Birer birer gidiyor insanlarımız.
Tanıdıklarımız, tanımadıklarımız.
Hem de dünya abartısız bir İnsanat Bahçesine çevrilmişken!
Hayvanat bahçelerindeki hayvanlar dahi daha büyük bir itinayla korunurken; minicik minicik insancıklar, çocuklarımız dahi pandeminin sarmalına kaptırılmışken!
Ufuk gitti, daha yeni.
Ardından, “Bizi diri diri yaktılar!” haykırışıyla bildiğimiz Birsen bize veda etti.
Daha nice tanıdığımız, tanımadığımız, şu iki gün içerisinde hem de.
***
Olağan yaşamlardan gelmedik biz.
Sürgündeyiz!
Ve memleketimizdeki insanların ekmeksizlikten, elektiriksizlikten haykırdığı; pandemi neymiş ki, evine ekmek götüremeyişinin haykırışlarıyla sokağa döküldüğü günlerden geçmekteyiz.
İnsanların patır patır tutuklandığı, değil günlerden, sonu gelmeyen yıllardan geçmekteyiz.
Mahpusların, “ölü bulundu” denilerek apaçık katledildiği bir dönemden geçmekteyiz.
Yine ve kadermişçesine, dünyanın hep aynı kara parçalarının kimyasal silahlarla bombalandığı, ateşler altında kalan halkların, Kürt Halkı’nın haykırışlarını dinlediğimiz, bu saldırıları protesto ettiğimiz günlerden geçmekteyiz.
Ve açlıktan, susuzluktan, aşısızlıktan kırılan; haber dahi alamadığımız coğrafyalarda yaşayan halkların sızısındayız.
Yani hiçbir zaman olağan yaşamlar süremeyecek olanlarız.
Sürgündeyiz!
***
Biz; “İnsanları seviyorum” diyen bir kültürün mirasçılarıyız.
Alın size Nazım Usta. Herkesin ortakça andığı Nazım Usta! Sovyetler Birliği döneminde, görevli olarak gittiği yerde eserleri yasaklanan Nazım Usta. Ve Paris’te bulunduğu dönemlerde, Fransız bir gazetecinin “Eserlerinize sansür mü geldi?” sorusuna, “Mücadele. Hatalar da olur, haksızlıklar da. Adı üzerinde mücadele! Her şeye rağmen yapabildiklerimizle yolda yürümek, yılmadan yürümek; taa ki insanlığın o güzel yarınlarına ulaşıncaya dek!” der ve kapatır.
Çevresindekiler için, daima üreten bir IŞIKTIR-AYDINLIKTIR!
Yılmaz Güney. Seçme Yazıları’nda vardır eleştirileri.
Ancak çıkar meydanlara ve sadece sanatıyla icra ettiği davasına adar kendini.
Seçme Yazıları’nda, Avrupa’da düzeltmek istediği noktalara değinir. Hem de beyni-yüreği parçalana parçalana, büyük bir acıyla. Nice toplantılardan, masaları devirerek, kapıları çarparak çıkar. Bunları kendisi yazar. Buradaki insanların yüreklerinin çarpışının temposunu hep yetersiz, heyecansız, coşkusuz bulur. Ancak bunu sadece yoldaşlarına aktarır. Kapıdan çıktığı anda, çevresindekiler için daima bir UMUTTUR!
Bu örnek yaşam tarzlarını tutturabilenlerimiz de vardır, tutturamayanlarımız da.
Yaralandığında sarmaya gücü yetenlerimiz de vardır, yetmeyenlerimiz de.
Hele ki sürgünde!
***
Biz; “İnsanları seviyorum” diyen bir kültürün mirasçılarıyız.
Biz; “Kiminle ortak iş yaparsam, onunla düşmanlaşmak benim kaderim. Sonra da kendi yoluma bakarım” diyen bir kültürün karşıtlarıyız.
Karşı olduğumuz bu kültür; kapitalizmin iliklerimize dek sirayet ettirdiği, adeta enjekte ettiği ve sürekli, ama önce kendimizde mücadelesini vermemiz gereken bir kültür.
Medyanın, sosyal medyanın körüklediği, haber programlarından tutalım da dizilere dek aynı tornadan çıkmışçasına yayılan bu kültüre, cehalet iksirine, yani; öfke, nefret, yalan, komplo, güvensizlik, sevgisizlik, bireycilik gibi zehirlere panzehir olma yollarında düştük bu yaşamlara.
Bu yüzden buralardayız, bu yüzden biz sürgünleriz!
Unutmayalım!
İşte bu asırda, abartısız bir İnsanat Bahçesi içerisinde yaşadığımızın farkındalığıyla, henüz yaşarken omuzomuza olmayı başaralım.
Ölündükten sonra, “Nasıl bilirdiniz?” sorusunu soran cami imamları kültürüne prim vermeyelim. Yaşarken sevgi tohumları atalım yüreğimize. Bu tohumlar yeşerir ya da yeşermez, toprak her daim verimli hale getirilebilir. Önce biz, bu tohumları üretmekten ve toprakla buluşturmaktan asla vazgeçmeyelim.
***
Olağan yaşamlardan gelmedik!
Ve hepimiz artık ya orta yaş kuşağına merdiven dayayanlarız, ya da ileri yaşlarımız içerisine dalanlarız.
Ne birilerine sitem etme, ne birilerini karalama, ne de birilerini mağdur gösterme lüksüne sahip bir dünya gerçekliğinde değiliz.
Bakın İnsanat Bahçesindeyiz! Mini mini bebişler bile pandemi sarmalına teslim edilmiş vaziyette! Bir beş yıl sonrasını tasavvur etmemiz dahi imkânsızlaştı!
Bu kültür bizim kültürümüz değil. Bu kültür hepimizin, ama hepimizin ortakça hep bir ağızdan andığı gidenlerimizin kültürü değil.
Kendimiz hatırlayalım. Kendimizi kaybetmeyelim.
Ki, bizden önce insanlık davasına baş koyanların miraslarını bizden sonrakilere de onurlu bir başla, sevgi dolu bir yürekle taşıyabilelim.
Katliamlar yaşadık. Yanıbaşımızdan sedyelerle bedenler çıkarıldı. Ve ben bu sahnelerden sevgiyle kalmayı, nefrete-öfkeye prim vermemeyi, yüreğimde yeşerirlerse yok etmem gerektiğini öğrendim.
Sevgiyle ve omuzomuza kalalım; ki toplumun her kesiminin iliklerine kadar sirayet etmiş olan öfke, nefret, en ufak bir farklılıkta didişme-birbirine düşme kültürüne karşı, BİZİM-HEPİMİZİN dediğimiz kültürümüzü yeşerten olabilelim…
Birer birer dökülüyor yapraklarımız. Fidanları umutla sulamak boynumuzun borcu.
Bu İnsanat Bahçesinde, kurumadan-kurutmadan yeşertmemizin tek yolu bu.
Tanıdık, tanımadık; derin bir yürek sızısıyla ve sevgiyle anıyorum tüm gidenlerimizi!
462 kez okundu.