NURAY BAYINDIR 09.EKIM. 2013
Üç haftadır romatizmalarım nedeniyle gittiğim Fransa’nın Vichy sehrindeki Termal Merkezindeydim. Neyse ki tedaviler öğleye doğru bitiyordu da kaldığım otelden çıkıp dışarıda bir süre dolaşma imkanı bulabiliyordum.
Yağmurlu günlerden biriydi, dışarıda turumu tamamlamış otele dönerken birden isterik bir kadın çığlığı ile irkildim. Hemen arkamı dönüp yüzüne baktım. Kadının siması ilk bakışta daha çok Balkanlardan gelme, Sırp ya da Bulgar olma ihtimalini uyandırıyordu. Yüzü asık ve kızarıktı. Ellerini öne ve arkaya doğru sert ve ritimli bir şekilde sallıyor, gözleri yere bakar şekilde birilerine birşeyleri nefes almadan anlatır gibi bağırarak konuşuyordu. Yürümüyor sanki uçuyordu giderken. Ben kadının arkasından bakıp kalmıştım. Ne olduğunu anlamaya çalışırken hemen sağ tarıfımdan geçen iyi giyimli, elinde baston iki büklüm yürümeye çalışan yaşlı bir Fransız kadın bana bakarak: ‘’Bir bu eksikti, bunların böyle konuşmasına bakmayın bu da dilenmenin bir biçimidir, biraz sonra yanına gelip senden para isterler’’ dedi. Kendi kendine kavga eder gibi konuşan kadının kıyafeti mali durumunun fena olmadığını gösteriyordu. Bayağı modayı takip eder bir tarzı vardı yani.‘’Pek dilenir hali yok’’ diyecektim ki; yaşlı kadın benim cevabımı beklemeden basıp gitti.
İki dakika bile sürmeyen anlık bir süreçte iki farklı kadınla karşılaşmıştım. Yaşlı kadının ardından bakarken lekelenmiş hissettim kendimi. Hitler’in Vichy’de karargah kurduğu Nazi dönemini yaşamış olması kuvvetle muhtemeldi. Belli ki beni Fransız’a benzetmiş o nedenle konuşan kadına tepkisini dile getirmede sakınca görmemişti. O bir anlık zaman diliminde bende kalan sadece kızgınlık oldu.
Nasıl bir kızgınlık mı?
Gencinden yaşlısına, zengininden fakirine, okumuşundan cahiline İnsanları paranın kıskacında kalıplaştıran, peşinden sürükleyen, insanlıktan çıkaran sisteme olan kızgınlık.
Her an, her saniye kişilerin her şeyden önce birer birey olduklarını, hem kendilerine hem de dışlarındaki tüm insanlara karşı sorumlulukları olduklarını unutturup birbirinin karşısına koyan, ötekileştiren, damgalayan etiketçi sisteme karşı kızgınlık…
Gerçekten bu dünya’nın çivisi çıkmış. Irkçılıktan başka birşey üretmiyor bu soygun düzeni. Gözünün içine baka baka sadece sahtelik ve yalan üretiyor.
Bu dünyanın iyileşme, insanı iyileştirme derdi de yok üstelik. Çünkü öyle bir noktaya geldik ki, geri dönüş ancak bir başka dünya ile mümkün. Bu gidiş bambaşka bir dünyayı gerekli kılıyor.
Farkındalık , başkalarının yaşamına saygı, sorunlarına ilgi, çözüm yolları arama bu sistemin, bu düzenin işi değil. İyice açığa çıktı.
O gün Vichy’de o yaşlı kadının gözlerinde gördüm insanı aşağılayan, yok sayan, hakaret eden sistemin kinini. Sonra büyük bir ağırlık çöktü içime, kusmak istedim.
Tam da Erdoğan’nın ‘’demokrasi’’ paketi tartışmalarının yapıldığı sıraydı. Otele döndüğümde Selma aradı ‘’Avrupa Süngünleri’’ sayfası için yazı istedi. Eve dönünce malum ‘’Peket’’ üzerine yazacağımı söyledim. Şimdi evdeyim ve hiç kimse artık paketten bahsetmiyor. Unutuldu gitti. Çünkü içi boş bir balondu söndü. Erdoğanın elinde kaldı. Boş şeylerle zaman doldurmanın zamanı değil. Erdoğan alsın paketini başına çalsın…
Kürtler kendi yaralarına kendi melhemlerini yapmayı çoktandır iyi biliyorlar. Zaten yenilik diye sıraladıkları da bu halkın yıllardır verdiği mücadele sonucu aldıklarıdır. Hele bir halka kendi dilini parayla öğren demek ona küfretmektir. Bundan sonra tartışma olmaz.
Anadoluda yaşayan diğer halklar da Kürtlerden yavaş , yavaş öğrenmeye başladılar…
Sadece Ana dil sorunundaki çözümsüzlük bile başlı başına Türkiyede yıllardır kış uykusuna yatırılan halkların uyanışını beraberinde getirdi.
Gezi direnişiyle kendine gelen Türkiye sol ve demokrasi güçleri, ses getiren ve tüm halk kesimlerini etkisine alan bir mücadele sürecine girdiler. Statükocu Ulusalcıların engelleme ve suyun akışını kendi yönlerine çekme çabalarına rağmen gerçek halk demokrasisinin (parklarda formlar oluşturularak) antik tarzını hatırlatan belirli bir gelişme yaşanıyor.
Artık kendi İslamcı faşist dayanaklarını yaratıp kurumlaştırma ve devlete bütünüyle sahip olma derdindeki AKP ‘’iktidar’’ının; hazırladım, hazırlıyorum diye piyasaya sürdüğü sözde demokrasi paketlerinin devri bitti. Onların getireceği her ‘’çözüm’’ yeni bir çözümsüzlük üretecektir. Bu tüm netliğiyle açığa çıktı. Paketin içeriğini tartışmaya o nedenle gerek yok.
Burada aklıma gelen bir anekdotu anlatayım da öyle bitireyim. 70’li yıllardı sanırım. Televizyonun yeni, yeni seyredilmeye başlandığı yıllar. Tek tük reklamlar yayınlanmaya başlamıştı. Bir çorap reklamı vardı, benim hafızamda öylesine yer etti ki anlatamam. Bir kadın elinde sepetiyle alışveriş mağazasına giriyor ve elindeki kilotlu ince çorabı fırlatır gibi atıyor yere. Bu arada arka fondan bir erkek sesi: ‘’Eskimiş çoraplarınızı atın! ‘’Jil’’ geliyor’’diyor…
Nedense her aklıma gelişinde bu reklam beni neşelendirmiştir.
En iyisi siz de Eskimiş Paketlerinizi başınıza çalın! Gelecek olan o gün geliyor…
619 kez okundu.