Sürgünde 50 yıl, Artı Gerçek’te 4 yıl…
İlk yazımda yayına başlayışını “Sürgün tarihimizde ‘hayırlı’ iki yeni olaydan biri” olarak nitelediğim Artı Gerçek dört yıllık yayınıyla bunu tamamen doğruladı
Doğan Özgüden
(Artı Gerçek, 4 Şubat 2021)
Türkiye daha kaç on yıl vatandaşlarının, ister genç, ister işçi, ister köylü, ister memur, ister Kürt olsun, son derece haklı istemleri karşısında baştaki iktidarın böylesine insanlık dışı vahşet uygulamalarına sahne olacak?
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, öğretim üyelerinin kayyum rektör atanmasına karşı haklı direnişini, buna karşı Kadıköy’ün ara sokaklarına kadar inen polis gaddarlığını ekranlarda izlerken yarım yüzyıl önce yaşadığım 1960’taki 28-29 Nisan direnişini, ardından Türkiye İşçi Partisi’nin 60’lı yıllardaki sınıfsal muhalefetini, gençliğin 1968 başkaldırışını, işçi sınıfımızın 1970’deki tarihsel 15-16 Haziran direnişini düşündüm.
Her defasında baştaki iktidar, ilkinde Menderes’in Demokrat Parti‘si, ikinci ve üçüncüsünde Demirel’in Adalet Partisi, dördüncüsünde ise kapitalist sınıfa entegrasyonu tamamlanmış Türk Ordusu‘nun tıpkı bugün olduğu gibi, hak arayıcılarına devlet terörünün tüm araçlarını kullanarak nasıl saldırdıklarını, bu terörü haklı göstermek için nasıl binbir provokasyona başvurduklarını anımsadım.
Yarım yüzyıl sonra, Tayyip’in başını çektiği AKP-MHP iktidarı, tıpkı 2013’teki Gezi direnişi karşısında olduğu gibi, günümüzdeki Boğaziçi direnişi karşısında hak arayışını ezmek için klasik devlet terörüne ek olarak bir başka alçaklığı kullanıyor: Provokasyonlar…
Mehmet Y. Yılmaz dün t24′te yayınlanan “Provokatör iş başında” başlıklı yazısında büyük bir isabetle teşhisi koyuyor: “Boğaziçi Üniversitesi’nde önceki gün yaşananlar, rejimin ‘hır çıkarmak peşinde olduğunu’ açıkça gösteren bir örnek oldu. Polisin, yolda sakince yürümekte olan öğrencilere karşı tutumu bunun kanıtı. Olay anında çekilen videolarda açıkça görülüyor: Polis kılığındaki provokatör, durduk yerde öğrencilere ‘dalıyor’! Artık şunu kesin olarak söyleyebilirim: Ya Emniyet’te yuvalanmış, tıpkı Gezi’deki Fethullahçı polisler gibi bir çete, bu işi çomaklıyor. Ya da yukarıdan bir talimat gelmiş, ‘olay çıkarın’ emri verilmiş.”
Amaç belli… Kitle desteği hızla eriyen partisini iktidarda tutabilmek için tıpkı 2015 seçimleri öncesinde olduğu gibi gerilimi tırmandırıp, olası bir erken seçime yeniden “vatan kurtaran aslan” cakasıyla girmek…
Ayrıca, muhalefet partilerinin son zamanlarda “güçlendirilmiş parlamenter sistem” arayışına girmiş olmalarından rahatsız olan Erdoğan-Bahçeli ikilisinin zaten fiilen yürürlükte olan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi“ni anayasa değişikliğiyle “yasal” kılma arayışında olduğu zaten malumdu…
Boğaziçi direnişi karşısında binbir provokasyona başvurarak gerilimi tırmandıran Erdoğan, son olarak kankası Bahçeli’nin de desteğiyle zaten anti-demokratik hükümlerle dolu 12 Eylül Anayasası’nın yerine tüm kurumları ve sistemi “tek adam diktası”na uygun bir Teşkilat-ı Esasiye‘yi Türkiye’ye dayatma hesabını resmen açıkladı.
Dahası, son yıllarda yoğunlaştırdığı devlet terörü ve üç kıtadaki Türk-İslam fetihleri yüzünden ilişkilerinin gerginleştiği Avrupa Birliği ve ABD‘ye bir yandan göz boyayıcı takıyye mesajları yollarken, öte yandan uyguladığı terörü “anlaşılabilir ve kabul edilebilir” kılmak için daha başka provokasyonlara başvurmaktan çekinmeyeceği ortada.
70’li yılların başında birçok devrimci gencin hayatına mal olan devlet terörüne paralel olarak polis provokasyonlarının da yoğunlaşması üzerine, Lenin’in yoldaşlarından enternasyonalist devrimci Victor Serge‘in 1925’de yazmış olduğu, polis tertiplerinin iç yüzünü anlatan Militana Notlar – Polis tertiplerinin içyüzü adlı ünlü eserini yayınlamıştık.
Victor Serge bu kitabında “Rus gizli polisi Okhrana‘nın en önemli mekanizması, kuşkusuz, kaynakları ilk devrimci savaşlara dayanan, 1905 Devrimi’nden sonra olağanüstü bir gelişme gösteren ve gizli ajansadıyla anılan provokasyon servisleridir. Jandarma subayı adıyla anılan, özel seçilen ve eğitimden geçen polisler, provokatör ajanlar toplamakla görevlendirilmişlerdi. Meslekte ilerleme bu konuda elde edilen başarıya bağlıydı. Toplanan bilgiler dolgun maaşlı uzmanlar tarafından değerlendiriliyor, dosyalanıyordu” dedikten sonra devrimcilere bu provokasyonlardan korunmak için önemli öğütler veriyordu.
Militana Notlar, dergimizin 12 Mart 1971 darbecileri tarafından yasaklanması ve hakkımızda yakalama emri çıkartılmasından önce yayınlayabildiğimiz son iki kitaptan biriydi, diğeri de Kürt Tarihi – Şerefname’nin ikinci cildiydi.
Victor Serge de, Karl Marx ve Victor Hugo gibi Belçika’da iz bırakmış ünlü isimlerden…
Çarlık döneminde sürgüne çıkmak zorunda kalan anarşist bir Rus ailenin çocuğu olarak 1890 yılında Brüksel’de doğmuş olan Victor Serge‘in asıl adı Victor Lvovich Kibalchich… İlk gençlik yıllarında anarşist hareketin militanı olan ve Belçika polisiyle başı derde giren Victor Serge, uzun süre Fransa ve İspanya’da bulunduktan sonra 1919 yılı başlarında ailesinin anayurdu Rusya’ya giderek Bolşevik Partisi‘ne katılmıştı. Sadece siyasal değil aynı zamanda edebi eserler de yazmış bulunan Victor Sergedevrimin birçok önemli isminin Moskova duruşmalarında yargılanarak mahkum edilmesine karşı çıkmış, 1936’da Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra çalışmalarını yeniden Belçika ve Fransa’da sürdürmüş, 1940’ta bu ülkelerin Nazi Almanyası tarafından işgali üzerine Meksika’ya göç etmiş, 1947’de orada yaşama veda etmişti.
*
Victor Serge‘den bahsederken kaçınılmaz olarak 50 yıl öncesini, 12 Mart sonrası günlerde sıkıyönetim tarafından kapatılıncaya kadar gerek Ant dergisini, gerekse Ant kitaplarını hangi zorluklarla boğuşarak yayınladığımızı hatırladım.
Ardından, sürgündeyken kaçak olduğumuz ilk yıllarda gizlice girip çıktığımız, legale çıktıktan sonra da Türk Büyükelçiliği’nin baskıları nedeniyle oturma ve çalışma izni taleplerimizin reddedildiği Belçika’da altı yıl boyunca gazeteci ve yayıncı olarak karşılaştığımız zorlukları da…
Tüm bunları on yıl önce hem Türkçe hem de Fransızca olarak yayınlanan “Vatansız” Gazeteci adlı kitabımda ayrıntılı olarak anlatmıştım. İki yıldır da yarım yüzyıllık sürgün yaşamımda gerek Türkiye’de, gerekse yurt dışında yayınlanan yazılarımı, bizimle yapılmış söyleşileri, röportajları Sürgün Yazıları adı altında üç ciltte bir araya getirmiştim.
12 Mart 1971 darbesinin olduğu gibi sürgünümüzün de 50. yılı olan 2021’in bu ilk günlerinde hem Sürgün Yazıları‘nın dördüncü cildini, hem de Sürgün Yazıları‘nın dört cildinden seçmelerin Fransızca çevirilerini içeren Ecrits d’exil adlı kitabı yayınlayacağız.
Fransızca kitabın son düzeltmelerini yaparken farkettim ki, sürgündeki gazetecilik yaşamımda önemli bir yeri olan Artı Gerçek‘in emekçileriyle ve okurlarıyla beraberliğim bugün yayınlanacak olan yazımla tam dört yılı doldurmuş olacak.
9 Şubat 2017’de yayınlanan “Sürgün tarihimizde ‘hayırlı’ iki yeni olay” başlıklı ilk yazıma şöyle girmişim:
“65 yıllık medya, 46 yıllık sürgün yaşamımın bu yeni yılında hem gazeteci olarak, hem de insan hakları savunucusu olarak zulmün padişahlığının ergeç yıkılacağı umudumu pekiştiren iki büyük olay: 4 Şubat’ta Brüksel’de toplanan Halkların Demokratik Kongresi–Avrupa örgütünün kuruluş toplantısı, üzerinden dört gün geçmeden 8 Şubat’ta Artı Gerçek’in yayına başlaması…”
O tarihte 46 yılı bulan sürgünümde daha önce Ankara rejimlerine karşı mücadele vermek ve dünya kamuoyunu aydınlatmak için birçok muhalif haber bülteni, dergi, gazete, radyo, internet sitesi girişiminin içinde yeralmıştım. Hepsinin mücadeleler tarihinde onurlu yerleri vardı. Ancak bu denli büyük sayıda gerçek gazetecinin sürgünde bir araya gelerek Artı Gerçek’e hayat vermeleri medya tarihimizin bir ilkiydi…
Hakkını yememek gerek… Bu aynı zamanda Türkiye’de özgür yazma ve konuşma olanağını günden güne daha da yok eden, binlerce gazeteciyi, yazarı, akademisyeni, sanatçıyı işsiz bırakarak sürgüne mecbur kılan islamcı faşist despot RTE’nin eseriydi…
Ve devrimcinin her daim iyimser olması gerektiği ilkesine sadık bir gazeteci olarak şöyle bitirmiştim: “Özgürlük ve demokrasi savunucusu gazeteci, koşullar ne olursa olsun, susmuyor, susturulamıyor. Artı Gerçek’in başarısı malumun ilamı olacak: El mi yaman, bey mi yaman?”
Artı Gerçek‘i başlatan ve bugüne kadar özveriyle yürüten arkadaşlar özgürlük ve demokrasi savunucusu gazetecilerin, koşullar ne olursa olsun, susmayacağını, susturulamayacağını kanıtladılar.
Türkiye’de 2016 çakma darbesini izleyen OHAL terörünün yüzlerce akademisyen, gazeteci ve sanatçı üzerinde baskıyı yoğunlaştırmaya başladığı günlerdeydi… Mücadeleyi yurt dışında sürdürme kararlılığındaki Celal Başlangıç, Ragıp Duran, Ahmet Nesin ve Ayşe Yıldırım‘la Brüksel’de buluştuğumuz günü unutmuyorum. Bizleri ağırlayan Güneş Atölyeleri’ndeki çalışma arkadaşlarımızIuccia Saponara, Davut Kakız ve Joz Smeets, İnci ve benim gibi mücadeleyi sürgünde devam ettirme kararı vermiş dört gazeteciyle bir araya gelmekten dolayı son derece duygulanmışlardı. Kırk yıla yakındır Türkiye’den gelen Asuri, Ermeni, Kürt ve Türk siyasal göçmenlere atölyelerimizde sosyal, eğitsel ve kültürel hizmet veren İtalyan, Asuri ve Belçikalı üç dostumuz için Türkiye’deki son gelişmeleri, bizim verdiğimiz haber ve yorumlar dışında, onu bizzat yaşamış olanlardan öğrenmek büyük önem taşıyordu.
Onlar, sürgünde onyıllardır birlikte mücadele verdiğimiz gazeteci dostlarımız Koray Düzgören veArmağan Kargılı‘nın da yer aldığı bir ekip oluşturarak bir zoru başardılar ve büyük maddi zorlukların da üstesinden gelerek Artı Gerçek‘i 2017 Şubat’ında yayına soktular.
Celal Başlangıç ilk sayıda yayınlanan yazısında “Türkiye’nin gerçekle olan ilişkisi AKP iktidarı tarafından her geçen gün daha da fazla koparılıyor. Gerçekleri dile getiren yayın organları birer birer kapatılıyor. Hâlâ yayın yapabilenler ağır para ve hapis cezalarıyla terbiye edilmek, diz çöktürülmek isteniyor. İşte bu tablo karşısında sansürsüz ve otosansürsüz bir yayıncılığı hedefledik. İstedik ki, bir an önce Türkiye’nin demokrasisini, barışını, özgürlüklerini savunanlara bu ülkede yıllarca gazetecilik yapmış olan insanlar olarak karınca kararınca bir katkı sunalım. Özgür bir medya, demokratik bir Türkiye için hepimizin yolu açık olsun” diyordu.
Bir ay sonra da görsel yayıncılıkta büyük bir atılım olan Artı TV yayına girdi.
Geriye baktığımda, 50 yılı sürgünde geçen 69 yıllık gazetecilik yaşamımın son dört yılında Artı Gerçekmüstesna bir yer tutuyor.
Türkiye’de sosyalist mücadelemizi 1964-66 yıllarında Akşam gazetesi, 1967-71 yıllarında da Ant dergisi ve yayınlarıyla sürdürmüştük.
12 Mart 1971 darbesinden sonra sürgünde tamamen kendi girişimimiz olan İnfo-Türk‘ün çeşitli dillerdeki haber bültenleri, kitap ve broşürleri dışında, gerek Türkiye’de, gerekse yurt dışında çok sayıda gazete, dergi veya ajansa yazılarımla katkıda bulunmaya çalıştım. Türkiyeli göçmenlere hitap eden çeşitli dernek ve sendika yayınlarının gerçekleştirilmesinin yanısıra, Türkiye’de yayınlanan Yürüyüş, Yurt ve Dünya, Yazın dergileriyle Özgür Bakış ve Yeni Gündem gazetelerinde, yurt dışında yayınlanan Tek Cephe, Demokrat Türkiye ve Barış/Aşıti gazetelerinde görüşlerimi dile getirdim.
Artı Gerçek en uzun süreli ve kalıcı olanı…
Sürgünümüzün bundan sonraki döneminde de, ömrümüz ve sağlığımız izin verirse, İnci’yle birlikte İnfo-Türk‘ü ilk günündeki mücadeleci içeriğiyle sürdürürken Artı Gerçek‘te sizlerle birlikte olmaya devam edeceğiz.
Yurdumuzdan uzak 50 yılı tamamlarken ikimizin de dileği, devlet terörüyle, provokasyonlarla, takıyyelerle varlığını sürmeye çalışan islamo-faşist rejimin çöküşünü ve de, yaşımız nedeniyle bizim için mümkün olmasa da, o rejimin sürgüne zorladığı Artı Gerçek‘teki meslektaşlarımızın çalışmalarını Türkiye toprağında özgürce sürdürebildiklerini görebilmek.
Hem de Artı Gerçek olarak…
48 kez okundu.