Gözlemlerim sonucu : Türkiye nin düşünen, üreten, birikim ve değerler taşıyan, bilgi dağarcığı toplumsal sorun ve çözümlerle dolu olan toplumsal aklının çok önemli bir bölümünün sürgünde olduğuna üzülerek, sıkılarak, içim burkularak tanık oldum. Türkiye nin sürgündeki bu değerlerine sistemin katledip, ölümsüzleştirdikleri daha büyük değerlerimiz olan : Mahirleri, Denizleri, İbrahimleri, Erdalları ve daha nice devrimci ölümsüzleri de ekleyince Türkiye nin nasıl bir felakete tabi kılındığını daha net olarak gördüm.
Bu yazı epeyce duygusal ve birazda mektup gibi olacak sanırım. Çünkü ilk kez katılmış olduğum “Avrupa Sürgünler Platformunda “ ki toplantıda birden bire: İsrail uçaklarının attıkları Napalm bombasının yaktığı üç yaşındaki Filistinli çocuk ile, Bern de kaybolmuş bir kedinin resminin sağa sola asılmış olan arama afişleri geldi gözlerimin önüne. Sürgün hayatımda yaşamış ve yaşamakta olduğum iki ayrı sürgün dünyasının hatıraları gibi takıldı gözüme. Nasıl bir söz ya da davranış beynimdeki o bandı yeniden harekete geçirerek, hayal dünyama soktu bilmiyorum. Ama çok etkilendim, söz konusu etki sonra da devam etti. Dolaysı ile söz konusu duyguların bu yazıda okuyucuya bir mektup şeklinde yansıması da kaçınılmaz gibi.
Mücadele hayatımın on biri Filistin onu da Bern de olmak üzere yirmiden fazla senesini sürgünde geçirdim. Ancak ilk kez, 16 Mart 2013 de Almanya nın Köln şehrinde yapılan “Avrupa Sürgünler Platformu” toplantısına katıldım. Ve ilk kez kendimi de gerçek anlamı ile bir sürgün olarak gördüm. Sadece önerilerimi sunarken ve bana görev önerileri getirilirken konuştum, diğer zamanlar : nelerimiz, nasıl değerlerimiz sürgünlerde kalmış acaba anlayışı ile konuşanları dikkatlice ve not alarak, dinleyerek gözlemde bulunmaya çalıştım. Gözlemlerim sonucu : Türkiye nin düşünen, üreten, birikim ve değerler taşıyan, bilgi dağarcığı toplumsal sorun ve çözümlerle dolu olan toplumsal aklının çok önemli bir bölümünün sürgünde olduğuna üzülerek, sıkılarak, içim burkularak tanık oldum. Türkiye nin sürgündeki bu değerlerine sistemin katledip, ölümsüzleştirdikleri daha büyük değerlerimiz olan : Mahirleri, Denizleri, İbrahimleri, Erdalları ve daha nice devrimci ölümsüzleri de ekleyince Türkiye nin nasıl bir felakete tabi kılındığını daha net olarak gördüm.
Emperyalizmin Türkiye nin metabolizmasına yerleştirdiği “Barış Gönüllüleri, Gladyo” gibi bakterilerle Türkiye nin bütün doku ve dengelerini bozarak, ülkede nasıl bir onarılmaz tahribat yarattığını daha iyi anladım. Toplumsal ilerleme lokomotifi olan Türkiye solunu Türk Ordusuna imha ettirdikten sonra, onu imha eden generalleri de cezaevlerine tıkadığını görünce Mao nun “emperyalizm kağıttan kaplandır” sözüne uyup emperyalizmi küçümsemekle yanlış yaptığımızı düşündüm. Emperyalizm eziyetsiz emeksiz bir şekilde elini ateşe değdirmeden yani hiç birimizin karşısına bile çıkmadan, Türk ordusunu maşa gibi kullanarak, ordu ile yine kendi eli ürünü olan“ yeşil kuşak” ve Ülkücü ittifakı kurarak, Türkiye nin gerçek değerlerini Türk Ordusuna kırdırdı. İşi bitince de Ordunun generallerini “ Yeşil Kuşak” ın yetişmiş politikacıları eli ile cezaevine tıktırdı.
Biz sürgünler bütün bunları yaşayarak gördük. Gördük ama, olup bitenleri görmek ve gözlemlemekten başka yapabileceğimiz fazla bir şey kalmadı. O nedenle de bir araya gelip : daha başka ne yapabiliriz diye düşünüp, taşınıp tartışmaktan başka. Bu da çok önemli. Önemli çünkü sürgünler hala ülkelerine ve insanlığa karşı sorumluluk taşıdıklarını candan ve yürekten hissediyorlar. Kuşkusuz emperyalizmin geri kalmışlığın pedagojisi ışığında vermiş olduğu eğitimle beyinlerini boşaltıp, ülkenin ve onun değerlerinin katili yaptığı taş kafalı generaller bu sorumlu davranışı gösterecek değildi. Onlar hala emperyalizmden yedikleri darbenin bilincine bile varamadılar. Ülkeye vurmuş oldukları darbenin farkında değiller. Onlar hala ormanı göremedi, ağaçlarla meşguller. Dün olduğu gibi bu gün de söz konusu sorumlu davranışı solcular, sosyalistler, devrimci demokratlar gösterecekti ve öyle de yaptılar.
Ben dünyanın iki farklı bölgesinde, Ortadoğu ve Avrupa da, bir birinden çok farklı duygu, düşünce ve faaliyet alanları olan sürgünler yaşadım. Öyle farklı ki, Filistin de iken ne sürgün kavramını kullandık ne de kendimi sürgün gibi hissettim. Orda savaş vardı, ülkeye geri dönme mücadelesi vardı. Ülkeye geri dönme derken yasal yollarla değil, devrim yaparak dönme mücadelesi veriliyordu. Çeşitli mücadele cepheleri kuruyorduk, ülkeye savaş cephanesi, malzemesi taşıyorduk. Yani devrim yaparak döneceğimize harbiden inanıyorduk. Ondan dolayı da : işimiz başımızdan aşkındı. O nedenle de oturup öyle sürgün, mürgün düşünecek ortam yoktu. Sürgün ortamını ve sürgünün kendisini ancak Avrupa ya gelince gördüm ve sürgün hayatının ne demek olduğunu anladım. Ancak katılmış olduğum “Avrupa Sürgünler Platformu” toplantısında : insanın sürgünde iken de bir şeyler yapabileceğinin ayırdına vardım.
Mücadele hayatımın önemli bir bölümü toplantılarla geçti. Ama söz konusu platformda yapmış olduğumuz toplantı geçmişimizi ve bu günümüzü karşılaştırabilmek için çok önemli bir fırsat oldu. Yapılan tartışmalar, eskisi gibi bir birimizin söylemini dinlerken karşıtını üretme şeklinde değil, boşluğunu doldurma anlayışı ile yapılıyordu. Bazen bir arkadaş çatal kılıcı çekince başka bir arkadaş eline kalkan almıyor, kılıcın kınına sokulmasını sağlıyordu. Başka bir arkadaş, tırpanlamaya başlayınca bir diğeri kışkırtıcı değil yatıştırıcı üslup ve tarz kullanıyordu. Daha anlaşılır deyimle, eski toplantılarda bir birini alt etmek için bir tarz ve yöntem kullanılırken “Avrupa sürgünler Platformu” toplantısında bir birini tamamlama tarz ve yöntemi kullanılıyordu. Besbelli sürgün hayatı da bizlere bir şeyler öğretmiş. Eskisi gibi bir yanda bize düşmanlık edenlerle bir yandan da bir birimizle savaşmıyoruz artık.
Tabi ki bütün solu bilmiyorum. Ama Sürgünde gördüğüm solun arasında henüz bir kaynaşma, bütünleşme olmamışsa bile bir kalıcı ateş kes sağlanmış durumda. Duygu dünyalarımızda hala acı, ızdırap, kırgınlık vardı ve var olmaya da devam edecek gibi. Bir yoldaş: 16 sene sonra işkence görmüş olduğum ülkeme gittim ama hiç de mutlu olamadım diyordu. Ama gururluydu. Çünkü sürgün insana sadece acı ve ızdırap vermiyor, gurur da veriyor. Bir sürgüne oğlu, kızı ya da torunları, devrimcilerin çabaları sonucu,( yapmacık da olsa) 12 Eylül cuntacılarının yargılanmasına bakarak : baba (ve ya dede) sen 12 Eylül de ne yaptın diye sorarsa ona gururla ve onur duyarak anlatacağı çok şeyleri olacaktır sürgünlerin. O nedenle sürgünler yaşadıkları sürgün hayatında acı ile birlikte gurur duyacakları değerleri de var. Gurur duyacakları bir geçmişe ve paha biçilmez emeklerle örülmesine katıldıkları bir geleceğe sahipler.
Bu gün Türkiye ve Kürdistan da verilmekte olan devrim mücadelesinin her hücresinde sürgünlerin düşünsel ve eylemsel katkı değerleri vardır. Mücadelenin kritiği yapılırken: geçmişi olmayanın geleceği olmaz aforizmasının öznesi ; başta devrim mücadelesinin ölümsüzleri olmak üzere, geçmişe katkı yapan ve bu gün sürgün olmayanları ile
sürgünlerimizdir. Bu birikim bütün sürgünler için bir onur ve gurur vesilesidir. O nedenle biz sürgünler sadece sürgünlüğün yaratmış olduğu sorunların çözümü ile uğraşmıyoruz. Sürgün hayatının acıları ve zorlukları ile birlikte geçmiş mücadelemizin bize vermiş olduğu onur ve gururu da korumaya çalışıyoruz. Karşı devrimciler sadece varlığımıza düşmanlık yapmıyor. Onurumuza da düşmanlar. Dün varlığımızı ortadan kaldırmak için çalışan karşı devrim güçleri : bu gün de sürgün hayatının bizlere vermiş olduğu acı ve ızdırapları, geçmişte bir birimizle olan çelişkileri de kullanarak, bizleri itirafçı ve devlet destekçisi konumuna sokup, onurumuzla oynamak istiyor
Bir zamanlar ben de sürgünde olan devrimcilere : yurt dışında keyiflerine bakıyorlar diyordum. Bu gün başkaları da bana söylüyordur. Belki birileri gerçekten de keyfine bakmıştır ve hala da bakanlar vardır. Ama “Avrupa Sürgünler Platformu” görebildiğim kadarı ile gerçekten de “keyfini yaşıyorlar” diyenlerin önünü kesecek bir mania yaratmış. Başka bir söylemle yoldaşlar, insanlar hem keyfini yaşasın (tabi ki sürgünde ne kadar keyif yaşanabiliyorsa) hem de ülkenin ve dünyanın bazı sorunlarının çözümüne karınca kaderince katkıda bulunsun denecek bir platform oluşturmuşlar. Buraya kadar belirttiklerimin önüne iki nokta üst üste koyarak söyleyecek olursam “Avrupa da Sürgünler Platformu” : nitelik olarak sürgünlerin de, ülkenin de, insanlığın da sorunlarının çözümüne herkesin gücünce katkı yapma arzu ve çabasının bir ürünü ve göstergesidir.
Ancak geriye de çok önemli sorunlar kalmış durumda. Platformu bir yapısal biçime sokmak, güçlendirmek, sürgünlerin aslında önemli olan birikim ve değerlerini atıl konumdan çıkartarak aktif konuma getirmek gibi önemli sorunlar hala bizleri beklemekte. Sürgünde yaşayan her kesin, geriye kalmış olan bu eksiklikleri gidermek için bir çaba içine girmesi gerekiyor. Gerekiyor çünkü, sürgün Türkiyeli devrimciler için bir kader değilse bile, istense de istenmese de sürekli devrimcilerin harman olacağı bir yer olarak kalacak gibi. Avrupa Sürgünler Platformu: katabileceği birikim ve değeri olan her sürgünün katılarak, katkı sağlaması gereken bir platform niteliğindedir.
Hem yaptığımız katkılar öz güvenimize birer takviye yapar, hem de geçmişi geleceğe taşıma gibi bir gururun tadına varırız. Gerçek yaşamımız ve yaşamımızı yeterince tarif eden sürgün kavramı ile yapacağımız her katılım geçmişin tadını bir daha duygularımızda his ettirecektir. Dolaysıyla mücadele hayatının bizleri sürüklemiş olduğu sürgün hayatında da yapabileceğimiz çok şeyin olduğunu anlayarak görüp, geleceğe daha gurur ve onula yürüme azmimiz artacaktır.
Bütün sürgünler, Avrupa Sürgünler Platformuna katılalım, katkı yapalım, geçmişte ayrı ayrı alanlarda üretmiş olduğumuz farklı değer ve birikimleri sürgünlük hayatımızda birleşerek hep birlikte geleceğe taşıyalım. Dün ürettiklerimize bu gün yeni ve daha olgun değerler katarak bir üst düzeye çıkartalım.
Tüm sürgünlere sevgi ve saygılarımla
Teslim TÖRE
579 kez okundu.