Sürgündeki Entellektüel Emek ve Toplumsal Gereksinim

images (1)Kolektif emek ve entelektüel emek, üretimde sanayi devriminin lokomotif görevini gördüğü dönemde de iki ana öğe durumundaydı. Ama belirleyici olan kolektif emek gücü idi. Burjuvazi daha yüksek kar için teknolojiyi sanayinin bütün alanlarına sokarak, kolektif emeği üretim sürecinin yönlendiricisi olmaktan çıkartıp sürecin bir seyircisi konumuna getirdi. Bu durumda, entelektüel emek üretim sürecinin belirleyeni haline geldi. Teknolojinin yoğun olarak katıldığı bütün üretim süreçlerinde doğal olarak canlı emek yerini nesnelleşmiş emeğe bıraktı. Yani canlı emeğin yerini nesnelleşmiş emek (makineler) aldı. Dolaysıyla canlı emek nicel olarak azaldı, nitel olarak da etkisizleşti. Buna karşın canlı emeğin entelektüel olanı teknik elemanlar, mühendisler, muhasebeciler, planörler, reklamcılar vb. üretim sürecinde etkili hale geldi.

Bu konum değişimi, elbette üretim ilişkilerinden her hangi bir başkalaşıma neden olmadı. Ama üretim tarzında önemli bir değişime neden oldu. Bu değişim sonucu, üretim sürecini hızlandıran ya da yavaşlatan el, entelektüel emek oldu. Üretim sürecinde oluşmuş olan bu tarz değişimi, aynı zamanda : 20. y. yılın işçi sınıfına “dışarıdan bilinç taşıma sınıfı dışarıda bilinçlendirme” perspektifini de değişime uğrattı. İşçi sınıfına dışarıdan bilinç götürme prensibi tarihe karıştı..

Entelektüel emek gücünün bir kısmı, kolektif emekle birlikte üretim sürecinde yer alırken diğer kısmı daha çok ideolojik, teorik, politik, taktik, stratejik vb. gibi mücadele perspektifleri üretme konumuna geldi.

Kavramlaştırarak belirtecek olursam: Entelektüel emekçiler ile emeğin entelektüelleri bir sürecin üretim tarzının görev bölüşümünü yapıyor. Daha anlaşılır bir dil ile söyleyecek olursam : emekçi aydın ile emeğin aydınları kategorik olarak, birisi üretim sürecinin çalışanı iken, diğeri üretim sürecinin dışında fakat düşünsel üretimini emeğin kurtuluşu için yapan aydın konumunda kalıyor. Tabir uygunsa ayrı araçlarla aynı amaçlar için üretim yapıyorlar. Dolayısı ile 21. y. yıl ( aslında 20. y. yılın ortalarında başlamış olan ) üretim sürecinde ki tarz değişiminin, devrim ve toplumsal ilerleme sürecinde amaca uygun araç denkleşmesini de yapmış oluyor.

Bu görev bölüşümü, sadece sınıf mücadelesi alanında değil : Demokrasi mücadelesi alanında da geçerli olmaktadır. Olmaktadır çünkü somut olarak da görüldüğü gibi: Türkiye de sınıf mücadelesi ile demokrasi uğruna mücadele ayrı, ayrı kulvarlarda, aralarında birer Çin Seddi olarak yürümüyor. Günümüz Türkiye sin de, işçi sınıfının emek mücadelesi ile, ezilen halkların, ezilen inançların demokrasi mücadelesi iç içe ve aynı kulvarda birlikte yürütülüyor. Bunun en somut örneği : sosyalistlerin yani emeğin kurtuluşçuların da ulusal kurtuluşçuların da, ezilen inanç kurtuluşçularının da birer bileşen olarak içinde yer almış olduğu HDK ve HDP dir.

Emeğin entelektüel birikim ve üretimi ile demokrasi güçlerinin entelektüel birikim ve değerleri, aynı potadan eriyerek, sınıf ve demokrasi güçlerinin gelişim yolunu birlikte aydınlatıyor. Sınıfın ve demokrasi güçlerinin entelektüel emek üretenleri, bir tek dinamizm olarak toplumsal ilerleme sürecine ivme katıyor. Başka bir söylem ile, iki dinamizm bir bütün haline gelerek tekleşen toplumsal ilerleme sürecini ileri boyuta taşıyor. Bu verili durum, sürgün de yaşayan emeğin entelektüel birikim ve değerleri için de geçerlidir. Ya da ülkemizin bir nesnel gerçekliği olan bu verili entelektüel emek bileşenini, sürgünde yaşayan entelektüel emek üretenleri de bilince çıkartıp hayata uyarlamak durumundadırlar. Sürgün bir doğa olayıdır. Kesilmiş bir ağacın çürümemiş kökünün üzerinde filizlenen, hayat bulan gelişen ışkınlardır. Yani torağa dikilmiş değil zaten torakta dikili olan bir ağacın kesilmiş kökünden göveren ve orada hayat bulan, canlılığını o kök üzerinde sürdüren bir varlıktır.

O nedenle biz sürgünler Avrupa da yaşasak bile kökümüz Türkiye ve Kürdistan da dır. Bize canlılık ve hayat veren orasıdır.

Kuşkusuz Avrupa da da tutunmuş, burada da gıdalanarak kök salıp, yaşamını sürdürenlerimiz var. Öyle olanlar da olsa yine de aynı kökün sürgünleri olmamız gerçeği yadırganamaz. Artık tek tek ülke dinamikleri sadece bir ülkede devrimin gelişmesini tetiklemiyor. Dünya devrim sürecini de tetikliyor. Global kapitalizm, tek tek ülke dinamiklerini bir dünya devrim ve toplumsal ilerleme sürecinin dinamiklerine dönüştürmüş durumda. O nedenle dünyanın neresinde olursa olsun emeğin aydınları ya da entelektüel emekçiler, hem üretim sürecine, hem de halkların demokrasi mücadelesine karınca kaderince katkı yapma yol ve yöntemini geliştirmeleri gerekiyor.

Gerekiyor çünkü üretmeyen kurur. Yaşamın gıdası üretimdir. Emek dünyasının bir öğesi emekten yana üretim yapmadan da fiziki olarak yaşayabilir fakat, emek dünyasının kurumuş bir dalı konumuna düşer. Kökümüz sağlam kalsa da üretkenliğimiz olmadığı sürece bedensel olmasa bile düşünsel olarak çürürüz. Yaşanan bir düşünsel çürümenin bedensel çürümeyi de tetikleyeceğine kuşku yoktur. Olguya nereden ve nasıl bakarsak bakalım, biz entelektüel emek sürgünleri, (kolektif emekçiler zaten üretiyorlar) düşünsel üretim yapmak zorundayız. Düşünsel üretim ilahta yazı ile yapılmaz. Sözlü de yapılabilir. Yazılı olarak Kitapta, dergide, gazetede, internette yapıldığı gibi sözlü olarak da her yerde yapılabilir. Ama organize ve kolektif olarak yapılmayan düşünsel üretim yapıdaki yerini alamaz, örülen duvardaki boşluğu dolduramaz.

Bu organizasyon ve kolektivizmin ilaha da bir parti olması gerekmiyor. Avrupa Sürgünleri platformu gibi örgüt olmayan bir örgüt olması da yeterlidir. Mevcut ortamda, Avrupa Sürgünler Platformu doğal olarak, örgütlenme yapısı, programı, tüzüğü, kendine özgü sorunları, onlara çözüm üretme gibi konularla uğraşmak zorunda kalıyor. Belirtmek gerekir ki, çok önemli bir entelektüel emek birikimini de içinde barındırıyor. Dünyanın, Ortadoğu bölgesinin, Türkiye nin belli sorunlarını tartışmak, tezler-anti tezler üretmek, sentezler yapmak, bunları halka ulaştırmak gibi bir potansiyel de taşıyor. Bu birikimi değerlendirmenin bu gün için olanağı yoktur.

Ama “neyimiz var neyimiz yok” bazında bir yoklama yapacak olursak, bu gün için görünenin aysbergin sadece bir bölümünün olduğunu belirtmek lazım. Özellikle de bu güne kadar platforma katılmamış olanlarında katılması halinde birikimin daha da boyutlanacağına kuşku yoktur. Kuşkusuz bunları yazarken Erdoğan ın “Akıl insanları” gibi bir şeyden söz etmiyorum. Bir çok şeyi görerek yaşayarak öğrenmiş, teori ile pratiği hayatın kazandırdığı ivme ile birleştirmiş, acımasız mücadele hayatının örs ve çekici arasında, dövülerek şekillenmiş insan tiplerinden söz ediyorum. Bunların sahip olduğu birikim ve değerlerin önemini ifade etmeye çalışıyorum. Sahip oldukları birikim ve değerleri taşıdıkları alandaki birikim ve değerlerle nasıl bağdaştırmaya çalıştıkları, bunun yarattığı zelberin nasıl bir ağırlık oluşturduğu deneyimlerin önemini vurgulamak istiyorum.

Entelektüel emek sürgünlerinin tümüne yakını, duyguları, düşünceleri, insana olan sevgileri nedeni ile kavganın içindeki yerlerini almışlardır. Kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçilerle sınıf çıkarı ortaklığı gibi işin maddi ve sınıfsal bir yanı da vardır. Ama esas onları kavganın içine iten muharrik güç, işin bu maddi yanı değildir. Entelektüel emek sürgünlerinin bir çoğu vicdanının ve taşımış olduğu insani değerlerin esiridir. Çünkü onlar yapısal konumu gereği sistemin her alanında maddi olanaklara kavuşma yetenek ve gücüne sahipler. Ama tercihlerini emekten ve ezilenden yana yapmışlardır. Başka bir söylemle, onların emekten ve ezilenden yana olmaları bir zorunluluk değil bir tercih meselesidir. O nedenle sözü edilen birikim ve değer sınıfsal olarak maddi çıkardan çok insani boyutlu bir değerdir. Bu yapısallığından dolayı da büyük önem taşıyor. Taşımış olduğu önemden dolayı da esirgenmesi, bir toplumsal değer olarak geleceğe, geleceğin kuşaklarına taşınması gerekiyor.

Aslında bu genç kuşağa bakarak geleceğe taşımaya çalıştığımız bu değerlerin, onların işine yarayıp, yaramayacağı pek belli olmasa bile yine de taşımanın bir insani görev olduğunu düşünmek gerekir. O nedenle bütün sürgünlere bilgi ve birikim dağarcığımızda ne var ne yoksa dağarcıklarımızı bir araya toplayalım, aktaralım birikimlerimizi birbiri içine, büyütelim, taşıyalım geleceğe. Çocuklarımızın, torunlarımızın bir kısmının işine yarayıp da kullanırlarsa kullanırlar, işlerine gelmezse de sonraki kuşaklar kullanırlar. Bu değerler eskimez, çürümez, değersizleşmezler. Önemli olan bu değerlerimizi kalıcılaştırmak, ölümsüzleştirmektir. Sitemizle birikimlerimizi kalıcılaştırıyoruz, ileride kitaplaştırarak ve/ de Ansiklopedileştirerek ölümsüzleştirebiliriz. Haydı bütün sürgünler gelin, bu yazıda belirttiğim ve belirtemediğim her şeyi birlikte yapalım.

Belki her birimizin birikim ve değerlerini kalıcılaştırarak ölümsüzleştirip geleceğe taşıma olanakları vardır. Ama bunu sürgünler olarak ve sürgünlerin kollektivitesi olarak yapmanın tadı ve hali başkadır. Bir zamanlar Nazım ın da şiirlerinden görüldüğü gibi sürgünlük bir eziyetti. Şimdi de kısmen öyle. Ama sürgünün onurlu, gururlu, haysiyet dolu yanı da var. Yaşamakta olduğumuz dünyamızın ekonomik alt yapısı ve onun şekillendirdiği toplumsal üst yapı, tek tek ülkelerin toplumsal ilerleme ve devrim sürecini biri birine eklemleyerek dünya devrim sürecine büyüttü. Sürgünlerin onur, gurur ve haysiyet dolu değerlerini bu sürece katmanın olanakları var. Bütün sürgünler ya da çoğunluğu bir araya gelebilirse, Avrupa Sürgünler Platformunu, dünya devrim ve toplumsal ilerleme sürecine doğrudan katkıda bulunma aracı haline getirilebilir.

images

Teslim TÖRE

 

670 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir