BİZİ HERYERDE GÖRÜYORSUNUZ?
AMA BİZ SİZİN GÖRDÜĞÜNÜZ “BİZ” DEĞİLİZ!
Etrafınızda, başı ağrıyan, depresyonda olan, eli-ayağı tuttuğu halde hayatından yakınan o kadar insan vardı ki; sizin güler yüzünüzün-yaşam ısrarınızın- başardıklarınızın nasıl bir mücadele olduğunu anlamaları imkansızdı. Kapitalizm insanları bu kadar yabancılaştırdı.
“Sürgünlük” kavramı, yıllarca-yığınlarca insanı ilgilendiren bir kavramken; Ölüm Orucu Gazisi olarak SÜRGÜNDE olmak bambaşka bir olgu.
“Wernicke Korsakoff” hastalığının ne olduğunu yazılı olarak gördüğümde; bu hastalık hakkında bizi aydınlatan, kendimize getiren TİHV’e bir kez daha yürek dolusu teşekkür etmek istiyorum.
Hastalığın keşfi; Avrupa topraklarında-direk Almanya’da olmasına rağmen, burada bu “hastalık”la neler yaşamak durumunda kaldığımızı sizlerle paylaşmayı şu anda “kişisel” bir çaba olarak görmüyorum.
Kendi “engelliliğimiz”den bahsetmeyi; çıplak kapitalizm koşullarında yaşayan en yakınımızdaki insanlara bile anlatmayı “lüks” bir ihtiyaç olarak görmüşümdür hep. “Bencillik” olarak algılanmasından çekinmişimdir. Ama mademki bu amaçla kurumsallaşmaya gidiliyor; direk hastalığı anlatmayı bir görev olarak görüyorum şimdi!
Bir yıl boyunca; yanlız başına dışarıya adım atması mümkün olmayan bir “ben”diniz artık. Bardağına su doldurup, masaya kadar getiremeyen; elinde bir cisim taşıyıp yürüyemeyen…. Doktorlar; “yürüyemeyebilirsiniz, kendinize yüklenmeyin çok” diye moral verenken…. Çiçek Pasajı’ndan geçip TİHV’e tek başına gitmeye çalışırken; “abla çok mu içtin, otur beraber içelim” sesini duyup, Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yakalamanın sevinciyle kahkaha atandınız. Kahkaha atarken düşmemek için duvarlara tutunmak zorundaydınız. Ve TİHV kapısından girip doktorunuza ulaştığınızda; onun kucağında kendinizi bulup yukarıya çıkarılan, sevinç gözyaşlarına “Ganime başardı” çığlıklarına tanık olandınız……
Yıllarca; bütün binaların döndüğü, başınızı sağa-sola çevirdiğinizde sarhoş olma halinin ötesinde bir döngünün içinde, adım attığınızda-attığınız adımın başka bir yere gittiği bunu hep şaşırarak izlediğiniz bir “ben”diniz artık.
Kırmızı ışık yeşile geçtiğinde; tekrar kırmızıya geçen ışığı yakalamak için 6 m. uzunluğundaki yolu 30 sn.de geçmek zorunda olduğunuzu saatinizle anlayıp, bir türlü bunu başaramayan, buna hep şaşıran bir “ben”diniz artık. Yıllarca bunu başarmakta ısrar etmek zorunda olan bir “ben”diniz artık.
Şu anda 15 dakikada gazete almak için katettiğiniz yolu; yıllarca 1.5 saatte katedebilendiniz.
Yaklaşık 9 yıl boyunca; televizyondaki ışık-ses-görüntü kombinasyonunu gerçekleştiremeyen bir beyniniz vardı artık. İnsan sesleri dışında her sesi ve çokça alabiliyordunuz!(Bir de yabancı bir dil öğrenmek zorunda olduğunuz, başka bir ülkede.)
Çok iyi yüzebildiğiniz halde; bunu tekrar başarabilmek için 9 yıl boyunca milyonlarca egzersiz yapmanız ve asla ara vermemeniz gerekiyordu. ASLA! Bir ara vermeniz, size tekrar aynı hareketleri edinmek için harcadığınız aylara patlıyordu!
Bir deniz gördüğünüzde kendinizi %100, hiç abartısız %100 İstanbul’da boğazda zanneden; bunun nasıl bir duygu tekrarlaması olduğuna şaşırandınız artık. Etrafınızdakilere bahsetmeye kalksanız; onların anılarını dinlemekten başka şansı olmayandınız. Sizi anlamalarının imkansız olduğunu anladınız. Bu yaşamayanın anlayabileceği bir hal değildi.
Kalemi artık istediğiniz gibi oynatacak el hareketlerine kavuşunca; kendinizi her gün en az 5 saat kütüphaneye hapsedip, kalemle savaşarak, 3 ay sonra bunu başarabilendiniz. Tıpkı kaşık- çatal-bıçağı tutmak için yıllarca verilen çabalar gibi…(Birisi şip şak salata yapınca, imrenerek; bu bıçak ne zaman benim elimde bu hızda salınacak diye büyük bir şaşkınlıkla-abartmıyorum-bakandınız…)
O kadar yavaşlamıştınız ki; bir koşan, bisiklet süren… hızlı yapılan her iş size sevinçli çığlıklar attırabiliyordu “ne güüzeeeel, insan nasıl bir hıza sahip”….
İlk kendi şehrinizde bir Wernicke Kliniği-Giessen’de- olduğunu öğrendiğinizde; uçtunuz(geldikten 6 yıl sonra)!!! İşte tam yeri, burada beni anlarlar dediniz! Hastalığınızı doktora anlattınız! Testler yapılmaya başlandı! Vücudunuzdaki elektrik geçişleri kontrol edilmeye başlandı. Vücudunuzun sağ tarafına kablolar takılıp denenmeye başlayınca, doktor kabloları hızla çöpe atmaya başladı; “bu bozulmuş, hayret bu kabloda bozuk çıktı, aa bu da, olamaz” derken, apansız kahkahalara boğuldunuz; “bozuk olan Ganime, kablolar değil” diyen yanınızdaki arkadaşınız imdadınıza yetişti. “E siz nasıl yürüyorsunuz peki?” sorusunu, “ben size anlatmıştım, yıllarca-milyonlarca egsersizle, yorumlamanız bile imkansızdı, görmeniz lazımdı” dediğinizde, titreyen-kıpkırmızı olan-gözleri yaşaran bir insan manzarası vardı yanınızda. “Üzülmeyin, başardım, daha fazlasını başaracağım” dediniz ama; tedavi edilmediniz. Bu hakkınız yoktu bu ülkede!!!
Etrafınızda, başı ağrıyan, depresyonda olan, eli-ayağı tuttuğu halde hayatından yakınan o kadar insan vardı ki; sizin güler yüzünüzün-yaşam ısrarınızın- başardıklarınızın nasıl bir mücadele olduğunu anlamaları imkansızdı. Kapitalizm insanları bu kadar yabancılaştırdı.
Gazi olmak yabancılaşmamakta size en büyük antibiyotik oldu. O kadar hasara rağmen, her sabah evden çıktığınızda; “içeride değilim ve tek başına yürüyebiliyorum”un coşkusu hiç kaybolmadı. Bunu, tek başına yürümeyi kaybetmemek; yabancı bir ülkede bütün işlerinizi kendi başına yapabilmek, yanı sıra başkalarına yardım edebilmek en büyük servetinizdi; ötesi yoktu!
Dil öğrenirken; sözlükteki birçok satırı, altında ne yazdığını hatırlayacak kadar sözlüğe bakmıştınız artık. Neyi nerede bulabilirimi bilecek kadar kaynaklar içinde boğuluyordunuz. Ama bunlar bir türlü ağzınızdan çıkan konuşma haline gelemiyordu. “O kadar çaba sarfettim, bu nasıl olmaz” diye kendinize şaşırır haldeydiniz. Doktora gittiniz; unutkanlığınız olmadığını, aksine okuduklarınızı ve konuşulanları normal insanlardan daha fazla hafızanızda tutabildiğinizi anlattınız. Beynin birşeyi sistemli bağlayamadığını, ne olduğunu bulsanız; bu meseleyi kendinizin çözeceğini, anahtara ihtiyacınız olduğunu anlattınız! Size inanmadı!!!! Bu tıbbi olaya inanmadı! Siz kendinizden şüphelendiniz! Tekrar bir kursa başladınız, öğretmenler size inanmadı!! Her ay yapılan deneme sınavlarının son 3 sınavında, sınıftaki en yüksek notu alınca; öğretmenlerin ağlayarak sizi kucaklaması mümkün oldu. Juppiiiii! Hem kendinizi eğitmeliydiniz bu hastalıkla, hem yanınızdakileri!!!!
Böyle bir “sürgün” gerçekliğinde; daha ülkenizdeki yol-insan realitesini normalize edememişken, başka bir ülkede bunu realize etmeniz gerekiyordu. 7 yıl çalışma-okuma hiçbir hakkınız yoktu! 2 kere terk aldınız! Doktorlar ısrarla sizi psikologlara havale etmeye çalıştı; kalmanın yolu, psikolojik hastalığa sahip olmaktı. Bu yolun bizi daha da hasta yapacağı aşikardı! Reddettiniz! “Hayır,ben çok iyiyim, ve daha da iyi olacağım; terk mi, hoşgelsin-sefagelsin, ben hasarlarımı gidermenin izini sürmeliyim. Bu artık vazgeçilmez bir yaşam tarzı. Vazgeçtiğiniz anda; beyniniz size ihanet etmeye hazır bekliyor!” diye heryerde haykırmak zorundaydınız. Anlamaları imkansızdı, yaşamaları lazımdı!
Her yıl 19 Aralık Katliamı yıldönümünde; o anlar hakkında konuşulanları dinleyen-ya da konuşandık. İşte biz o gazilerdik. Yanımızda oturanların, o günleri dinlediğinde bile; bize dönüp konuşması “yabancıydı”! Yaşamayanın-doktorlar bile olsa- anlayamayacağı; anlatmakla da anlaşılamayacak bir tıbbi gerçekliğimiz vardı artık. Bu unutuldu diyemeyeceğim; bizlerden öğrenilmeye çalışılmadı ve hiç anlaşılamadı!
“Beni hatırladın mı?” kavrayışı vardı sadece! Wernicke Korsakoff hastalığı birçoğu için unutkanlık demekti. Ve bizi hep sınav etme hakları vardı!! Unutkanlığı, hafıza kaybını yaşamamış; ama vücudunun bütün yetilerini kaybedip-tekrar kazanmak için yıllarca çaba vermek zorunda olan Wernickeliler’de vardı. (Yazarken gülüyorum şimdi).
Bizler bir amaç için-bir amaç yolunda bu “hastalıkla” buluştuk. Ve bu yolculukta insana ait yığınla hazineyi de keşfettik. Hasarlarımız-engellerimiz olsa da; sağlıklı bir insanın hiçbir zaman yaşayamayacağı “insanlık durumunu” yaşadık, ömür boyu da yaşayacağız. Bu bana ÖO’nun kazandırdığı en büyük keşif yolculuğu-güç-hazine!
Kendimi hiçbir zaman “mağdur” olarak görmedim. Ölmüş olabilirdik, tahliye edilmemiş olabilirdik. Nice gazi hala hapishanelerde ve henüz “yolları-sesleri-zihinlerini” bizim gibi keşfetme şansları olmadı. Biz büyük bir yolculukta, hayatta kalanlar olduk. Bu hayatta kalıştan sonra, tek dileğim;
HAYATTA KALAN GAZİLER OLDUĞUMUZ,
VE BU HALİMİZLE ÖZGÜRCE YÜRÜYEBİLECEK HALE GELMEMİZ……gibi gerçekliklerin altını çizebilmemiz. BUNUN UNUTULMASINA VE UNUTTURULMAMASINA İZİN VERMEMEMİZ. Beni ayağa diken, vücudumdaki her hareketi tekrar ilmek ilmek örebilmemi sağlayan tek ilaç; bunları unutmamak oldu.
Kendimle ilgili tıbbi soruları cevaplandırabilmem; 7 dil bilen bir tercümanın Demenz’e yakalanması, onun hastalığını bile 1.5 yıl doktorların tespit etmemesi yolculuğunu dinlememle mümkün oldu. Ve bu ülkede-Almanya’da; burada yaşayanlar için bile bu hastalıkların bir “sigortası-hak zinciri” henüz yok. Çok profesyonel çalışmalarla, bu kurumlarla bağlantıya geçmek bir adım olabilir. Bu kuruma-kişiye nasıl ulaşılacağını aşağıya ekleyeyim.
Hastalığın güncelleştirilmesinde çok geç kalındığını düşünüyorum. Çünkü; “BİZ SİZİN GÖRDÜĞÜNÜZ “BİZ” DEĞİLİZ”! İlk geldiğimiz yıllarda; görüntümüz insanlara direk birşeyler söylüyordu. Şimdi bu hastalığı özneleri olarak dahi tam bilince çıkaracak bir gerçekliğimiz olmadı.
Yazımı bitirirken; ÖLÜM ORUCU’NUN BENDE BIRAKTIĞI İZLERE; HER SABAH KALKTIĞIMDA, BİLİNCİMDEN-ELİMİN AYAĞIMIN TUTMASINDAN BAŞKA BİR HAZİNEMİN OLMAYIŞINI BANA HATIRLATIŞINA MİLYONLARCA KEZ TEŞEKKÜR EDİYORUM!
TEKERLEKLİ SANDALYEDE YAZDIĞI YAZILARIYLA BANA HEP IŞIK OLAN-OLMAYA DEVAM EDEN KUTSİYE BOZOKLARI BİR KEZ DAHA BURADA ANIYORUM.
HEPİNİZİ, HÜCRE HÜCRE ERİYEREK YİTİRDİKLERİMİZİN İZİNİN BİZDE KALDIĞI, ÇOK GÜÇLÜ BİR İNSAN SEVGİSİYLE KUCAKLIYORUM!
İYİ Kİ VARIZ!
Ganime Gülmez
(Buraya hastalığı anlatmaya gelen Demenz hastası kadın: Helga Rohra. Aus dem Schatten treten adlı kitabı var. Mabuse-Verlag’tan. Özel tüm “die Menschen mit Behinderung” kapsamındaki yaşamları kitaplaştırıyorlar. Bu Verlag’ın e-mail adresi: www.mabuse-verlag.de (für ein solidarisches Gesundheitswesen) )
1125 kez okundu.