Sürgünlüğü ve örgütlenmesini kurumsallaşarak , ete-kemiğe büründürme sürecindeyiz. Biz bu aşamadayken, bu kavramın maddi karşılığı olan varlığımızı temelden etkileyecek ciddi bir süreçten de geçmekteyiz. Tam da bu süreçte, teoride de-pratikte de; “kavramın” içini boşaltmamak, sıradanlaştırıp, banallaşmasına izin vermemek muazzam derecede önemlidir.
Ülkenin -Türkiye’nin- bir numaralı gündemini oluşturan ve TC başbakanı tarafından “SÜREÇ” olarak kodlanan ise Kürt sorununun taraflar açısından kabul edilebilir koşullarda bir uzlaşısını yaratabilme faaliyetidir. Bu bağlamda bizler açısından hayati önemde değerlendirilmesi gereken bir “SÜREÇ”tir. (Hemen belirtelim, böylesi taktiksel süreçlere defalarca tanıklık ettik. Bunun da “taktik” bir süreç olması muhtemel. Ancak dünyadaki döngüye, Ortadoğu’nun hala ‘şekillendirilemeyişine’ baktığımızda; bir şekilde çözülmesi gereken, kanadıkça bu şekillendirmeyi geciktiren bir yara var. Ve bu çözüm arayışları “SÜREÇ”lerini, tarihi doğru okuyabilmek açısından ciddiye almalıyız)
.Bütün bunları yaparken belki bizi hariçten gazel okuyanlar olarak gören anlayışlar olabilir; bunlara kesinlikle prim vermememiz, ancak birinci dereceden “muhatap” olmadığımızı da unutmamamız gerekir.Örgütsel olarak muhatap alınamayacak durumda olsak da, toplumsa-reel bir karşılığımız var; Türkiye’de on yıllardır hüküm süren baskıcı rejimlerin canlı kalan mağdurları, hem de ‘süreç’in diğer tarafındaki Kürt Ulusal Hareketi’nin bir dost gücü olarak, söz söylemek hem hakkımız, hem de görevimizdir! “SÜREÇ” konuşulurken; “Avrupa cenahı” diyerek milyona ulaşan Kürt nüfusunun yanında, başta Kürt sürgünler olmak üzere, tüm sürgünler hesaba katılmaktadır.Kısaca, masalara oturulduğunda bir faktörü de bizler oluşturuyorsak , bu realitenin bir parçasıysak ; o ölçüde söylediklerimiz-söyleyeceklerimiz önemlidir.
Türkiye’de ‘Demokrasi Sorunu’ndan bahsedeceksek; sıralamaya, Kürt Ulusu’nun ulusal-demokratik haklarının yok sayılmasından başlamak zorundayız. Diğer demokrasi sorunları elbette tek başına bu sürecin ‘çözülmesi’yle bütünüyle çözülmeyecektir. Ki bu sorunun çözümü bile asgari kabul sınırları içerisinde bile oldukça zor gözüküyor. Tarih bize nice deneyimleriyle göstermiştir ki; köklü demokratik çözümlerin gerçekleşmediği yerde” REFORM”çabaları devreye girer. Peki burada tutumumuz ne olacak; “tam demokrasi mücadelesini sekteye uğratmayan, o hedefe ulaşmaya yardımcı olabilecek her türlü ‘düzeltme’ çabasının önüne geçmemeliyiz” genel doğrusunu hatırlamakta yarar var.
Süreç, kendine has özellikler taşıyan bir uzlaşma ve pazarlıklar süreci olarak işliyor, sadece çatışan tarafların değil, neredeyse tüm emperyalist güçlerin ve bölge devletlerinin de dahil olduğu karmaşık bir denklem görüntüsünde. Ki bu, bu coğrafyada yeralan devletler açısından, çizilen çerçevelerin ötesinde, aynı zamanda bir iç sorun anlamı da ifade ediyor.Bildiğimiz gibi; TC. “iyileştirmelerini” bir nevi RÜŞVET olarak sunup, yeni haksızlıkların gerçekleştirilmesi koşullarına zemin hazırlamakta hayli ustadır. 1991’deki İnfaz Yasaları’ndaki değişikliklerle Cunta döneminden kalan tutsakların ezici çoğunluğunu serbest bırakırken TMY(Terörle Mücadele Yasası) ile saldırı dozunu artırmanın yasal kılıfını hazırlamıştır. Devrimci Tutsaklar’ın çok isabetli bir biçimde “tahliye saldırısı” olarak tanımladıkları, tahliyelerle, F Tipi Hapishaneler’e karşı yürütülen direnişi sekteye uğratıp-zayıflatması yakın tarihimizin bariz örneklerindendir. Bizler “SÜREÇ”in yeni aldatmacalar zinciri, ya da bir koyup üç alma tarzında yürümemesi-yürütülememesi açısından duyarlı olmalıyız. Sistem asgari düzeyde de olsa “reformize” edilmeden, geri dönüş çağrılarına pozitif yanıtlar vermek, “giderilmiş” vatan özlemi karşılığında, “başkalarına uygulanan zorbalığa kerhen-zimnen onay vermek” olacaktır.”Çıkarlarımızı” genel doğrular açısından ele alabilmeliyiz, olası dönüşler faşizmin yeni versiyonlarının aklanma aracı haline dönüştürülememelidir. Hem ezilenlerin, hem egemenlerin, hem emperyalistlerin, hem de bağımlı bölge ülkelerinin yararına çözümler “ne yazık ki” pek de mümkün değildir.
Bu uyarılar gereksiz -erken diye düşünen arkadaşlar, son süreçte AKP’nin politikalarına bir daha bakmalılar. Düşülebilecek tehlikeleri düşününce erken ya da ”gereksiz”bir uyarı riski göze alınabilir. Kısaca; elbette ki somut tavır belirleme konusu hem bireyi, hem realitede okuyabildiklerimizi, hem de böylesi bir yazının sınırlarını hayli aşar. Ancak duyarlılıklarımızın bilinip, bu konuda mümkün mertebe ortaklaşmamızın sağlanması gerekir. Bu sağlanabildiği oranda hesaba katılabilir bir güce dönüşebiliriz. Amed halkı”Savaşa da Barışa da Hazırız” pankartıyla çıktı Newroz alanına; Bizlerede ”Dönüşe de Kalışa da Varız”demek düşer bu süreçte . Tavrımızı zamanla ”çözüm”şekillendiğinde daha doğru belirleyebiliriz.
Bizler adına düşünce belirtilip, niteliğimizin es geçildiği nice tarihlere tanıklık ettik!!!! Şimdi, en azından kendi düşüncelerimizi açıklayarak, bunların yapılmasının önüne geçmeye başlayabiliriz.
Sonuçta ,üzerimizden pazarlıklarla sonuç alamayacaklarını, RÜŞVET` lerini kabul etmeyeceğimizi duyurmamız gerekir.
24.03.2013 – SÜLEYMAN SAHiN-
539 kez okundu.