Köln’de Türk komedisi

engin1-242x300

Engin Erkiner

Köln’de geçtiğimiz hafta sonu yapılan ve AKP yanlılarınca düzenlenen “darbeyi lanetleme mitingi” Almanya basınında değişik değerlendirmelere konu oldu.

Erdoğan’ın video konferans yoluyla mitinge katılanlara hitabına polis izin vermedi. Mitingi düzenleyenlerin avukatı mahkemeye itiraz etti, ama sonuç alamadı. Anayasa Mahkemesi’ne itiraz etti ve başvurusu reddedildi.

Bu durum iki yönden alay konusu oldu:

Birincisi: Erdoğan’ın Türk avukatı Almanya Anayasa Mahkemesi’nin kurallarından habersizdi. Bu mahkemeye başvuru yapılabilmesi için ilgili avukatın vekaletnamesinde buna yetkili olduğunun açık olarak belirtilmiş olması gerekiyordu. Almanya’da doğup büyümüş, eğitim görmüş Türk daha doğrusu Türkiye kökenli avukatın vekaletnamesinde böyle bir belirleme bulunmuyordu.

Bir avukatın başvurduğu mahkemenin kurallarından ve vekaletnamesinin buna uymadığından habersiz olması en başta bu kişinin avukat olarak kalitesini gösterir.

İkincisi: Türkiye, Erdoğan’a uygulanan kısıtlamayı Almanya nezdinde protesto etti. Garip bir durum! Almanya’yı Türkiye sandılar herhalde… Ne Almanya Federal Başbakanı ve ne de Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi’nin kararına karışamaz.

Benzeri bir örnek Almanya’daki Fettullah Gülen yandaşlarının iadesi talebinde de görüldü. “Şunları bize gönder” demekle manavdan karpuz almak birbirinden farklıdır. Bu kişilerin hakkındaki dosyayı gönderip iddialarını kanıtlaman gerekiyor.

Aynı anlayış Türkiye’yi ziyaret eden ABD Genelkurmay Başkanı’na iletilen talepte de ortaya çıktı: ABD, Gülen’i tutuklamalı ve Türkiye’ye vermeliymiş.

İsteğiniz tamam da bunun isteneceği yer ABD Genelkurmay Başkanı değil. Adam da bu talebi hayretle dinlemiş olsa gerektir. Kendisinin bu konuda herhangi bir yetkisi ve etkisi yoktur.

Bizimkiler her tarafı Türkiye sanıyorlar!

Çinlilerin bir sözü vardır: Kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır!

Bütün dünyayı kendin gibi sanırsan çok şaşırırsın ve zaten Avrupa ülkelerindeki hükümetleri ve halkı güldüren fırçalar atmaktan başka şey de yapamıyorsun.

Hakim ahlak anlayışımız hemen kendisini gösterir. Bu anlayış aile ve akraba ilişkilerinde de sık görülür: hemen tehdit ve şantaja başvurmak…

Ekim ayına kadar Avrupa Birliği (AB) ülkelerine vize serbestliği sağlanmazsa, mülteci anlaşmasını iptal ederiz, denildi.

Maksat bir taraftan sıkıştırmak, eldeki en uygun koz da mülteci anlaşması gibi görünüyor ve bu nedenle de yeniden kullanılıyor.

Almanya ve diğer AB ülkeleri ise bu tehdidi ciddiye almıyor ve sakince cevap veriyorlar: vize konusu istenilen demokratikleşme uygulamaları yapıldıktan sonra gündeme gelebilir. Bunların başında da Teröre Karşı Mücadele Yasası’nın değiştirilmesi geliyor.

Birkaç ay öncesinde de benzer tehdit yapılmıştı ve o zamanki tarih Temmuz’a kadardı. Şimdi Ekim oldu ve daha da uzar… Maksat arada bir Avrupa’ya posta atılabildiğini göstermektir. Postayı ciddiye alan yoktur, orası ayrı konu!

AKP’nin Ekim’de mülteci anlaşmasını bozması çok zor bir iş… Tehdit olarak mültecileri Yunanistan’a göndermeyi öne sürüyorlar ama nasıl gönderecekler?

Kış geliyor, Ege Denizi’ni motorla geçmek oldukça tehlikeli…

Bir bakanın dediği gibi “otobüslere doldurup göndeririz” uygulaması da mümkün değil…

Otobüsler Yunanistan ve Bulgaristan sınırına gelip dayandı diyelim, karşı taraf bunları içeriye almazsa ne yapacaksınız?

Biraz bağırıp çağırıp geri döneceksiniz…

Hem sonra denizden geçişleri serbest bıraktınız diyelim, kaç mülteci iltica edemeyeceğini bilerek bu yola çıkacaktır?

Malum bizimkilerde yalan çok, “Almanya herkesi mülteci olarak alacakmış” diyebilirler ama gelişmiş iletişim araçlarıyla herkesin her şeyden haberi var. Kim inanır!

Yunanistan adalarından birisine ulaşan buradan ana karaya gidemiyor, orada kalıyor.

Yunanistan çok dolarsa AB de Türkiye’ye vermeyi kararlaştırdığı 6 Milyar Avro’nun büyük bölümünü bu ülkeye verir.

Paracıkların gideceği düşüncesiyle AKP konuşur ama yapamaz!

Maksat tehdit olsun, at postanı, baskı yapmaya çalış; belki tutar!

Bugünkü Frankfurter Rundschau gazetesinde Christian Bommarius’un “Dili Anlamak” başlıklı güzel bir yazısı vardı. Yazar, mitinge katılan ve önemli bölümü Almanya’da doğup büyümüş Türkiye kökenlilerin idam istemesi üzerinde duruyordu.

Yazar bu istekte şaşırılacak şey görmüyordu. 1977’de Almanya’da yapılan bir kamuoyu yoklaması halkın yüzde 50’sinin ölüm cezasının geri getirilmesini istediğini göstermişti. Bunu savunan politikacılar da vardı. AfD (Almanya İçin Alternatif) adlı aşırı sağ parti de bugün aynı talebi savunuyor.

Yazara göre burada uyum sorunu vardı. 1977’de ölüm cezasının yeniden uygulanmasını isteyen Almanlar, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin vatandaşıydı ama Anayasa Cumhuriyeti’nin vatandaşı değildi. Dünyanın önde gelen felsefecileri arasında sayılan Jürgen Habermas’ın “anayasa yurtseverliği” kavramı da Almanya’da Anayasa’nın önemine işaret eder. Ülkesini sevmek, Anayasayı sevmektir. Almanya Anayasası ölüm cezasını yasakladığı gibi, birkaç maddesiyle de dolaylı olarak bu cezanın geri getirilmesini engeller.

Alman vatandaşları yıllar içinde sosyalizasyonlarını Anayasa doğrultusunda geliştirmişler ve böylece bugünkü Almanya’da ölüm cezası çok daha az yandaş bulabilen duruma gelmiştir.

Yazara göre Almanya’da doğup büyüyen göçmenler, vatandaş olsalar bile henüz bu sosyalizasyonu yapamamışlardır.

Bir bakanın ifade ettiği, “Halk idamı istiyor, eğer isteklerini yerine getirmezsek bizi bir daha seçmez” anlayışına gelince…

İstenildikten sonra her şeyin gerekçesi bulunur.

İnsanın aklına George Bush’un Turgut Özal için söylediği, “At tüccarı gibi pazarlık yapıyor” sözü geliyor.

Kendini haklı çıkarmak için her numarayı denemek de denilebilir…

En büyük sorunları, uluslar arası konularda konuşmak ama yapamamak ya da konuştuğunun çok azını yapabilmektir.

Bol miktarda tehdit ve palavrayla bu durumu örtmeye çalışıyorlar.

226 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir