SÜRGÜN Dergisi 3. Sayısı çıktı

3-1

3

Corona sürecinin sınırlamalarından kaynaklı olarak dağıtımının yapılabilmesi olanaklarının olamadığı koşullardan kaynaklı olarak basımı geciken Dergimizin 3. Sayısı okurlarla buluşuyor.

Sürgün Dergisi 3. Sayısı ASM nin 6. Kongresi sürecinde çıkıyor.
Digital olarak 19 Aralık 2021 tarihinde, bu Pazar günü saat 13.00 de yapılacak olan 6.  Kongreye,  kurumsal dinamizm katması ve Sürgünlerin Kolektif birikimini yansıtması bakımından SÜRGÜN Dergimiz önemli bir görev üstleniyor.
ASM 5. Kongresinde alınan karar sonrası çıkartılmaya başlayan SÜRGÜN Dergisi, hatırı sayılır bir kitleye ulaşmakta ve ilgiyle okunarak, geri dönüşümleri olumlu olmaktadır.

SÜRGÜN DERGİSİ `nin PDF halini  sizlerle paylaşıyor, katkı, öneri ve eleştirilerinizi bekliyoruz.

*

SÜRGÜN`den,

 

Değerli Okuyucular,

3. Sayımızla yine sizlerle birlikteyiz. Avrupa Sürgünler Meclisi`nin yayın organı olan SÜRGÜN Dergisi, son 2 yıldan beri yaşanan Covid 19 nedeniyle aynı kaderi paylaşan birçok çalışma gibi düzenini aksattı. Bu sadece Sürgün Dergisi’nin yayınlanabilmesi ile ilgili değil, kurumumuzun toplantı ve etkinlikler yapabilmesini de engelleyen bir faktör olarak önümüze dikildi.

Dergimizin yayın ve dağıtımının, yani okuyucuya ulaştırılması olanaklarının bir hayli sınırlandığının farkındayız. Ancak yine de Sürgünler cephesinde yaşanan birçok sorunu kamuoyuna taşıyabilmek ve bu konudaki duyarlılığı geliştirip koruyabilmek insan hakları mücadelesi için bu önemli mevziyi terk etmemek zorundayız. Açıktır ki özüyle (hangi isimle anılırsa anılsın, kaynağıyla, nedeniyle, muhatabı ve sorumlusuyla) aynı olan sömürü sistemlerinin bir ürünü olan sürgünlük için yayın organımıza daha fazla gereksinim olduğu bir tarihsel dönemi yaşamaktayız. Bu nedenle önümüzdeki dönemde, oluşturabildiğimiz her aracı kullanarak bu çabayı yaygınlaştırarak ve derinleştirerek, katkıda bulunan dostlarımızın, alana ilişkin çalışmalara sahip olan akademisyen ve araştırmacılarımızın katkısını daha fazla isteyerek, çağımızda insanlığın en büyük yüz karası olan bu konuya dikkat çekmek için çabamızı eksik etmeyeceğiz.

Açıktır ki yaşamı ve toplumu ilgilendiren her konunun alt yapısını oluşturan temel faktör egemen sınıflar ile sömürülen ezilen emekçi sınıflar arası çatışmadan kaynaklanmaktadır. Ülkeler arası çatışmalar, aynı ülke sınırları içerisinde halklar arasında ulusal, dinsel, mezhepsel ya da daha başka ayrılıklar arası özellikle yaratılmak istenen, kışkırtılan iç savaşlar, çatışmalar, mahalle baskıları ve hepsinin sonucu olarak yaşam alanlarının kitlesel olarak terki, yani zorunlu göç, yani sürgünlük. Günümüzde yoksullar ve açları oluşturan alt sınıflar ya da emekçi sınıflar dünyanın çok çok büyük kısmını oluştururken, kâr amaçlı üretimi nedeniyle küresel iklim de bir felaket haline dönüştüren bu sömürü sistemi, büyük yıkımı görmesine rağmen “kâr, daha fazla kâr” ihtirasından kendini koparamamaktadır. Dünyada toplamı 2000 civarında olan büyük sermaye grubunun dünyadaki endüstriyel üretimin neredeyse yüzde 90’ını üretmesi savaşların, işgallerin ve daha iyi yaşam koşulları için yapılan gönüllü ya da zoraki göçlerin yani sürgünlüğün giderek katlanarak arttığı bir süreçteyiz. İşgal, savaş, çatışma, ekonomik zorluklar, politik baskılar, tutuklama, işkence, katliam, insan hakları ihlalleri, açlığın sayısal olarak hızla artması milyonların göçünün temel nedenini oluşturmaktadır.

Sürgün, mültecilik ve göç sorunları özelikle II. Dünya Savaşı sonrasında daha bir hukuksal tabanına oturtulmuş, daha sonraki süreçte ise bu haklar insan hakları mücadelesi içerisinde geliştirilerek yönünü belirlemiştir.

Adı nasıl konulursa konulsun, mültecilerin, yani sürgünlerin uluslararası alanda birçok sözleşme ile hukuken korunmaya alınmış olan hakları, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilk dört temel maddesine dayandırılır:

Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Madde 3: Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

Madde 13: Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.

Madde 14: Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.

Mültecilerin doğrudan ya da dolaylı korunmasına ilişkin günümüzde de hukuken geçerli olan düzenlemeler esas olarak 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde ve BMMYK Tüzüğü’nde yer alır.

Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi 1951 Temmuzunda kabul edilmiş ve 1954’te yürürlüğe girmiştir. Mülteciliği tanımlayarak, doğrudan koruma mültecilerin, ayrımcılığa maruz kalmama, özgürlük, kişi güvenliği gibi temel insan haklarının korunmasına ilişkin koruma önlemlerini ifade etmektedir.

14 Aralık 1950 tarihli BMMYK Tüzüğü, “mültecinin hayatı veya özgürlüklerinin tehlike altında olacağı bir ülkeye geri gönderilmesinin önlenmesi, mülteci statüsüne ilişkin karar verilmesi, sığınma sağlanması, ülkeden atılmanın önlenmesi, kimlik ve seyahat belgeleri, ülkeye gönüllü olarak geri dönmenin kolaylaştırılması, aile birleşimlerinin kolaylaştırılması, eğitim kurumlarına giriş garantisi, çalışma hakkı ve diğer ekonomik ve sosyal haklardan yararlanma garantisi, yurttaşlığa kabulün kolaylaştırılması” gibi konularla özel olarak ilgilenmekle yükümlüdür.

Uluslararası hukukta mültecilere yönelik kalıcı çözümlerin üretilmesi ve mültecilerin korunması adına ilk koşul ise “geri göndermeme (non-refoulement = bir mültecinin hayatı ve özgürlüklerinin tehlike altında olacağı bir ülkeye geri gönderilmemesi)” ilkesidir.

Mültecilik olgusuna yönelik diğer önemli uluslararası sözleşmeler de şunlardır:

1967 tarihli Birleşmiş Milletler Ülkesel Sığınma Bildirisi (Devletler için tavsiye niteliğindedir. Bağlayıcılığı yoktur.)

1976 tarihli Cenevre Sözleşmesi’ne Ek Protokol (New York Protokolü): 1951 Sözleşmesi’nde yer alan zaman ve coğrafi kısıtlamaları kaldırmıştır.

Bunların dışında bölgesel olarak şu belgeler de konu bakımından büyük öneme sahiptir:

Afrika’da Mülteci Sorunlarının Özel Yönlerini Düzenleyen 1969 Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi. (Bu sözleşme, 1951 Sözleşmesi’nin mülteci tanımına “dış saldırı, işgal, yabancı hakimiyeti ve kamu düzenini ciddi şekilde rahatsız eden olaylar” nedeniyle ülkesini terk eden kimseleri de katarak tanımı genişletmiştir. Ayrıca mültecilik için 1951 Sözleşmesi tanımında yer alan “haklı bir zulüm korkusunun varlığı” şartını da kaldırmıştır.)

1984 tarihli Cartagena Bildirisi, 1980’lerde Orta Amerika’da yaşanan iç savaş ve beraberindeki mülteci krizi sonrasında düzenlenen “Orta Amerika, Meksika ve Panama’daki Mültecilerin Yasal ve İnsancıl Problemlerden Korunması Hakkında Uluslararası Konferanslar Dizisi” sonrasında kabul edilmiştir. Bildiri önceki sözleşme ve bildirilerdeki mülteci tanımlarını biraz daha genişletilerek; “yaygın şiddet, dış saldırı, iç çatışmalar, yaygın insan hakları ihlalleri ya da kamu düzenini ciddi biçimde bozan diğer durumlardan dolayı yaşamları, güvenlikleri ya da özgürlükleri tehdit altında olduğu için ülkelerinden kaçan kimseler” olarak tanımlanmıştır.

Özet olarak söyleyecek olursak: İnsanca ve özgürce güvenceli bir ortamda yaşama isteği en temel insan hakkıdır. Oysa yaşadığımız yıllarda bu hakkın gaspı üstelik devlet şiddeti uygulanarak sürdürülmekte; bu hak arayışı içerisinde olan yoksul halkların çaresiz insanları, çok sayıda ölümlerle, istismar ya da taciz-tecavüz olaylarıyla yüz yüze kalmaktadır.

Savaş, baskı, takip, işkence ve ekonomik nedenlerle yaşam alanlarını terk ederek zorlu ve tehlikeli bir belirsiz yolculuğa çıkan ezilenler, mültecilik  hakkını kullanmak için Avrupa sınırlarına geldiklerinde engellenmekte ve kurtulmak için kaçtıkları insanlık dışı eylemlerle yeniden karşı karşıya kalmaktadırlar. Yaşam, barınma ve korunma hakları hiçe sayılarak, polis asker ya da özel güvenlik ( Frontex) gibi güçlerle baskı ve zorla engellenmektedir.

Polonya sınırlarında yaşanan trajedi, insanlığın görebileceği en çirkin insan davranışının politik biçimde devletler eliyle biçimlenmiş hali olarak sergilenmektedir. İnsanlık, televizyonları üzerinden sınır boyunca tutulan sürgünlerin ölümlerini artık her gün izlemektedir. Oysa biliyoruz ki, “kâr, daha fazla kâr” sapkınlığından kurtulmuş bir dünyada, “insan için üretim” , üzerinde yaşayan insanlığın onlarca katını besleyebilecek olanaklara sahiptir.

Mücadele etme ve hak arayışının sesi olma gayretiyle,  Sürgünlerin mütevazi sesi olmaya amaç edinen SÜRGÜN Dergimizin 3. sayısına; katkı veren emek harcayarak yazı yazan bütün arkadaşlarımıza;  dergimizin dizgi ve mizanpajını gönüllü olarak yapan Mayıs Kolektif emekçilerine, derginin dağıtımını gönüllü olarak üstlenen bütün dostlarımıza SÜRGÜN dergisi olarak teşekkür ediyor, sizlerle tekrar buluşmanın sevinciyle; eleştiri, öneri ve katkılarınıza açık  olduğumuzu bir kez daha yinelemek isteriz. Saygılarımızla.

SÜRGÜN DERGİSİ Yayın Kurulu
Aralık 2021

 

256 kez okundu.

Check Also

Celal BAŞLANGIÇ Köln`de Sonsuzluğa Uğurlandı

Sürgünde bir yürek daha sustu! Yıllarca basın özgürlüğü için mücadele eden Celal BAŞLANGIÇ’ı dünya basın …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir