6-7 Eylül 1955, Kan-Gözyaşı Ve Ölüm

6-7-eylul-1955-olaylari-4Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.

1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüz binlerce insan öldürülmüştür. Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır. Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC, yani Kemalist Türkiye’sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda bugün artık çok az, küçük rakamlarla ifade edilir duruma gelmiştir.

Cumhuriyet döneminde ekonomik kültürel siyasal bir proje olarak devletin önüne koymuş olduğu “Tek Devlet, Tek Millet, Tek Dil, Tek Bayrak” olarak ifade edilen Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür ve bunun için Türkleştirme uygulamaları yürürlüğe konuldu.”Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları ile azınlıklara korku verildi. Bu yüzden Cumhuriyet tarihi azınlıkları yani Ermeni’leri, Rum’ları, Yahudi’leri yok etme tarihidir. Azınlıklar yok edilerek ulus devlet inşası süregelmiştir.1924 yılında Rum’lar için yapılan nüfus mübadelesi,1934 yılında Türkiye’de Yahudi’lere karşı yapılan saldırılar,1944 yılında azınlıklara konulan Varlık Vergisi neticesinde, Aşkale’ye sürgüne gidip bir daha dönemeyenler, artık bu memlekette yaşama hakkı olmadığı kanaatine vardılar. Varlık vergisinden  12 yıl sonra meydana gelen 6/7 Eylül linç,yağma, vandalizm olayları aynı zamanda cumhuriyet tarihinin en kanlı,kara lekelerinden biridir.1960 yıllarından sonra hayat hakkı tanınmayan Rum’lar Türkiye’den kitleler halinde doğup büyüdükleri toprakları terkederek Yunanistan’a göç ettiler.

 

AZINLIKLARA KARŞI İKTİDAR-MUHALEFET EL  ELE

1955 yılında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ta bağımsızlık mücadelesi Kıbrıs bunalımına sebep oldu.1955 yılında Dışişleri Bakanları düzeyinde Londra’da gerçekleşen toplantıda, Yunanistan Dışişleri Bakanı Mc Millian Stefanapulo ile Türk Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu arasında sürmektedir. İngiltere-Yunanistan-Türkiye arasında süren görüşmelerde Yunanistan self determinasyon hakkını savunmaktadır.Türkiye bu hakkın Yunanistan ile birleşme anlamına geleceği için şiddetle karşı çıktılar.Toplantı tarafların anlaşamaması yüzünden tıkandı.F.Rüştü Zorlu görüşmelerde daha etkili bir politika elde etmek için Ankara’ya şifreli bir telgraf yolladı.Bir şeylerin yapılmasını istedi.Ve toplantıyı terk etti.

F. Rüştü Zorlu’nun istediği şeylerin yapılabilmesi için MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) önceden CHP’lilerin yönetimde olduğu paravan Kıbrıs Türk Cemiyeti adı altında bir dernek kurdu. Görüşmelerin çıkmaza girmesi durumunda Türkiye’de yaşayan Rum’ların rehine olarak kullanılacağını, basında çıkan ırkçı, şoven “Kıbrıs Türk’tür,Türk kalacak” kışkırtmaları ile önceden tasarlanan plan program çerçevesinde hareket edilecekti.

6-7-eylul-1955-olaylari-2MİT mensubu Mithat Peri’nin çıkardığı DP yanlısı İstanbul Ekspres Gazetesi özel sayı ile “Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldı” haberi ile okuyucularına duyurdu. Olayların gelişim seyrine bakıldığı zaman, DP  Başkanı, Başbakan Adnan Menderes Kıbrıs Türk Cemiyeti başkanı Hikmet Bil ile özel bir görüşme yaptı.Olayları başlatan,kitleleri sloganlarla galeyana getiren CHP dernek yöneticileri 6/7 Eylül olaylarında bilfiil rol oynadı. Devletin başında bulunan Celal Bayar ile iktidarda olan DP Başkanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu muhalefette CHP dernek yöneticilerinin katkılarıyla Devlet organizasyonu olduğu ortaya çıktı. Devlet üçlüsünün bilgi ve onayı dahilinde gerçekleşen saldırılarda ateşi tutuşturan CHP’liler oldu. Sonradan ise Kıbrıs Türk Cemiyeti’nin, Özel Harp Dairesi’nin kurduğu bir örgütlenme olduğu ortaya çıktı.

1946 yılında hazırlamış olduğu “azınlıklar raporu”nda çarpıcı konuların başında,

İstanbul’un fethinin 500.yılına kadar İstanbul’un Türkleştirilmesi, Rumlardan arındırılması belirtiliyordu. Çünkü 1950’li yıllarda İstanbul’da seçmenlerin 1/3’ni gayri müslümler oluşturuyordu. Tek partili sistemden, çok partili düzene geçişte teşhir ve tecrit olan CHP’nin görevini DP üstleniyordu. Büyük oy çoğunluğu ile iktidara gelen DP’lilerin programında yeni bir şey yoktu.

10 yıllık iktidarı döneminde,1950 yılında Türkiye’nin Kore savaşına BM kuvvetlerine Türk Tugayı ile katıldı. Uzun tartışmalardan sonra NATO’ya üye oldular. 1952 yılında NATO’nun isteği ile komünizme karşı gayri-nizami harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kuruldu. DP iktidarı içeride sol ve aydınlara karşı azgın terör estirdi. Behice Boran’ar Kore’ye asker gönderilmesine karşı oldukları için Barışseverler Cemiyeti kuruldu. DP hükümeti derhal kapatarak sorumlularını 15 ay hapis cezasına mahkum etti.1951 Tevkifatı denilen dönemin solcularına karşı tutuklama furyasında TKP yöneticilerine Şefik Hüsnü, Mihri Belli, Enver Gökçe, Arif Damar, Ruhi Su, Behice Boran, Şükran Karakul…’ların yer aldığı 187 kişi tutuklandı. Askeri mahkemelerde yargılandılar. Bugün bile devam

eden 141-142 ceza konularında yapılan ağırlaştırılmış değişiklikler hep DP iktidarının eseridir. Muhalefette iken sendikalara grev ve toplu sözleşme hakkı vereceğini ilan eden DP iktidara gelince, ilgili yasa tasarısına karşı TBMM’de onaylanmasını istemediği gibi sendikalardan gelen taleplere karşı baskı uyguladı.10 yıldan fazla hapishanelerde yatan dışarı çıktıktan sonra bir fırsatını bulup Sovyetler Birliğine sığınan dünyanın tanıdığı, büyük şair Nazım Hikmet Ran yine DP döneminde vatandaşlıktan çıkarıldı.

 

NİKOLARIN, SİMONLARIN, YORGOLARIN TASFİYESİ

İki gün süren 6/7 Eylül 1955’de Rum, Ermeni,Yahudi azınlıklara karşı yürütülen saldırılar “Atamızın evi bombalandı” haberi ile başladı.Cumhuriyet tarihinde görülmemiş 200 bin civarında olduğu tahmin edilen başta Taksim azınlıkların oturduğu Adalar, Kumkapı, Şişli, Tünel civarında toplanan kalabalık her yeri ateşe verip, yağma yıkım, linç olaylarına giriştiler. Ev ve işyerleri, ibadet yerleri, mağazalar, vitrinler parçalanarak yollara atılıp yakıldı yıkıldı. Önlerine gelen insanlar linç edildi. Taciz, ölüm, vahşet kol gezmeye başladı.

Önceden 20 bin olan İstanbul Ekspres gazetesi tirajını 290 bine yükselterek her tarafa

dağıttılar. İstanbul’da 60 bin civarında olan Rumlar korku ve dehşet içerisinde ölümü beklediler. Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti nerede Türk, nerede gayri müslüm yaşıyor hepsinin listesini almışlardı. Kimi yerlerde Rum ve Ermeni evleri Haç şeklinde işaretlenmişti. Kitlelerin yetersiz olduğunu görünce trenlerle, kamyonlarla şehir dışından insanları getirip, milliyetçi propagandalar ile galeyana getirdiler. Devlet tarafından örgütlenen binlerce yağmacıya muhtarlardan alınan adresler verildi. Kiliseler ve işyerlerine saldırılarak talan edildi.

İstanbul dışında da cereyan eden olaylar Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir’de devam etti. Kalabalığın içerisinde birileri hareketi yönetiyor, nerelere saldıracaklarını gösteriyordu. Sonradan hükümetin muhalefetteki CHP ile Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti ile ortak hareket ederek saldırıları organize ettiği ortaya çıktı. Adalara giden 200-300 kişilik kalabalık bir grup Rum, Ermeni ve işyerlerini tahrip ettikten sonra polisin gözleri önünde ellerini kollarını sallayarak geri döndüler. Polisten yardım isteyen bir Rum vatandaş “ben bugün polis değilim, Türküm” cevabını aldı. O gün polislere karakolları terk etmemeleri için emir verilmişti. Yağmacılar sanki anlaşmışlar gibi hepsinin söylediği şuydu: “Canınıza zarar vermeyeceğiz, sadece yıkıp gideceğiz”.

Ama olaylar hiç de öyle olmamıştı. Bilanço çok ağır oldu. 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise,1 sinagog, 2 manastır, 32 Rum 8 Ermeni okulu, fabrika, otel gibi yerlerin bulunduğu 5317 mekan saldırıya uğradı. 16 Rum öldürüldü, sakat kalanlar oldu. ABD konsolosluk raporlarına göre 200 Rum kadına tecavüz edildi.

Kıbrıs olaylarını bahane edip, kitleyi harekete geçirecek bombayı atan kişinin yani Oktay Engin’in MİT görevlisi olduğu ortaya çıktı. Selanik Siyasal Bilgiler Fakültesine sözde öğrenci kılığında görevlendirilmişti. Görevi Atatürk’ün evine bombayı koymaktı. Bu görevi de yerine getirdi. Aynı kişi 1992 yılında Nevşehir’e Vali olarak atandı. 7 Eylül’e kadar devam eden olaylarda akşamüzeri Olağanüstü hal ilan edildi. Geri dönmek üzere Haydarpaşa tren garına gelen insanların üzerlerinde yağmaladıkları mallar ele geçirildi. Ertesi gün Adnan Menderes olayların sorumlusu olarak solcuları, komünistleri işaret etti. Birçok insanı gözaltına aldılar. 1.Şubede önceden fişlenen solcu ve komünistler adreslerinden teker teker alındılar. İstanbul’a hayatta uğramamış insanlar tutuklandı. Ölmüş,mezarda olan insanlar için tutuklama kararları çıkarıldı.

Aziz Nesin, Nihat Sargın, Boratav, Kemal Türkler, H. İzzettin Dinamo… Bunlar aylarca Harbiye’de hapiste kaldılar. 44 kişi haksız yere aylarca tutuldular. Fatura aydınlara, solculara, komünistlere kesildi.

 

6-7-eylul-1955-olaylari-3TANIKLAR VE GERÇEKLER

Olaylar o kadar korkunç boyutlara ulaşmıştı ki TBMM gündemine oturdu. Şiddetli tartışmalara sahne oldu. DP İstanbul milletvekili olan Aleksandros Haçopulos yaptığı konuşmada başından geçenleri şu şekilde anlattı:

Evimin yanında polis karakolu var. Bizi tanırlar, anne ve babamı bilirler. Tahripçiler evimin içine girdiler. Tamamiyle tahrip ettiler. Evimin önünde duran jandarmalar ise hiç bir müdahalede bulunmadı. Bu hadisede evim değil, tahrikçiler muhafaza edildi. Babam ve annem 80 yaşındaydı. Yataktan atılmış ve gece yarısı yatakları dahil her şeyi tahrip edilmişti. Başbakanlık müsteşarı Salih Korur evimin halini gözleriyle gördü. Saldırganların sarf ettikleri cümleler de şunlardı: ‘Kırın, yıkın mebusun evini bedavadan para alıyor’.

Güvenlik kuvvetlerinin önlem almaması konusunda soruları cevaplayan Başbakan yardımcısı Fuat KöprülüBu hadiseden hükümet önceden haberdardı. Ona göre bazı tertibat da almıştı. Fakat hadisenin günü ve saati belli değildi” diye açıklama yaparak ağzındaki baklayı çıkardı.

ABD’nin İstanbul konsolsu Arthur Richard raporunda “Polis hiçbir şey yapmadan

durdu, bir sürü dükkanların yağma edilişini gözlerimle gördüm” dedi. Trabzon milletvekili Selahattin Karayavuz 12 Eylül 1955’de TBMM’de yaptığı konuşmada “Asıl safha bir tertiptir. Yunanistan’da muhterem Atatürk’ün evine atılan bomba hadisenin işaretinden başka bir şey değildir. O işaret üzerine buradaki fesat unsurları harekete geçirmiştir” diye gerçekleri işaret ediyordu.

Fenerbahçe’nin Rum asıllı efsane oyuncusunun başına gelenler için ne dersiniz? Büyükada’da bulunduğu evde saldırıya uğradı. Her gün çay içtiği, sohbet ettiği komşuları tarafından evi taşlandı. İçeri girmeye çalıştılar. Lefter silahıyla kapıda sabaha kadar nöbet tutmak zorunda kaldı. En yakın arkadaşları “vurun şu gavura” diye bağırıyorlardı. Lefter’in evinin basıldığını okuyan Fenerbahçeliler hemen Kartal’dan motora binip adaya koşturdular. Evinin önünde barikat kurdular. “Sana bunu kim yaptıysa söyle haddini bildirelim” diye isim sordular. Hepsini tek tek tanıdığı halde kimseyi ihbar etmemiş. Lefter Fenerbahçelilerin verdiği destekten güç almış, “her toplumda böyle şey olur” demiş.

Dostluk, dayanışma, ezilene yardım etme, zor günlerde destek verme ile komşusuna ihanet etme, arkadan vurma, fırsatçılık olaylarına 6/7 Eylül olaylarında insanlar tanık oldu. Bazı yerlerde bir kısım müslüman, hristiyan olan komşularını ihbar ederek yağmacılara yol gösterdiler. Bir kısmı ise ne pahasına olursa olsun komşularını korudu. İşte bunlardan biri olan kapıcı Mehmet bütün gece  elinde Türk bayrağı ile kapının önünde oturdu. Gelen kalabalıklara “burada Rum yok” diyerek geri çevirdi.

Markaris edebiyat öğretmeninin kendisine “Petro bilmeni isterim Halkım adına utanıyorum ve senden özür diliyorum” dediğini hiç bir zaman unutmadı. Büyükada’da yanlışlıkla saldırıya uğrayan bir otelin müdürü, kaymakamı arayarak önlem alınmasını ve saldırıların durdurulmasını istemiş; Kaymakamın cevabı “Nasıl olur sizin otel listeye dahil değildi” olmuştur.

Bunun için Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, aynı zamanda Özel Harp Dairesi başkanlığı yapmış olan Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu bir röportajında “Ne mükemmel özel harp harekatıydı amacına da ulaştı” demiş, bir anlamda devlet organizasyonu olduğu itirafını da yapmıştı.

Resmi olarak ise TBMM’de 1990 yılında çıkarılan bir yasa ile idam edilen Menderes ve arkadaşlarının itibarı iade edildi. 1955 yılında yaşanan olaylar bir anlamda savunuldu ve aklandı. Bugün ise R. T. Erdoğan bu katilleri “demokrasi şehidi” olarak anıyor.

 

6-7-eylul-1955-olaylari-4Sonuç olarak

6/7 Eylül olaylarında göçe zorlanıp, vatanlarını terk eden azınlıkların yerlerini, işgal, tehdit ile Türk burjuvazisi almıştır. Baskı ve katliamlarla dolu cumhuriyet tarihi sadece azınlıklara değil başta Kürt ulusu ile Alevilere aydınlara, solculara, komünistlere kendinden olmayan herkese zulüm uygulamıştır. İnsanlığa karşı işlenen suçlar ile yakın geçmişte işlenen kitle katliamları, işlenen her cinayet için devletin önündeki tek görev yüzleşmekten başka bir çare yoktur. Aksi hallerde bu tür olayların önüne geçmek mümkün değildir.

AKP iktidarı Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini yok etmek için Açılım veya Paket’ler

ile oyalamaya zaman kazanmaya devam etmektedir. Mısır, Suriye, Irak… Ortadoğu barut fıçısına dönüşmüş durumdadır.sadece bir kıvılcım savaşların çıkmasına yeterli olacaktır. Savaşın baş kışkırtıcısı, Arap halklarının düşmanı, her mazlumun ölümünden sorumlu Recep Tayip Erdoğan (Kimyasal Recep)’dır.Emperyalist devletlerin taşeronluğuna soyunan Erdoğan akan kandan sorumlu olup tarihin yargısı önünde elbet bir gün mutlaka hesap verecektir.

Hak ve özgürlüklerin elde edilmesi için yapılan BARIŞ görüşmelerinde süreç ha tıkandı, ha tıkanacak derken geçilen hassas süreçte Kürt savaşçılarının Bitlis’in Ölek köyü Şehitliği ile Nusaybin Bağok dağında bulunan Ağit Suruç Şehitliklerine yapılan saldırılar ve Şehitliklerin yok edilmesi, hatta bir cenazenin çekilip çıkarılması kabul edilebilir gibi değildir. Hiçbir dinin, kendine insanım diyen hiç bir vicdanın kabul edebileceği bir olay değildir. Bu vahşeti uygulayan devletten Barış, Hak, Adalet beklemek mümkün değildir.

Özgür  Gelecek

 

 

 

 

 

 

1539 kez okundu.

Check Also

Türkiye hapishanelerindeki politik tutsaklarla dayanışma amacıyla, Mannheim’da “Özgürlüğün Sesi” bir kez daha sergilendi

Türkiye hapishanelerindeki politik tutsaklarla dayanışma amacıyla, “Görülmüştür Kolektifi” ve “Red Fotoğraf Grubu” ile birlikte hazırlanan …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir