BAHAR HERYERE VE HEP GELECEK

 

DSC_0365

 

Ganime Gülmez

Maalouf, ‘insan geçmişin yok olması karşısında kendini kolay avutabilir ama, geleceğin yok olmasını kaldıramaz’ diyor. Benim gibiler için de sorun burada başlıyor. Zira, benim gibilerin geçmişi bir yana geleceği de ‘yok olduğu’ görülüyor” yazmıştı Günay Aslan, 20 yıl sonra “Dönüş Bileti” aldığında.

Sürgünler Meclisi’nin kurulmasının ardından, Günay Aslan’ın bu yazısındaki açıklığı, samimiyeti, gerçeği yazmadaki cesareti; kendimizi nasıl tanımlayacağımıza yardımcı koca bir çakıl taşıydı!

Brecht’in sürgünde yaşamışlığının ardından, bir araba tekerleğine bakışı, yazdığı şiir; “nereden geldiği, nereye gittiği belirsiz” geçmiş-gelecek kavramlarının silikleşmesini anlatışı!

Yıllarca, bir ülkeden bir ülkeye, parasız-sigortasız-oturumsuz kaçmakla ömrü geçen, Almanya’da hayata gözlerini kapayabilen, Yahudi şair Hilde Domin’in sürgün yıllarına ilişkin yazdığı; “Sürgünde insan acayip bir zaman kavramsızlığının içerisinde bulur kendisini. Zaman hissi ülkendeki gibi mevcut değildir artık. Dışındaki ülkesizliğe katlanmak, içindeki ülkesizliğe karşı hep savaşmak zorundasındır.  Umut ve korku ülkenle sürekli bağlantı kurmaya devam eder. Sürgünde yaşayan insan, konuşmakla kendini özgürleştirmek zorundadır”.

Ve yine Yahudi katliamları sırasında sağ kurtulan, yaşamını Kudüste sonlandırmak zorunda kalan şair Else Lasker Schüler; “Sadece sonsuzluk sürgünlüğün olmayışıdır” yazar.

Hran Dink’e öldürülmeden çok kısa süre önce bir röportaj sırasında; “elinizden alınan toprakları Ermeniler olarak geri talep ediyor musunuz, böyle bir hedefiniz olacak mı?” sorusuna, “bu ülkenin topraklarında ölebilme, gömülme hakkım olacak mı, onu bile bilmiyorum. Burada yaşayabilmeyi istiyorum, topraklarının mülkiyeti onların olsun” deyişi!

Ve en son alıntı, “Sürgünlük Tarihine Sorular” araştırma yazısında Engin Erkiner’in; “Politik sürgünler ve birinci kuşak göçmenler arasındaki” acı benzerlikleri sıralayışı!

“İnsan” denen canlıyı, teknoloji-sınırlar-“İnsan Hakları Beyannamesi” olmadan önce; bağı olan bütün yaşamdan, en doğal barınma ihtiyaçlarından men ederek zorla sürmüş; başka “insan” denen canlılar! Bu bir evreymiş insanlık tarihinde. Ve ardında nice ölüler bırakarak, insanlık sadece sağ kalmaya, “dilini, kültürünü” korumaya çalışmış bu zamanlarda. Gelinen çağda; savaşlar, düşünceyi ifade etmeye getirilen sınırlamalar-cezalar…daha sayabileceğimiz nice nedenlerle, insanlık yollarda! Milyonlarca insan hergün yollarda. Değişen şey; İNSANLIK KENDİSİ YOLLARA DÜŞEBİLMEKTE!

Biz! Biz de “Politik Sürgünler” olarak; bulunduğumuz ülkelerde yaşayamayacağımız, HAPİS YA DA ÖLDÜRÜLME şıklarından başka şıkların olmayışından dolayı buradayız.

11 yıldır Almanya’da yaşamak zorunda olan, kaybedecek ne oturumu, ne parası, ne ailesi olmayan bir sürgün olarak; “Başınızı örtmüyorsanız sizlere tecavüz mübah” diyen bir öğretmenin-okulun olduğu bir ülkeyi kafamda bile canlandıramıyorum artık.  Türk Dil Kurumu’nun; “kötü adam” kelimesinin karşılığını “Filmlerde izleyiciye sevimsiz gelen kimse”, “kadın olma” kelimesinin karşılığını “kızlığını yitirmek”, “Müsait” kelimesinin karşılığını “kolayca flört edebilen kadın, “kötü adam” kelimesinin karşılığını “Filmlerde izleyiciye sevimsiz gelen kimse”, ama “kötü kadın” kelimesinin karşılığını “orospu” olarak resmi dil olarak yayınlamasını nasıl kaldırabilirim bilemiyorum. Orada bir daha, nasıl hapse girmeden insan kalarak yaşayabilirim, bilemiyorum!Ya da bugün İran’la yapılan anlaşma!!! Daha örnekler çoğaltılabilir, ama kısa kesiyorum! Yani çoook uzun yıllar geçmemesine rağmen, değişimin hızı yüz yıllık uzaklık yaratıyor benimle-eskiden yaşadığım ülke arasında!

Bir yandan “insan”a ait, “insan”ın doğasına aykırı durumlara karşı kulaç atıyoruz sürgünde. Ama bir yandan da çok avantajlı topraklardayız; sürgünde yaşamışlıkların dehşet mirasları olan ülkelerdeyiz.

Haluk Gerger’in bir sözünü tekrar alıntılayacağım; “görüntü yetseydi, bilime gerek olmazdı”.

Evet, heryer kan gölü. Evet, bulunduğumuz yerlerde sadece fırtınalarda değil, kapitalizmin dehşet bataklığında çırpınıyor “insan” yanlarımız. Evet, biz zaten insanın insana yaptığı zulme karşı geldiğimiz için buradayız. Öyleyse burada oluşumuzun çözümlemelerine de el atmalıyız. 

Sürgündekinin kendini tanımlamakta bir perspektifsizliği var! Bir insanlık durumu olarak kendisini tanımlamakta bir perspektifsizliği var  (bunun böyle oluşunun yığınla sebebi var, bu ayrı bir yazı konusu). Bu perspektifsizliktir ki; onu hep sadece çooook uzaklara yönelik perspektif üretme rolüne götürmüştür. Bu olmaması gereken birşey midir? Hayır, olması gereken bir parçadır. Ama bu parçayı değil de, bütünü oluşturuyorsa; orada reel olmaktan uzaklaşan bir “insanlık durumu”ndan sözetmek mümkündür! Ve bu yılların alışkanlığı, geleneği, süregelmesi hem “kolay”-hem “zor” olandır. Bunu nice politik sürgün, yaşlılık döneminde kağıda dökebilmiştir ancak!!kardelen

Tüm yangınlara rağmen; bahar her yere geliyor yavaş yavaş. Gökyüzünün mavisi, ağaçların yeşili, çiçeklerin rengarenkliği insanlığa hep yaşam sevinci getiriyor baharlarda. Öyle böyle kışlar geçse de, baharlar hep geliyor, hep gelecek.

Yürekten diliyor ve umudediyorum ki, Sürgünler Meclisi olarak; yeni baharlara sağlıklı tohumlar ekmeyi hedefleyebilelim. Çiçeklerini beraber toplayabilelim. Ve bizden sonrakilere; “bulunduğu topraklarda varlığına ait perspektif” oluşturmada ışık tutabilelim. Bunun için, önce kendimiz ışık olabilelim.

 

ZOR MU BU? ÇOK AMA ÇOK ZOR! MÜMKÜN MÜ BU? MÜMKÜNLÜĞÜ BİR YANA, BİR ZORUNLULUK!

 

UMUTLA, NİCE BAHARLARA!!

 

 

 

708 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir