Yalçın Yusufoğlu
24 Nisan 2014’de Ermeni Soykırımını 100. Yıldönümünü anma sürecine girilecek. Önümüzdeki bir yıl boyunca Ermeni soykırımı diye bir olayın vuku bulmadığını, olsa olsa, Ermenilerin Türkleri soykırıma uğrattığını, politikacılardan, resmi tarihçilerden, Türk ve Türkçü medya yorumcularından bol bol duyacağız.
Başlangıcı Ayşe Kulin yaptı. Enver Aysever’e verdiği TV mülakatında
“ Ben Ermenileri çok severim, ama o bir tehcir olayıdır. Savaşta yaşanmış bir olaydır. Savaşta yaşananlara soykırım demek zor. Yahudilerinki gibi gidip durup dururken biz onları kesmeye başlamadık.” dedi.
“BİZ onları kesmedik” sözüyle hem kesenlerle kendisini özdeşleştiriyor, hem de Ermeni katliamını aklıyor, haklı buluyor ve Türk–Türkçü olarak insanlıktan zerre kadar nasibi olmadığı bir yana, cehaletini de ortaya koyuyor.
1890’larda II. Abdülhamid Devrinde 200.000 kadar Ermeni’nin devlet tarafından Padişahın adını taşıyan Hamidiye Alayları aracılığıyla öldürülmesi ilk büyük Ermeni kırımıydı. Kulin gibi Türklerin başka bir muhtevada “Kızıl Sultan” diye niteleyecekleri II. Abdülhamid, konu Ermenilere gelince ona hak verecektir.
Ama Abdülhamid de, onun önce kan kusturduğu, sonra kendisini devirerek iktidara gelmiş İttihatçılar da Ermeni katilidirler.
Yazarın “soykırım değil, tehcir” dediği 1915—1918 olayı devlet eliyle ve askerlerle, jandarmayla yapılmıştır. Onlar yetmeyeceği için, hapishanelerdeki katiller, kriminaller çıkartılıp devletin Teşkilat-ı Mahsusa adlı gizli teşkilatının emrine verilmiştir.
Ayşe Kulin alay mı ediyor? Bu kadar iptidai bir laf olur mu? Ermenileri çok severmiş. Lâzım değil, sevme. Senin sevgine ihtiyaçları yok. Sadece onların büyük annelerinin, büyük babalarının kitle halinde öldürülmelerini inkâr etme, yani insan ol, bu kadarı yeter.
Senin tanıdığın ve sevdiğin tek tek o Ermenilerin hepsinin soyunda, ailesinde öldürülmüş yakınları, akrabaları mutlaka vardır. Git, bir de o sevdiğin Ermenilere sor bakalım, soykırım mıymış, değil miymiş?
Yüz binlerce Ermeniyi (ve Süryaniyi) kadın, erkek, çoluk çocuk yollara dök. Mehmed Talat’ın kendi el yazısıyla tuttuğu notlarda Anadolu’dan 924bin Ermeni sürülmüş. Defterin altındaki notta bu rakama % 30 daha eklemek gerektiğini yazmış. Bu hesaba göre 1.200.000 kişi tehcir edilmiş. Kulin gibi resmi tarih zihniyetli Murat Bardakçı bunları kitabında yazdı.
Gayrı resmi tahminler ise rakamın 1,5 milyon civarında olduğunu söylüyor.
Tehcir edilenlerin 800.000 kadarı yolda ölmüş. 1918’de Osmanlı Hükümeti Dahiliye Nezaretince kurulan Encümen ölen Ermenilerin sayısının 800.000 olduğunu belirtiyor.
Ölümler sadece hastalıktan ya da dayanamamaktan olmadı, aylarca süren yolculukta kasabalardan, köylerden yollara çıkan çeteler insanları öldürdüler, kadınlara tecavüz ettiler, kız çocuklarını aldılar. Sayısını bilmediğimiz kadar genç kız, koca koca erkeklerle evlendirildi. [Sayıları hiç de az değildi: Mesela eşimin Pülümürlü babaannesi acısını içine gömmüş, hayatını çocuklarına, torunlarına adamış, acı içinde yoğrularak bilgeleşmiş bir kadındı.
Halen çevremde öyle kadınların torunları arkadaşlarım veya tanıdıklarım var. Onların sayılarının ne kadar çok olduğunu varın siz hesap edin.
[Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Hacaloğlu hepsin in ad ve adreslerinin devlet tarafından bilindiğini övünerek söylemişti.]
Bu saydıklarım arasında pek çok Osmanlı zabitinin “besleme” olarak aldığı kız çocuklarının torunları da bulunuyor.
Enver-Talat-Cemal triumvirasının üçüncü kişisi Cemal Paşa o sırada Suriye’dedir ve tehcir edilecek insanlar için Der Zor’un uygun olmayacağını, oranın şartlarının çok berbat olduğunu Talat’a bildirirse de, itirazını dinletemez.
Soykırım zihniyeti olarak soyun devamı oğlan çocuklarında görüldüğünden, özellikle birçok yerde erkek çocukları öldürüldü. Ayşe Kulin gitsin Trabzonlulara, Giresunlulara, Samsunlulara, Doğu Karadeniz’in sahil kasaba ve şehirlerindekilere sorsun: Onlar kuşaktan kuşağa mutlaka duymuşlardır: Erkek çocuklar teknelere doldurulmuşlar ve açıkta denize atılmışladır. O il veya ilçelerdeki bugünkü kuşakların hepsi bu söylediğimi duymuşlardır. Kanımca olaya karşı da değillerdir, ama öyle olduğunu bilirler. Toplu cinayet çetelerinin başında ise sonradan Kemal Paşa’nın muhafız başı olacak Osman Ağa adlı bir haydut bulunmaktaydı..
Ben Diyarbakır’lıyım, Ermenice adı Dikranagert olan bu kent önemli Ermeni merkezlerinden biriymiş. [1864 nüfus sayımına göre bugünkünden daha geniş bir alanı kaplayan Diyarbekir Vilayetinin nüfusu 60.000’den fazla.]
Biz çocuklar Ermeni katliamının hikâyeleriyle büyüdük. Soykırımdan 40 yıl sonra (1950’li yıllarda) bile kahvehanelerde, misafirliklerde, a) Oradaki yerel dille “Kafle” dedikleri tehcir olayları, b) Eşkıya hikâyeleri anlatılırdı.
Askerliğini o yıllarda jandarma olarak yapmış birisinin “Gâvurları Fiskayası’na götürüyorduk, dipçikle iti itiveriyorduk” dediğini de ekleyeyim. [Fiskayası bazalt sütunlar üzerine kurulmuş olan şehrin doğusundaki uçurumun adıdır.]
Babamın annesi “Kafle giderken” askerlerin çocukları öldürdüklerini bilen ailelerin çocuklarını getirip, güvendikleri Müslüman ailelere emanet ettiklerini, kurtulurlarsa sonradan aldıracaklarını” anlatırdı. Kendisi de böyle çocuklardan almış, ama ihbarla gelen “askerler” çocukları götürürlermiş, o çocukların adlarını bile unutmamış yaşlı kadın onları anlatırken (40 sene sonra bile) o çocuklara ağlardı, beyaz namazlığının köşesiyle gözyaşlarını sildiği bugünkü gibi gözlerimin önündedir.
Okuma yazması olmayan o yaşlı, cahil kadın, bugünün entelektüel! yazarı Ayşe Kulin’den kat kat daha bilgeydi, insan sevgisiyle doluydu.
Neymiş? Ermeniler hak etmişlermiş! Türkler durup dururken gidip Ermenileri kesmemişlermiş.
Ayşe Kulin’in aynı zamanda “cahil” olduğunu söyledim. Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’de o kadar kitap yayınlandı, merak edip onları okumamış, anlatılanlara da inanmamış, çünkü devletinin yalanlarını benimsemiş. O kitaplar arasında anılar, yaşanmışlıklar da hayli fazla. Ayşe Kulin bir romancı olarak dahi onlarla ilgilenmemiş veya itibar etmemiş.
Neden? Çünkü Kulin’in devleti ona öyle söylemiş.
Yazarın bilmediği, öğrenmeye zahmet etmediği bir başka olgu daha var: Ermeni katliamı İttihat ve Terakki heyeti ile Alman Genel Kurmayı arasında 1913 yılı Ekiminde kararlaştırılmış. İki devletin Britanya-Fransa ve Rusya’ya karşı müştereken harbe gireceğini söyleyen Almanlar “önce arkanızı temizlemeniz lazım, Ermeniler Rus müttefikidirler, Rumlar da İngilizlerden yana olacaklardır, onlardan kurtulmalıyız” demişlerdir.
Osmanlı Ege’de Rum katliamına Balkan Savaşında başlamıştı. 1913-194’de iki yıl içinde 200.000 kadar Rumun Türk çeteleri tarafından öldürüldüğünü ya da Yunanistan’a kaçırtıldığını İttihat komitacısı Mahmud Celâl Bey (Bayar) 1967’de yayınladığı anılarında yazmıştı. Ermeni meselesini kökten “halletmek” ise gecikmiş ve savaş başladıktan sonraya ancak 1915’e kalmış.
Rumlardan kurtulmak ise zorunlu göçertmelerden geçerek Nüfus Mübadelesiyle tamamlanıyor.
Ayşe Kulin Yahudilerden de söz ediyor. Ermeni katliamını değil, ama Yahudi katliamını soykırım sayıyor. Oysa Yahudi soykırımının baş katili Adolf Hitler Osmanlı’nın Ermeni soykırımından cesaret almıştır.
Hitler, 22 Ağustos 1939 tarihinde askeri kurmaylarına Polonya ile ilgili Leh soykırımı niyetini şöyle anlatır:
“Biz gücümüzü hızımızdan ve acımasızlığımızdan alıyoruz. Cengiz Han milyonlarca kadın ve çocuğun ölümüne yol açtı, planlı bir şekilde ve büyük bir mutlulukla… Tarih, onun şahsında sadece bir devlet kurucusunu görüyor. Güçsüz bir Batı Avrupa medeniyetinin benim hakkımda ne diyeceği umurumda bile, olmaz.
Polonya mevcut nüfusundan arındırılacak ve buraya Almanlar yerleştirilecek. Küçük devletler beni korkutamaz. Kemal´in ölümünden beri Türkiye aptallar ve yarım akıllılar tarafından idare ediliyor…
Savaş amacımızın yalnızca belli sınırlara ulaşmaktan ibaret olmayıp, düşmanın fiziksel varlığını yok etmeyi de kapsadığını bildiren buyruğu yayınladım ve her kim ağzını açıp tek bir eleştiri sözcüğü sarf edecek olursa, infaz mangası tarafından idam edilecektir.
Siz beyler, şan ve şerefe yüzyıllardır olmadığınız kadar yakınsınız. Güçlü olun! Merhametsiz olun! Başkalarından daha hızlı ve daha acımasızca harekete geçin! Batı Avrupa vatandaşları korkudan tir tir titremeliler. Bu, onları korkudan öldüreceği için, savaşı ilerletmenin en medeni yoludur.
Bu yüzden, şimdilik yalnızca doğuda ölüm teşkilatlarını hazır bulunduruyorum. Onlar Leh kökenli ve Leh dilini konuşan erkek kadın, çocuk yaşlı her kim varsa hepsini gözlerini kırpmadan ve acımadan öldürmek için emir aldılar. Bize gereken yaşama alanını, ancak bu şekilde ele geçirebiliriz. Tüm olanlara rağmen bugün Ermenilerin imhasından bahseden kim kaldı ki?“
Açıkça belli ki, Türk toplumu soykırım suçuyla yüzleşmek niyetinde değil. Osmanlı tarihiyle övünerek, toplumsal bir aşağılık duygusunu gideriyor. Üç kıtada at koşturmuş imparatorluğun varisi olmaktan haz duyuyor.
Oysa imparatorluk demek çok milliyetli, çok etnili devlet demek. Uluslaşma çağında milliyetlerin çoğu ayrılıp, devlet kurmuşlar. Osmanlı’dan Balkanlarda ve Ön Asya’da çok sayıda devlet doğmuş.
Türkler o toprakları babalarının malı sanıp, o ulusların kendilerini arkadan vurduklarını söylerler.
Balkan ulusları nasıl ayrıldılarsa, Ermenilerin de ayrılma hakları vardı. Ama bu hakkı tanımayan Ayşe Kulin misali milyonlarca insan Ermenilerin kitle halinde öldürülmelerini ve sürülmelerini haklı bulur, Ayşe Kulin gibi “Ermeniler durup dururken kesmedik” diyerek öldürülmeyi hak ettiklerini söylerler.
Hem “İttihat ve Terakki bizi harbe soktu, memleketi felaketten felakete sürükledi” diyerek Enver-Talat-Cemal üçlüsünü takbih ederler, hem de, Ermeni tehciri savaşın bir gereğiydi deyip 1,5 milyon insanın deportasyonunu, yarısından fazlasının ölmesini, öldürülmesini haklı görürler.
Türkler yüz yıldır yüzleşmediler. Çünkü Cumhuriyet suça sahip çıkarak ortak oldu, bütün hükümetler olayı önce unutturmaya, sonra tahrif ederek Türkleri mağdur göstermeye gayret etti.
Ermeni soykırımını Cumhuriyetin başında Rum Mübadelesi izledi,1 milyon Rum gönderildi, 1934 Trakya Yahudi tehciri geldi, 1943 Varlık Vergisi utancı geldi,1955’de 6-7 Eylül pogromu onu izledi,1964’de Başbakan İsmet İnönü İstanbul’dan Rumları gönderdi. Sonuçta arına arındıra bugün 76 milyon nüfus içinde Ermeni, Yahudi, Süryani, Rum yurttaşların sayısı 100.000 kadar kaldı. Ekalliyetleri tasfiye ettiler, sadece Kürt toplumunu edemediler. Genel Kurmay kayıtlarında yazılı 19 adet « Tedip Harekâtı »na rağmen edemediler.
Bütün onca toplu öldürmenin amacı sadece etnik arındırma değildi, önce sermayenin Türkleştirilmesi ve ekalliyet denilen azınlıkların elindeki üretim araçlarının Türklere geçirilmesiydi.
İş o raddeye vardı ki, 2000’li yıllarda Ulu Önder Atatürk’ün evlatlık kızı Bursa yetimhanesinden alınmış bir Ermeni çocuğuydu diye haber yapan gazeteci Hrant Dink devletin Kemalist olan ve olmayan güçleri tarafından el birliğiyle öldürüldü, işbaşındaki dinci hükümet olayı örtbas etti.
Ulusalcılara, bilumum Kemaliste, Talat Paşa Komitesi kurarak Ermeni soykırımı suçuna tarihsel olarak iştirak edenlere sesleniyoruz: Tayyip Erdoğan’a karşı çıkmanızı ciddiye almıyoruz: Bugünkü rejim Kemal Paşa’nın ve haleflerinin izlediği Türkleştirme ve İslamlaştırma politikasının vardığı sonuçtur. Bunun mücessem kanıtı Hrant Dink suikastidir.
Olaydaki utanç verici işbirliğinde kimler vardır? Tetikçileri Alperenlerden derleyen Özel Harpçilerin, Şişli Adliyesi önünde nümayiş yapmış Veli Küçük’ün, Sabiha Gökçe yayınından ve Genel Kurmay bildirinden sonra şürekâsıyla Agos önüne tehdide gelen Kemal Kerinçsiz gibi Kontrgerillacıların, Hrant haberine karşı uyarı bildirisi yayınlayan Genel Kurmayın, Hrant’ı İstanbul Vali Muavininin odasında tehdit eden MİT’çilerin, suikast yapılacağı haberini alan Emniyet Genel Müdürlüğünün ve Cemaatçi İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’in, aynı haberi alan Jandarma Genel Komutanlığının, istihbaratı alan ama önlem almayan İstanbul Valisi Muammer Güler’in ve onun hakkında idari tahkikat bile açmayan, üstelik İçişleri Bakanlığına kadar getiren Tayyip Erdoğan’ın Hrant Dink’in başvurusu üzerine harekete geçmeyen Şişli Savcısının, adli soruşturmayı ve davayı geçiştirmiş Cemaatçi ve Türkçü yargının,,, hepsinin, ama hepsinin olayda dahli vardır.
Uzun yıllar –ve bugün de—birbirini yiyen Kemalist ve anti Kemalist belli başlı üç güç odağının üçü de hadisenin içindedirler.
Bu kadar bariz veriler yokmuş gibi, Ayşe Kulin’in Hrant Dine cinayetine ah-vah etmesi. “Ben kendimi bir Türk olarak Hrant’ın katillerinin bulunamamış olmasından dolayı sorumlu ve ızdırap içinde hissediyorum” demesi nafiledir ve cehalettir. En önemlisi insanlık dışıdır.
Sonuç olarak Türklük ve Türkçülük yüz yıl sonra bile suçluluktan kurtulamamıştır. Her ne kadar on milyonlarca Türk Ayşe Kulin ve benzerleri gibi ırkçı koşullanmalar altındaysa da, her ne kadar Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra on bin Trabzonlu tetikçinin beyaza breezily Avni Aker tribünlerini doldurmaktan asla haya duymayacak kadat soykırım manyağı ise de, her ne kadar taptıkları devletleri büyük bir pervasızlıkla haksızlığa uğrayanın Ermeniler değil, Türkler olduğunu dünya kamu oyunun müstehzi bakışları altında tekrarlayıp duruyorsa da, inkâr beyhudedir. Aradan iki yüz yıl da geçse evrensel bilinç onun peşini bırakmayacaktır.
Tâ ki, Turk toplumu ve devleti cürmü ikrar edene kadar, tıpkı ABD’li beyazların Kuzey Amerika’da, Fransızların Vietnam’da, Çezayir’de, İngilizlerin İrlanda’da, Afrika’da, Hindistan’da, Almanların bütün Avrupa’da işledikleri soykırım suçlarını kabul ettikleri gibi, işledikleri suçları toplumlarının bilincine çıkarana kadar.
Fransız Milli Cephe Partisinin kurucu başkanı, neo-faşist Jean Marie LePen “Yahudi jenosidi 2. Dünya Savaşı’nın bir detayıydı” dediğinde Fransa’da kıyamet kopmuştu. Oysa bugün o tepkiyi gösterenlerin çoğunun büyükbabaları Yahudileri İşgal Kumandanlığına ihbar etmiş Katolik Fransızlardı.
Almanya’da Nazizmi suçsuz ya da mazur göstermeye yeltenen tek bir yoruma rastalayamazsınız. Bunlar o toplumların soykırım suçuyla yüzleştiklerinin geçmişlerinden utandıklarının göstergesidir.
Türk toplumu o noktaya ne zaman gelecek? Bunun yanıtı devletin, politikacıların, yüksek bürokratlarının ne zaman o evrensel bilince na zaman varacaklarına bağlı.
1759 kez okundu.
Arkadasimin facebookta paylastigi yazinin sadece yarisini okuyabildim ve kendimi o ulkeyi 13 sene once terk etmis bi Ermeni asilli Turk vatandasi olarak ( bunu soylemek istemiyorum ama) taktir ettim.
Ne yazmam gerektiginide bilemiyorum acikcasi ama biseyler yazmam gerektigindende eminim.
Oncelikle bu Ayse Kulin hanimi sadece adini duydugumu ve kitaplarini hic okumayip hangi goruste olup olmadigini bilmiyorum ve onuda yadirgamiyorum soylediklerinden dolayi. Entellektuel olmasi (bilmiyorum oylemi) buda önemli değil benim icin cunku o kavrama onem veren biriside degilim. Soylemek istedigim daha dogrusu sormak istedigim, cunku bende olaylari bicok kisi gibi tam olarak bilmiyorum. Boyle bi yazinin hepsini degil benim gibi yarisini bile okuyan birinin yada birilerinin bu olaylarin dogru olup olmadigina inanma yuzdesi kactir merak ediyorum?
Bu arada o yaziyi yazan abimiz, kardesimiz, yazarimiz bilemiyorum nasil hitap etmem gerektigini cunku kendisinide tanimiyorum onada boyle bi yazi yazdigi icin savunup tesekkur etmiyorum ama taktiri hak ettiginede inaniyorum