Üzerinden yüzyıl geçmiş olmasına sadece bir yıl kaldı, o Büyük Felaket’in, o acımasız talanın ve o amansız soykırımın.
Dillerin lal olduğu, kulakların tıkandığı, gözlerin kapatıldığı zamanlar hiç eksik olmadı bu yüzyıl boyunca. Ama hiçbir şeyin gücü yetmedi, bir ulusun acısını dindirmeye, soykırımla çoraklaştırılmış bir coğrafyanın kaderini değiştirmeye.
İşte, bugün vicdanlarda bir kez daha mahkum ediliyor, bir kez daha lanetleniyor, bir ulusun maruz bırakıldığı o acımasız yıkım ve kırım.
Anadolu’nun en eski halklarındadı Ermenler. Bu topraklarda varsıllık ve uygarlık adına ne varsa, hepsinde büyük emekleri ve alın terleri vardı onların.
Neredeyse bin yıl boyunca esaret altında yaşamak zorunda kalmışlardı.
Fetihlerle var olabilmiş bir imparatorluğun sultası altında tebaa olarak yaşamak istemediğinde, her ulus gibi kendi haklarına sahip olma ve özgürce yaşama arzusunu dillendirdiğinde, yazgısına amansız bir yokediliş düştü bu halkın. Malı-mülkü yağmalandı, zilliyeti sürgün yollarına sürüldü, zalim ve vicdansız bir kırımın kurbanı oldu.
Açıp tarih kitaplarını bakabiliriz yeniden, Osmanlı İmparatorluğu gerçeğine.
Kaç ulus çıkmıştır bu imparatorluk bünyesinden? Balkanlar’dan kuzey Afrika’ya, koca bir coğrafyaya kaç ulus sığdırılmıştır?
Kim ne derse desin, hangi yalanla perdelemeye çalışırsa çalışsın. İttihatçıların ve devamcılarının ‘etnik arındırma’, kendilerinden farklı olana ‘boyun eğdirme’ hesabının ürünü olarak yaşanmıştır bu ırkçı kırım.
Bu amaçla yasalar çıkarılmıştır büyük bir soğukkanlılıkla. Hesabı, kitabı ince ayarlarla yapılmıştır zalim bir tehcirin ve kanlı soykırımın.
Ermeni ulusunu yok etmeyi hedefleyen Büyük Felaket’e uzanan ilk adım, 24 Nisan 1915 yılında atılmıştır. Pek çok Ermeni aydını, yurtseveri, devrimcisi tutuklanmıştır bu tarihte. Çok daha yaygın ve kitlesel bir kırımın ön hazırlğı olarak, tutuklanan ve toplumun en diri, en dinamik kesimini oluşturan bu insanların sürgünüyle, katledilişiyle atılmıştır ikinci adım,. Bu yüzdendir ki, 24 Nisan 1915 tarihi, hemen ardından yaşanacak olan o büyük yıkımın ya da soykırımın kara günü olarak belleklerde yer etmiştir yüzyıl boyunca.
Bu kıyımın üzerinden henüz bir aydan az fazla bir zaman geçmişken, 27 Mayıs 1915 tarihinde, İttihatçılar bu kez doğrudan “Tehcir Kanunu”nu çıkarmışlardır.
“Geçici” olarak tanımlanan bu yasayla, yerel mülki ve askeri yetkililer, “sakıncalı” bulunan Ermenileri dilediklerince sürgün etme görev ve sorumluluğuyla yekili kılınmıştlardır. 30 Mayıs 1915’e gelindiğinde ise, ilgili yasanın ‘geçici’ hükmü İmparatorluğun Bakanlar Kurulu kararıyla kalıcılaştırılmış, kapsam ve yetki bakımından çok daha etkili hale getirilmiştir.
Kısaca anmaya çalıştığımız bu yasal düzenlemeler, İttihatçıların Ermenilere yönelik ‘etnik temizlik’ niyetlerini sadece siyaseten değil, hukuken de belli bir plana bağladıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Dahası, tehcir edilecek olan Ermenilere ait mal, mülk ve arazilerin idare ve tasarruf haklarını düzenlenyen bir yönetmenlik de yayınlamışlardır onlar. Bu yönetmenliğin altında,10 Haziran 1915 tarihinin yer aldığı görülmektedir. Böylece, planlanan kanlı soykırıma, yaşanacak mal-mülk gasplarına ilişkin olarak, ‘yasal’ bir kılıf uydurulmuştur büyük bir utanmazlıkla.
Bütün bu gelişmeler, İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı İmparatoğluğu’nun Ermenilerle ilgili nasıl bir hesap içinde olduğunu, hiçbir yalanın ve çarpıtmanın güç yetiremeyeceği kadar açıklıkla ortaya koymaktadır.
Pek çok kaynak, “tehcir yasası”na bir buçuk milyon civarında Ermeninin tabi tutulduğunu, bunların neredeyse tamamına yakın kısmının surgün yollarında resmi güçler ve yerel feodal despotlar eliyle kırımdan geçirildiğini göstermektedir.
Etnik arındırma ve soykırım politikaları yalnızca Ermenileri yok etmekle kalmamış, iktisadi, kültürel ve sosyal yönleriyle, Anadolu topraklarının bir bütün olarak çoraklaşması sonucunu da doğurmuştur.
Hiç şüphesiz ki, bu soykırım, gelecek yıllarda yaşanacak olan Rumlarla ilgili Mübadeleye, Ağrı, Zilan, Koçgiri, Dersim kırımlarına ve Kürt ulusuna yönelik inkarcı, kıyıcı, asimleci politika ve uygulamara zemin yaratmış, ortam hazırlamıştır.
Evet, Ermeni soykırımının üzerinden yüzyıl gibi bir zaman geçmiştir. Tam bir bellek silimi, yalan ve inkarla harmanlanmış ırkçı, faşist bir pratik yaşanmıştır.
Ama yine de Ermeni ulusunun Karadeniz’den Kürdistan’ın ucra köşelerine kadar, bıraktığı izlerin tümüyle silinmesi mümkün olmamış, Türk hakim sınıfları bunu başaramamışlardır. Anadolu topraklarına kabaca göz atmak bile bu durumu kavramak için kafi gelmektedir.
Kırımlardan geçirilip Derizor çöllerine kadar sürülen Ermeni ulusu, bu topraklara direnişçi, devrimci bir miras da hediye etmiştir elbette. 15 Haziran 1915 yılında İstabul’daki Beyazıt meydanında idam edilen 20 devrimcinin darağacındaki son sözleri ve sloganları yol göstericimiz olmalıdır.
777 kez okundu.