Zaman, tarihin başlangıç kabul edildiği günden beri durmaksızın ilerliyor. İnsanın kendi anatomisine,gezegenimize,deniz doğa ve canlı yaşamına ilişkin bilgileri her gün daha da artıyor. Bütün bilim dalları,teknik zamanla at başı bir hızla yarış halinde gelişiyor. insanlığın birikimi; dünyamızın oluşumu,ilk canlı oluşumu,insanlığın öncesine ilişkin yeni bulgularla-kanıtlarla bilinenleri değiştiriyor, ezberleri bozuyor.Bunlar yazının bulunuşu, tekerleğin icadı,paranın kullanımı vb. kadar altüst eden devinimlere yol açmasa da insanlığın birikimini nitelik olarak olarak farklılaşıyor.
Zamanın kendi döngüsünde hiçbir şey kesin ve doğru değil iken değişim mutlak,gelişim ise göreceli bir şekilde hız alıyor. Bilimsel alanda fizik ve matematiğin kanunları kendi bütünselliği içinde işleyip sürerken,toplumsal ve sosyolojik alanlarda insanlığın buna paralel bir süreç izleyerek ilerlediğini söylemek ise hayli zor.
Milenyum çağı olarak adlandırılan bu zaman diliminde;yaşı 4,54 milyar yıllık dünyamızın, üzerinde üzerinde yaşayan 8 milyarı aşkın insan nüfusunu besleyip yaşatacağı sürenin,olağan süreden daha hızlı bir ölçekle kısaldığını net bir şekilde biliyoruz.German Watch;Küresel Ayak İzi ağınının (GNT) araştırmalarına dayanarak yaptığı açıklamalarında yenilenebilir kaynakların bir yıl içinde tüketilmiş olması için öngörülen tarihten yani yılın bitmesinden beş ay erken dolduğunu belirttiler. Başka bir deyişle,dünya kaynaklarını bu hızla tüketirsek sadece Almanya için 1.7 dünyaya daha ihtiyacımız var. Bütün ülkeler için hesaplama ise korkunç.
Doğal yaşamı bitki çeşitliliğini – örtüsünü dizginsiz bir şekilde tahrik ediyor sonra doğal koruma alanı ilan ediyoruz . Bozduğumuz ekosistemde tükenmekte olan hayvan isimlerine yenilerini ekleyip sonra da nesli tükenme tehlikesi altında diye statü veriyoruz.
Hızlı endüstriyel üretim,fosil yakıtların tüketimi,Sera gazlarının atmosfere salınımı, ormanların yok edilmesi, siyanürlü maden arama teknikleri, akarsular üzerinde kurulan hidroelektrik santralleri, aşırı tüketimin ortaya çıkardığı her türlü çöp ve ortadan kaldırılma sorunu, Nükleer atıkların deniz ve toprağa verdiği ölümcül ve geri dönülmez zararlar ile bir bütün olarak, bir önceki çağın döllendirip geliştirdiği ,şimdi 21. yüzyılda ,nurtopu gibi devasa bir sorunumuz oldu; iklim değişikliği.
İklim değişikliği ile dünyanın ısısının yükselmesi, buzulların erimesi ,aşırı yağışların yol açtığı seller, toprak kaymaları, fırtınalar,orman yangınları doğal afet olmaktan çıkıp şiddetli ve yıkıcı bir şekilde kabus gibi yaşanır hale geldi.
Buzullardaki erimenin artması, deniz suyu seviyesinin yükselmesi ada ülkelerinin sular altında kalarak kaybolması sonucunu doğuruyor. Artan yüzey ısısıyla çözülen donmuş topraktaki virüslerin uyanması ve neden olacakları salgın hastalık gibi sorunlar da henüz varsayım olarak önümüze geliyor.İklim değişikliği,yaşanan ve yaşanacak olan bir dizi sorunun nedeni olarak karşımızda duruyor.
Sınıflar ayrımıyla beraber ezen-ezilen çelişkisinin başlaması,emeğin sömürülmesi; insanda iktidar olma hırsını,egemenlik kurma fikrini geliştirir.
Devletler tarih sahnesinden çıkar, sanayi gelişir, artı diğer ile birlikte sermaye birikimi ve uzak ülkeleri taşınması ile yağma ve sömürge savaşlarını körükler. Ezilen dünya haklarının baş belası kapitalizm ve emperyalizmin doğuşu.
Sınıf mücadelesi tarihi olarak adlandırdığımız insanlık tarihinde;emperyalist paylaşım savaşları, bölgesel iç savaşlar, ilhak ve işgaller yanında, zalimin zülmü varsa mazlumun da direnişi var misali ,zulmün olduğu yerde direnmek- isyan etmek haklıdır anlayışıyla değişik kıtalarda ,farklı ülkelerde ,devrimci ya da ulusal karakterde haklı direnişler,bağımsızlık savaşları,devrimci savaşlarda yaşanmış,üreten emekçi sınıfların iktidarını kurmak için mücadeleler verilmiştir.
Bu mücadeleler içinde, ilk karşı çıkışın karşılığında, asi insanın payına düşen, bir ceza biçimi olarak sürgün olgusunu görürüz.
Sonrasında değişik biçim ve şekillerde,kimi zaman zorla,kimi zaman gönüllük görüntüsünde ama mecburen ,yasal ya da gayrimeşru ,özünde göçü barındıran sürgünlüğe tanıklık eder insanlık.
Zamanın döngüsünde ilkçağlardan milenyuma uzanan,bitmeyen, içe geçmiş bir olgudur,göç ve sürgünlük.
Normal şartlarda, kültürel çeşitlenmeler için iyi bir fırsat iken,toplumsal çelişkiler için dezavantajlı bir realitedir.
Emperyalist çelişkilerden doğan günümüz savaşlarının yaşandığı bölge ve ülkelerde,sebep olduğu can kayıpları,ekonomik tahribatlara ek olarak,kültürel ve sosyal alanda yaşanan yıkımlar, insanın güvenli liman arama çabasında savaş göçmenlerini ,savaş sürgünlerini çoğaltıyor.
Komünist ve devrimci örgütlerden,ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten örgütlerden,dikta rejimlerinden kaçan aktivistlerin,muhaliflerin,savaş karşıtı vicdani retçilerin, kapitalizmin ekonomik krizini derin yaşayan yoksul ve geri kalmış ülkelerden emekçilerin, konforlu ve zengin bir yaşam isteğiyle yetişmiş kalifiye elemanların, dinsel baskıya maruz kalanların, etnik ayrımcılığa uğrayanların, cinsel kimliklerinden dolayı ötekileştirilip yalnızlaştırılanların, haklarında ölüm fetvaları verilenlerin, yaşadıkları ada ülkelerinin sular altında yitip gitmesinden dolayı yeni bir toprak arayanların, kadın erkek çocuk hatta annelerinin karnında doğmamış bebeklerin ortak noktasıdır sürgünlük -göçmenlik gerçeği.
Bilgisayar dünyasında yapay zekanın her alanda kullanıldığı, kuantum bilgisayarları arasında ışınlanma yoluyla veri transferinin yapıldığı,baş döndürücü teknik ilerlemelerin ışığında, zaman ilerlemeler kaydederken, İnsanlığımız; savaş bölgelerinde tecavüz edilip,pazarlarda satılan Yezidi kadınların utancında;Akdeniz’in soğuk sularında boğularak ölen ,cesedi kıyıya vuran çocukların günahında;bu yetmiyormuş gibi Almanya’nın başını çektiği Avrupa Devletleri’nin sınır ve kara sularının güvenliğini sağlama kılıfı altında,göçmen botlarının geri itilmesi uygulamasını kararlaştırarak ,göçmenlerin sığınma ve yaşam hakkını ,göz göre göre çiğnediklerinde; sınırda bekletilerek işkence edilen,açlıktan ve soğuktan ölenlerin ülkesi Macaristan’ın,göçmen olmayan tek ülke olarak, 61. güvenlik toplantısında övünç kaynağı olarak gösterildiğinde; ABD destekli İsrail siyonizminin Filistin’de ,yarısından fazlası kadın ve çocuk olan 45.000 kişiyi hastane- okul demeden bombalayıp öldürürken, yüzbinlerce Filistinlinin göç etmek zorunda bıraktığı evlerini terk ederken; zamanın gerisinde kaldı.
Kimilerine göre ikinci bir şans,bir fırsat,kimilerine göre bitmeyen ceza da olsa,adı sürgünlük ya da göçmenlik de olsa yaşanılacak bir ülkedir varılan yeni adres.
Toprağından çekip çıkarılmış bir ağaç misali önce köklerini onarmakla,yeni iklime uyum sağlayıp dallarını yeşertmek,çiçeğe durmak için çabalar sürgün. Belki meyve verir-vermez. Ayakta kalmak, yaşamak içindir bütün çabası.
Duygusal ve psikolojik durum, sosyal-kültürel farklılıklar, eğitim durumu, din faktörü hepsi derin ve farklı disiplinlerin araştırma konuları olsa da-sürgün bir kalemin tanımında-derin sessizlik içinde fırtınalar da yaşar sürgün.
Marx Frisch’in,1965’te Almanya’daki göçmen işçilerle ilgili bir tartışma bağlamında“wir riefen Arbeitkräfte,es kamen Menschen“.Biz işgücü çağırdık, insanlar geldi, diyerek gelen işçileri bir yaşam öyküsü olan,kendi kültürleri,ihtiyaçları olan İnsanlar olduklarını unuttuklarına dikkat çekmesin üzerinden 65 yıl geçmiş.
Almanya’da Türkeyeli göçmen-sürgünlerin üçüncü kuşağa yetişiyor.Yerli halk ve diğer göçmen kitleleri ile yaşam bölüşülüp,kültürel farklılıklar yavaş yavaş tanınıp kabul edilmeye başlansa da Almanca dil sorunu,hala geniş bir çoğunluk için tam çözülmemiş olarak orta yerde duruyor.
Çifte vatandaşlığın yasallaşması sonrası,Alman vatandaşlığı için başvurular artsa da Alman Vatandaşı olmak için ciddi bir istek çoğunlukta yok.
Alman parlementosunda Türk kökenli milletvekilleri bile varken,ülke politik atmosferine girmeye hevesli ,göçmen sorunlarını ifade edip,çözüm yollarını tartıştırmak isteyen türkiyeliler politik sürgün ve göçmen kesiminde bile hâlâ azınlıkta.
Alman vatandaşlığı taşıyan Türkiyeliler içindeyse oy kullanım oranı çok düşük.Alman vatandaşlığı taşıyan Türkiyeliler içindeyse oy kullanım oranı çok düşük.Bu da Türkiye göçmenlerin büyük kısmının Almanya’yı,para kazanıp ana vatana yatırım yapılacak bir ülke olarak gördüğünü,etliye sütlüye karışmadan misafir gibi tatil zamanını beklediklerini gösteriyor.
Göçmen karşıtlığı üzerinden ırkçılığın geliştirildiği, yabancılara yönelik ırkçı saldırıların arttığı ve cezasız bırakıldığı,faşist bir partinin oylarını yükseltmek için Ortadoğulu Müslüman maşalar ile sivil halk topluluklarına saldırılar düzenleterek,çocukları bıçaklatarak,Alman toplumunda en geniş kesimin desteğini alma,kirli ve kara planıyla,parlementoda yer alma gerçekliğine rağmen ve bunun Almanya da göçmen ve politik sürgünler için dezavantajlı bir politik ortam oluşturma sonucu taşımasına karşın, duyarsızlık içinde Şubat seçimine katılmama tavrına girilebiliyor.
Alman devleti için, Alman kimliği taşısa da, göçmenler hala kara kafa ,ekonominin çarklarını döndürmeye yarayan dinamolar.
Sosyal-kültürel farklılığını koruyarak Alman toplumuna zenginlik katan,sorumlu bir birey olma bilinci ile insan hakları ve demokrasi mücadelesi veren, Türkiyeli göçmen kesimi dışında tutarak çuvaldızı kendimize batırmak gerekiyor.
Almanya’da yaşayan,vatandaşlık alsa da toplumsal hareketliliğin dışında kalan,hala kendi Gettolarında kendine sınırlar çizen,Almancaya hakim olmayan, politik ortam ve gelişmeleri seyirci olarak tribünlerde kalıp,izler gibi yapan Türkiyeliler.
Her iki taraf içinde, üzerinden 65 yıl geçse de Marx Frisch’in söyledikleri hala anlaşılmaya değer.
17 Şubat 2025
Filiz Gülmez
SÜRGÜN Dergisi 8. Sayıda yayımlanan yazı
4 kez okundu.