Engin Erkiner
Sürgünler Platformu Birinci Kongresi’ni en iyi anlatan cümle bir konuşmacı tarafından söylendi:
“Biz şimdiye kadar sorunun etrafında dolaştık.”
Adına ister sürgünlük isterse siyasi göçmenlik deyin büyük bir sorun karşısındayız ve bu büyüklük sık sık tanımın ve yapılması düşünülenlerin de aşırı derecede büyümesiyle sonuçlanıyor.
Yine bir konuşmacının belirttiği gibi, “Biz dünya sürgünler örgütü değiliz”.
Belirli bir konuda derinleşme yönünde sıkıntı yaşıyorsanız, konuyu büyüterek bundan kurtulmaya çalışırsınız. Konu büyütülünce yapılması gerekenler de büyür; ne ki, bunlar yapılamayacak şeylerdir ve nasıl yapalım diye düşünürken zaman geçip gider.
Sürgünlük konusunda bize yaygın değil derinliğine bir anlayış gerekiyor.
Kendimizi sadece 1980 sonrasındaki sürgünlerle sınırlandırsak bile konu fazlasıyla derindir.
En başta bir saptamayla başlamak gerekir:
Sürgünlüğün tipik özelliklerinden iki tanesi, iletişimsizlik ve çevresizliktir.
Yabancı bir ülkeye gelmişsiniz. Dil bilmediğiniz için kimseyle konuşamazsınız. Kimseyi de tanımadığınız için uzun bir zamanı küçük bir çevre içinde, sizin gibi olan insanların arasında geçirmek zorunda kalırsınız.
1980 sürgünleri bunları yaşamadı. Bir Türkiye’den çıkıp ötekine geldiler. Kendilerinden yıllar önce gelmiş ve yerleşmiş insanlar arasından tanıdıklarını, örgüt üyelerini ve sempatizanlarını buldular. Sürgünlüğün tipik büyük sıkıntısını biz yaşamadık.
Sürgünlük ya da ülke dışında faaliyet devrimci harekette önemli yer mi tutar?
Bazı ülkelerde tutar ve bunların arasında biz de bulunuyoruz.
1960’lı yıllarda zamanın TKP’sinin ilk örgütlenmesi Doğu Berlin’den yayın yapan Bizim Radyo üzerindendi. Batı Almanya’ya gelen Türkiyeli göçmen işçiler arasında çalışma yaparak kadro ve sempatizan kazandılar. Keza radyo yayını ülkede de belirli oranda etkili oldu. TKP tarihinde ülkeden ayrılmak zorunda kalmış insanların ülke dışında yaptıkları çalışma önemlidir.
Benzer bir durum PKK için geçerlidir. Bekaa Vadisi ülkeden ayrılmak zorunda kalmış insanların başka bir sürgünlük yeri değil midir? Silahlı mücadele kadroları burada eğitim görüp ardından içeriye gitmediler mi?
1980 sonrasında Avrupa ülkelerine gelen devrimcilerin ülkedeki örgütlerine sağladıkları ekonomik ve politik destek de büyük boyuttadır.
İlginçtir, sürgündeki çalışmanın bu kadar önemli yer tuttuğu bir ülkenin devrimci hareketinin tarihinde bu durum pek az gündeme gelmiştir. Yaklaşık 20 yıl önce Toplumsal Dayanışma adlı bir dergide Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin Avrupa ülkelerinde bulunan işçilere yaklaşımıyla, devrimci örgütlerin aynı alanda bulunan sürgün devrimcilere yaklaşımının benzerlik gösterdiğini, ikisinin de dışarıdakileri öncelikle “para makinesi” olarak gördüklerini belirtmiştim. (O yazıyı bulabilir miyim, bilmiyorum ama arayacağım.)
Bunları hatırlamak hoş olmayabilir ama bu konu tarihimizin önemli bir bölümünü de oluşturur. Bu tarihi atlayarak yıllar süren evrimi anlatabilmek mümkün olmaz.
Kongre’nin önemli konuşmalarından birisini YEKKOM eş başkanı yaptı. Bugüne kadar yaşanılan alana yönelik yeterli faaliyette bulunamadıklarını, yeni bir yapılanmaya gideceklerini ve ilerde daha sık birlikte çalışmayı istediklerini belirtti.
Türkiyeli devrimci örgütlerin yıllarca ülkede bulunanlarla çatışarak cevap aradıkları soruyu soruyorlar aslında: burada ne yapılması gerekir?
Bu büyük bir sorudur ve verilen cevapların tarihi, sürgünlük tarihimizin önemli bir bileşenini oluşturur.
Kongre’de bazı arkadaşlar yukarıda açıklanan hususlar için “akademik çalışma” deyimini kullandılar ki, bu doğru değildir. Yukarda belirtilen hususlar sadece bir durum tespitidir, akademik çalışma değildir.
Akademik çalışma soru ile başlar ve sistematik bir gidişatla soruya cevap arar.
Mesela, “Önemli avantajları olan 12 Eylül sürgünleri neden başarısız oldular?” önemli bir sorudur ve cevabının sistematik bir araştırmayla ortaya çıkarılması akademik çalışma kapsamına girebilir.
Dahası var: Dünyanın ilk küresel ulus’u olarak İrlandalılar kabul edilir. Dünyanın değişik ülkelerine dağılmış, bulunduğu ülkede sosyalize olmuş hatta vatandaş olmuş ama aradan yıllar geçmesine karşın aralarında bağlantı bulunan insanlar küresel ulusu oluşturur. İrlanda Cumhuriyet Ordusu’na ABD’de yaşayan ve birkaç kuşak önce bu ülkeye gitmek zorunda kalmış (İrlanda’daki ekonomik koşullar nedeniyle) İrlanda kökenlilerin büyük desteği söz konusuydu.
Türkler ve Kürtler de “küresel ulus”lar arasındadır. Her küresel ulusun özgünlükleri vardır. Bizim özgünlüklerimiz nelerdir ve politik sürgünlerin küresel ulus oluşumundaki rolü ne olmuştur?
Bu da önemli bir sorudur.
Tanıdığım bir arkadaş Frankfurt Üniversitesi’nde ilginç bir konuda doktora yaptı: köyündeki insanlar dünyanın değişik ülkelerine dağılmışlar, ama internet ve telefon üzerinden sürekli bağlantıları bulunuyor. Bunu incelemiş ve bu konu güncel bir konudur. Politik geçmişi olan o köyden mutlaka politik sürgün olarak yaşayanlar da vardır.
Konular artırılabilir.
Yugoslavya iç savaşında Kosova’daki UÇK’yı oluşturan büyük oranda İsveç’te yaşayan Kosovalılar ve bu halkın politik sürgünleriydi. Benzeri bir durum Afrika ülkelerinde yürümekte olan çok sayıda yerel savaşta da görülüyor. Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarından büyük bir destek alıyorlar.
Bu genel içinde bizim özelimizin yeri araştırma konusudur.
Kongre’de birkaç kişi politik sürgünlerin önemli rol oynadıkları 1980’li ve 1990’lı yıllardaki Almanya’daki Türkçe edebiyattan söz etti. Bu da önemli bir konudur.
İlgimizi ve faaliyet alanımızı geniş bir alana yaymamakta yarar var. Konuları önem sırasına göre ele almak ve iyi bir faaliyet programıyla ilerleme göstermek gerekir.
Kongre’deki genel ortam gayet iyiydi, ama unutmayalım ki, yeterince yapılmış somut iş olmazsa bu ortam kaçınılmaz olarak bozulur. İyi ortamı korumanın yolu üretmektir. Yıllardan beri herkes fazlasıyla yapılmış toplantılardan, birlik sözlerinden bıktı, usandı; herkes başarıya, somut işe aç durumda…
Bir yıl sonra artık konunun içine girmiş durumda olmamız gerekiyor.
763 kez okundu.