıkarı olmuştur.çelişki ve çatışma rantiyecilerle toplumun çıkarları arasında çıkmıştır. Hükümet ve Erdoğan ın rant cephesinde olduğu toplum nezdinde netleşmiştir.

Erdoğan kurnazlık politikasının piri durumunda. Yarın çıkıp, birkaç polisi suçlayabilir. Yapmadığı bir şey değil. Reyhanlı cinayetini bile nerde ise CHP’ ye, Kılıçdaroğluna boca etmeye çalıştı. İçişleri Bakanı soruşturma açmış, belki birilerine yükleyebilirler. Buna da hazır olup, işin peşi bırakılmamalı. Fakat Erdoğan kendini kaybetmişçesine otoriterliğe esir düşmüş durumda. O başkalarını “ayyaşlıkla” suçluyor ama kendisi tam bir otorite “ayyaşı” olmuş halde. Başka bir deyimle otorite sarhoşu. Otoritesi arttıkça otorite iştahı da o kadar kabarmaya devam ediyor. Tıpkı alkolik birinin içtikçe içesi geldiği gibi. Bu kapılmış olduğu otorite sarhoşluğu, Erdoğan ı otoritenin sonuna, Halkları ise demokrasinin kazanımına götürebilir. Dolaysı ile de Erdoğan Türkiye ye demokrasi getirmiş olur. Tıpkı eski çağda Orta Asya Türklerinin Avrupa ya uygarlık götürdüğü gibi.

 

Teslim TÖRE

 

364 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir