Gezi Parkı eyleminin toplumsal bir halk hareketi olduğuna kuşku yoktur. Ancak bu güne kadar görülmüş olan dünyadaki emsali hareketlerin hangisine benzediği konusunda önemli bir tartışma var. Hatta bu tür tartışma devletler düzleminde de yapılıyor. AB ve ABD ısrarla “Arap baharına” benzeterek “ Türkiye baharı” olarak nitelerken, Türkiye Cumhurbaşkanı ve Dış İşleri Bakanı bu tanımlamaya itiraz ediyor ve AB ve ABD deki halk hareketlerine benzediğini iddia ediyorlar. Bu bağlamda, dış işleri bakanları düzleminde “ ikinci sınıf demokrasi” üzerinde sert tartışmalar da yapılıyor. Türkiyeli incelemeci, araştırmacı akademisyenler arasında ise, Gezi kitlesinin sergilemiş olduğu tüzel ve özel kişilik üzerinde duruluyor. Hoş görülü, sevecen,( çevre, hayvan, insan, her türden canlı) şiddet karşıtı, çevreci, aykırı görüşlerin bir arada olmasına tahammüllü, a’ politik, örgütsüz, inanç- kimlik-ideolojik vb. gibi konularda heterojen, alabildiğine dayanışmacı kişisel özelliklerin bütün eylemciler arasında, hiçbir yazılı (program, tüzük, bildirge) metin olmaksızın tüzel bir kişiliğe dönüştüğü tespitleri yapılıyor.
Böylesi bir tespit, siyaset biliminde: Yumuşak güç ve yumuşak güç politikası olarak nitelendirilir. Gezi Parkı eylemcileri her ne kadar kendilerini “a’ politik” insanlar olarak nitelendirseler de, yaptıkları şeyin politika olduğuna kuşku yoktur. Politika ama, alışılmışın dışında bir politika… alışılmışın dışında politika yaptıkları ve toplumda şimdiye kadar yumuşak güç politikasına tanık olmadığı, kitlesel hareketlerin tümünde öncülüğü bir ya da bir çok örgütün yaptığı ve “sert” politikalar uyguladığına tanık olduğu için, Gezi topluluğunun kendisini “a’ politik” olarak nitelemesini benimsiyor. Kuşkusuz aksini iddia edenler de var. Hatta içinde yabancı parmağının olduğu, AKP iktidarını devirmek isteyenlerin yönlendirdiği, “Erdoğan ı yedirmeyeceklerini” söyleyenler de var. Bu yaklaşımın halk hareketi karşısında paniğe kapılmış olan iktidar egemenlerinin yaklaşımı olduğu besbelli. Analitik yaklaşımda bulunanların ezici bir çoğunluğun gözlemi yukarıda belirtmiş olduğum özel ve tüzel kişilik yönünde. O nedenle, Gezi direnişi konusunda, bir analiz yapılırken söz konusu tespitin baz alınması gerektiği kanısındayım ve onu baz alarak bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Gezi Parkı eyleminin AB ve ABD de kilere mi yoksa “Arap Baharına” benzeyen “Türk baharı” mı olduğu şeklinde ki benzetmelerin hiç birisine katılmıyorum. Ne “Arap baharı” ve ne de AB ve ABD’ deki kitle hareketlerinin hiç birisi ile benzerliği yoktur Gezi Parkı eyleminin. Her şeyden önce karakter, yapısal, tüzel ve özel kişilik ve de uygulanan politika olarak çok alakasız. “Arap baharı” hareketi iktidarı yıkmaya yönelik, politik bir devrim gücü olarak yapılanmıştı. Bu yapısından dolayı tümü ile toplumsal şiddete dayalı bir özel ve tüzel kişiliğe sahipti. O nedenle de var olan siyasal iktidarları yıkıp, yerine başka iktidarlar getirerek, politik devrimler yaptılar. ( Toplumsal değil politik devrimler). Gezinin böyle bir talebi de yok, amacı da. AB ve ABD’ deki hareketler ise bir takım demokratik taleplerde bulunan hareketler değil, globalizm in yaratmış olduğu, işsizlik, yoksullaşma gibi sosyal devletin yıkımına karşı duran ve direnen, belli ölçüde sistemi aşan talep ve eylemlerde bulunana hareketlerdir.
İleriki bir dönemde Gezi eylemleri de böylesi bir boyuta büyüyebilir. Ama mevcut hali ile son derece dar taleplerle yetiniyor, AB ve ABD deki hareketler gibi toplumsal boyutlu bir talepler listesine sahip değil. O nedenle de Gezi kendine özgü bir tüzel ve özel kişiliğe sahip. Bu özel ve tüzel kişiliğin gelecekte nasıl bir değişime uğrayacağı da belli değil.
Aslında bence Gezinin “Arap baharına mı” yoksa AB ve ABD deki kitle hareketlerine mi bezediği fazla önemli değil. Önemli olan Gezinin görülmekte olan bu özel ve tüzel kişiliğinin, hangi ekonomik alt yapı, siyasal, sosyal, kültürel, tarihsel ve toplumsal üst yapının ürünü olduğudur. Gezi de görülmekte olan, bu tüzel ve özel kişiliği sergileyen gençlik, yeni bir insan tipi yaratmak isteyen ve bu uğurda elinden geleni yapan Kenan Evren ve 12 Eylül ün yaratmış olduğu insan tipi değil. Yine en az Kenan Evren kadar yeni bir insan tipi yaratmakta ısrarlı olan ve “dindar gençlik” yetiştirmek isteyen Erdoğan ın yaratmış olduğu gençlik ve insan tipi de değil. Her ne kadar, Denizlerin tişörtlerini giyerek eyleme katılmış olanlar çok sık görülse de bileşenler, izlenen politika, talepler ve de en önemlisi devrimci tarz ve davranışlar olarak, 68 kuşağı denen hareketin de bir benzeri değil. 68 kuşağı denen kuşağın tarzı katışıksız olarak devrimci idi, o yapısından dolayı de alabildiğine sertti.
Dolayısı ile kırılgandı. Bu yapısal nedeninden dolayı da bir çok kırılma yaşadı. Geriye hareketin kendisinden çok üretmiş olduğu değeler kaldı. Gezi Parkı eylemi bu değerleri taşıyor, içselleştirdiği bazı birikimler var, ama üretmiş olduğu insan tipi, eylem tarzı ve amaçları itibarı ile onun bir devamı ve benzeri değil. Peki bu Gezinin insan tipi, nerden geldi, hangi üretim ilişkilerinin yaratmış ve hangi pedagojik yapılanmanın üretmiş olduğu insan tipi? Sağlıklı analitik bir yaklaşımla bu sorulara doğru ve sağlıklı yanıtlar bulmadan ne Gezi eyleminin geleceği ve ne de getireceği değer ve kazanımlar anlaşılır ve inandırıcı şekilde izah edilebilir.
Edilemez çünkü emsali yoktur.
Her toplumsal olguyu sağlıklı bir şekilde anlayıp, algılayabilmek için önce parçalara bölüp, iç yapısını anlamak, tekrar birleştirerek sentez yapmak gerektiği gibi, Gezi olgusunu da aynı Materyalist yöntemle ele alıp irdelemek gerekiyor. Kuşkusuz materyalist yöntem önce olgunun alt yapısına yani hangi üretim ilişkilerinin, ekonomik alt yapısının ürettiğine bakar. Çünkü insanın bilincini belirleyen ana faktör, yaşamış olduğu sosyal ortamdır. Sosyal ortamın belirleyicisi ise ekonomik alt yapıdır.
Türkiye çok partili sisteme geçtikten ve emperyalizm ile işbirliğine girdikten bu yana, ne bağımsız bir ulusal sermayeye ne de bağımsız bir siyasal üst yapıya sahip oldu. Türkiye deki bütün iç başkalaşımlar emperyalizm tarafından belirlendi. Sermaye ihracının ilk dönemi, dampingler yaparak, ulusal sermayeyi bitirmekle geçti. Sonrasında, ithal ikameci kapitalizm egemen kılındı. Bu süreç, ulusal kurtuluşun bilgi birikim ve değerleri ile yetişmiş olan 68 kuşağı denen hareketi yarattı. 78 kuşağı daha yumuşak bir tonla bunu takip etti. Süreç içerisinde sermaye küresel boyuta büyüyüp, global bir nitelik kazanınca Türkiye de Mahir yoldaşın deyimi ile “iç olguya dönüştü”. Bütün gelişmeler, görülmekte olan doku ve dengeler: geleceğin toplumsal sistemi olan sosyalizmin, iç olgu haline gelmiş olan globalizmin rahiminde oluşup, şekillenmekte olduğuna işaret ediyor.
Global kapitalizmin alt yapısında yaşanmakta olan iç başkalaşımlar, bu başkalaşımların siyasal ve toplumsal üst yapıda yaratmış olduğu şekillenmeler: geleceğin sosyalizminin geçmişte olduğu gibi “proletarya diktatörlüğü, devrimci diktatörlük, Halk diktatörlüğü” vb. gibi diktatörlükler olmayacağını ifade ediyor. Söz konusu olguya Marksist bir ön görü ile bakabilen herkesin geleceği bu perspektifle görmesi olasıdır. Bir iç olguya dönüşmüş olan global kapitalizmin yaratmakta olduğu ve bu gün toplumsal ilerlemede bir lokomotif görevi üslenmiş olan insan tipinin öncülüğü devam edecek gibi. Çünkü bu insan tipi tüm toplum kesimi tarafından benimsenmiş durumda. Evet Cem Boyner de : ne sağcıyım ne solcu çapulcuyum çapulcu diyerek Gezi hareketine katıldı. AB ve ABD de açık destek beyan ettiler.
Denebilir ki; kapitalistlerin ve emperyalistlerin de desteklediği hareketten ne hayır gelebilir? Evet Bundan mutlaka kuşku duymak gerekir. Ama Gezi Hareketinden değil, onu elde edip, kendi çıkarına değerlendirmek, için kolları sıvamış olan emperyalistlerden ve kapitalistlerden kuşku duymak gerekir. Gerekir çünkü emperyalizm Türkiye de bir iç olgu haline gelirken, karşıtların birliği yasası gereği, Türkiye ve Türkiye nin sorunları da emperyalizmin kendi sorunları haline geliyor. Türkiye de ki her halk hareketi emperyalizmi doğrudan ilgilendiriyor. O nedenle de AB ve ABD Gezi ve taksim Hareketi ile doğrudan ilgilendiler. Kuşkuyu bunların bilincinden olarak duymak gerekir. Kuşkuyu: Gazi Hareketine uzak durarak değil, tersine Gezi Hareketini devrimcilerin, sosyalistlerin, Özgürlük Hareketinin daha fazla desteklemesi, daha ileri boyutlara taşıması gerektiğini kavrayıp, hayata uyarlayarak gidermek gerekiyor.
Çünkü Gezi de ortaya çıkmış olan insan tipi, 21. Y. Yılın Türkiye sinin devrimci insan tipidir. 21. Y. Yılın insan tipi artık 20. Y. Yıldaki insan tipi gibi asla olamaz. Mahirler, Denizler, İbrahimler bir daha gelmezler. Onların yerini diyalektik yasa gereği, yeni insan tipleri alacaktır. Söz konusu insan tipi de Gezide ki insan tipidir. Artık ne 20. Y. Yıldaki gibi lider partileri, ne tek ideoloji, tek parti ve nede homojen bir sınıf mücadelesi toplumsal ilerlemenin lokomotifi olacaktır. Bu günün Gezi Parkı Hareketi geleceğin toplumsal ilerleme sürecinin prototipini oluşturuyor. Lidersiz ya da her bireyin eşit olduğu eşitler içerisinde görev ve sorumlulukları bakımında farklılıklar taşıyan insan topluluğu. Fizik kanununun atom hareketi ile mukayese ederek belirtecek olursak: Parçacıkların atom çekirdeğinin etrafında döndüğü değil, parçacıkların kendi ekseni etrafında ve de diğer parçacıklar etrafında döndüğü bir yapılanma söz konusu olacaktır. Her birey hem kendini, hem de diğer parçacıkların ekseni etrafında ki olgularla ilgili olacaktır.
Gezinin hareket tarzı Kuantum fiziğinin hareket tarzına çok benziyor. Kedi iç yapsın da ve sisteme karşı duruş ta da eksen etrafından dönüşü değişmiyor. Bu gün için sistemin iç başkalaşımın dinamiklerinden birisi gibi gözüken Gezi hareketi, süreç içerisinde sisteme karşı bir boyut kazanabilir. Gezi hareketinin böylesi bir dokuya sahip olduğuna kuşku yok. Ancak gelişim süreci ve bu süreci tetikleyecek olgu ve olayları şimdiden kestirmek çok zor. Böyle olmakla birlikte, Gezi hareketinin geleceğe yönelik olarak, çok önemli birikim ve değerler taşıdığı, 68 ve 78 kuşağı denen kuşakların tersine kendisini aşarak, yeniden üreterek, geleceğe büyüyecek dokuya sahip olduğunu vurgulamak gerekir. Kuşkusuz, Özgürlük Hareketinin, ateş kesip, arkasından da, silahlı güçlerini Kuzey Kürdistan dan çekmesinin de Gezi Parkı Hareketinin oluşmasına katkısı çok büyük olmuştur.
Kendisinden önceki hükümet ve devlet yapısının yaptığı gibi Erdoğan Hükümeti ve devleti de “ülkenin bölünmesini” Türk halkına bir korku kabusu gibi dayatıyorlardı. Toplumda ki en ufak bir kıpırdamayı “bölücülerin ekmeğine yağ mı süreceksiniz” ithamı ila bastırıyorlardı. Barış süreci devreye girip, başarılı bir şekilde ilerleyince, toplumun üzerine geçirilmiş olan bölünme kabusu birden bire yerini toplumda birikmiş olan sancının patlamasına bıraktı. O nedenle sadece devrimciler, demokratlar, sosyalistler değil, Özgürlük Hareketinin kendisinin de katkısı ile oluşmuş olan Gezi Hareketine sahip çıkıp, AB, ABD ve Türkiye deki işbirlikçilerinin eline terk etmemelidirler. Onlar sahip çıktıkları her halk hareketini buharlaştırıyorlar. Bir zamanlar benim de üyesi olduğum “Dünya Sosyal Forumuna” da sahip çıktılar, finanse ettiler. Şimdi yok öyle bir hareket buharlaştı.
Tümüyle buharlaşmadı ise bile son derece marjinal bir konuma geldi. Dünya sosyal formu hareketi de spontane bir şekilde çıkmış bütün dünya da heyecan yaratmıştı. Şimdi yok öyle bir dinamizm. Gezi ve Taksim Hareketine de sahip çıkarak, “Dünya Sosyal Formu” gibi buharlaştıracaklar. Aslında AB ve ABD burjuvazisi bu yöntemi Erdoğan a da öğretmek istiyor, ama Erdoğan ın kapasitesi buna yetmiyor. Onlar kendilerine rağmen bir güç ortaya çıkıyorsa, içine girip, eritmeyi prensip edinmişler. Gezi Taksim hareketi bir devirme, devrim yapma hareketi değil. Sadece belli demokratik haklar talep eden bir hareket. Belli taleplerinin karşılanması hareketi çözmeye yetecektir. AB ve ABD bunu istiyor. Ama Erdoğan hala burnunun doğrultusunda gidiyor. Erdoğan ın bu tavrı Gezi- Taksim Hareketinin kalıcılaşması, giderek organize olması için önemli bir nedendir. Türkiye sol, sosyalist ve Özgürlük Hareketinin Erdoğan ın bu yetmezliğini iyi değerlendirip, Gezinin tüzel ve özel kişiliğini pekiştirip, kalıcılaştırmalıdır.
Teslim TÖRE
550 kez okundu.