Siyasal sürgünümüzün geçmişi ve istemleri – Doğan Özgüden

Siyasal sürgünümüzün geçmişi ve istemleri

Avrupa Sürgünler Meclisi, Tüday, Kulturforum, AABF ve Dayanışmanın Sesi Derneği tarafından 

Köln’de düzenlenen İnsan Hakları Haftası’nın açılışında yaptığım konuşma

 

Doğan Özgüden

(Artı Gerçek, 9 Aralık 2024)

 

Bugün bir araya geldiğimiz Köln’e yolum ilk kez, bundan tam 53 yıl önce, sahte pasaportla illegalde başlayan sürgünümüzün ilk yılında düşmüştü. Türkiye’de 60’lı yıllarda yayınladığımız Ant Dergisi, Avrupa’da ilerici işçi ve öğrenci derneklerinin haberlerini ve duyurularını ayrıntılı yansıtan tek sol dergiydi, bu nedenle de Almanya’nın çeşitli kentlerinde birçok dostumuz vardı.

1971 yazında cuntaya karşı çeşitli dillerde bildiri ve afişlerle dolu iki bavulu zor bela taşıyıp hauptbahnof’ta bagaja emanet ettikten sonra, o dönemde Köln’deki Türkiyeli tek sol örgüt olan İşçi Derneği’nin kapısına dayanmıştık. Ne var ki, yaz tatilinde dernek kapalıydı… Bu yüzden bir gece Köln Garı’nın bekleme salonlarında sabahlamış, ancak ertesi gün değerli dostlarımız gazeteci Nurettin Tekindor, Köln Radyosu’ndan Ülya Üçer ve bilim insanı Fazıl Sağlam’la  buluşarak Demokratik Direniş örgütünün Batı Almanya’daki ilk kampanyasını başlatmıştık… Hemen ardından Batı Berlin’e geçmiştik.

Siyasal sürgünlükle ilgili ilk dersimi de o sırada almıştım.

1971 Darbesini Batı dünyasına haklı göstermek üzere sıkıyönetim mahkemesinde düzmece bir TKP davası açılmıştı. Benim de sanık olarak arandığım TKP davası üzerine dönemin en eski siyasal sürgünlerinden, parti genel sekreteri Zeki Baştımar’la Doğu Berlin’de görüşüyorduk. Sormuştu: “Sürgünde ne yapacaksınız?”

“Sürgünde kalıcı değiliz” demiştim, “Belli görevleri yerine getirdikten sonra en kısa zamanda yine illegal yollardan Türkiye’ye döneceğiz.”

Acı bir tebessümle yanıtlamıştı: “Sanmam. Biz de o niyetlerle çıktık Türkiye’den. Bakın, kaç yıl oluyor, hâlâ buralardayız. Gerçekçi olmak lazım… Siz de uzun sürgün yaşamına hazırlıklı olun.”

Bir yıl sonra, 1972’de Paris’te tanıştığım en eski sürgün komünistlerden Fahrettin Petek de benzer şeyler söyleyecekti.

Köln’e ikinci gelişimiz, 1972’deydi…Heinrich Böll ile buluşup Paris’te hazırladığımız çeşitli dillerdeki işkence belgelerini ve direniş çağrılarını kendisine sunmuştuk, o da Günther Grass ve Hans Magnus Enzensberger ile temas kurarak, diğer Avrupa ülkelerindeki gibi Almanya’da da Türkiye direnişiyle dayanışma komitesi oluşturma sözü vermişti. IG Metall Sendikası’ndan Yılmaz Karahasan da sendikal planda büyük destek sağlamıştı.

Sürgünümüzün ilk üç yılında Köln ve Berlin’de illegal olarak yürüttüğümüz çalışmalar sırasında başımız derde girmezken, siyasal mülteci statüsü kazanıp legale çıktıktan sonra, 1977 yılı sonunda Brüksel’den Köln’e gelirken inanılmaz bir şey olmuştu…

Alman İçişleri Bakanı Werner Malhofer, 206 yabancı örgüt ve 287 yabancı yayın mensuplarının Alman topraklarına girmelerini sırf “aşırı solcu” oldukları gerekçesiyle yasaklayıp tüm sınır kontrol noktalarına isimlerini bildirmişti. Bu kişiler arasında İnfo-Türk‘ün yöneticisi olarak ben de vardım. Bu listede adım olduğu için, trende pasaport kontrolü yapan Alman polisleri tarafından tutuklanıp gece yarısı Belçika’ya iade edilmiştim.

Bu yasaklama Alman demokratik kuruluşlarının protestosu sonucunda bakanın istifa etmek zorunda kalmasıyla ortadan kalktığından, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hem İnfo-Türk adına, hem de cunta rejimine karşı kurmuş olduğumuz Demokrasi İçin Birlik Avrupa Komitesi adına Almanya’ya sık sık gelerek birçok anti-faşist etkinliklere katıldım.

12 EYLÜL 1980 DARBESİ’NİN SİYASAL SÜRGÜNE KİTLESEL SALDIRISI

Gerek Türkiyeli ekonomik göçün geneli, gerekse siyasal göç konusunda en ırkçı, en faşizan saldırı 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin ardından gelmişti.

Daha önceki dönemde, 70’li yıllarda, Türkiye’nin yanı sıra üç Avrupa ülkesi, Portekiz, İspanya ve Yunanistan da faşist rejimler altında iken, Türkiye çıkışlı ekonomik göçmen kitlesi bu üç ülkeden gelmiş siyasal göçmen kitlelerinin de etkisi ve dayanışmasıyla demokratik örgütlenmelere, enternasyonalist ilişkilere daha açık konumdaydı.

Evren Cuntası’nın iktidara el koyar koymaz yaptığı ilk işlerden biri, bir yandan Avrupa ülkelerinde Ankara’ya bağımlı bir Türk lobisi oluşturmak üzere Türk işçilerini  bulundukları ülkelerin vatandaşlığına geçmeye zorlaması, öte yandan da Türk Diyanet Vakfı’nı kurarak Türk işçi derneklerini ve camilerini onun otoritesine bağımlı hale getirmesi olmuştu.

Dahası, rejim karşıtı olanların Türk vatandaşlığından atılarak Türkiye’deki varlıklarına el konmasının yarattığı korku ve panik nedeniyle, özellikle Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, Luksemburg ve Avusturya’daki Türk işçileri giderek Ankara rejiminin fedaileri haline dönüştürüldü.

Darbeyi izleyen yedi yılda 26 bin kişiye “yurda dön” çağrısı yapılmış, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkartılmıştı. Pasaport talepleri reddedilenlerin sayısı 388 bini geçiyordu.

Vatandaşlıktan atılan Behice Boran, Gültekin Gazioğlu, Yılmaz Güney, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Ali Baran, Mehmet Emin Bozarslan, Nihat Behram, Mahmut Baksı, Şah Turna, Fuat Saka, Demir Özlü, Yücel Top ve daha yüzlerce muhalif Cunta şefi Evren tarafından “kansızlar” diye suçlanıyordu. Bu vatansızlaştırma operasyonundan İnci de, ben de, 1982’de nasibimizi almıştık.

Bu arada önemli bir hatırlatma yapmak isterim… Vatandaşlıktan atma 12 Eylül darbesinden sonra yoğun şekilde uygulanmışsa da, bu konudaki ilk girişim darbeden çok önce, Bülent Ecevit’in başında bulunduğu hükümete aitti. Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar, Nisan 1979’da verdiği bir demeçte, “Yurt dışında faaliyet gösteren, kanı ve kafasıyla milletimizin ferdi olmaya layık bulunmayanlar”a karşı gereken önlemlerin alınacağını açıklamış, ardından da İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, Avrupa ülkelerinin Türkiyeli teröristleri desteklediğini ileri sürerek bunlara karşı ivedi önlem alınmasını istemişti.

Ardından CHP Kastamonu Milletvekili Sabri Tığlı‘nın “devlet güvenliği aleyhinde faaliyette bulunanların vatandaşlıktan atılması” önerisi TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilmiş, ama 1980 darbesi nedeniyle önerinin Meclis genel kurulunda yasalaştırılması mümkün olmamıştı. Evren Cuntası işte o mirası kullanmıştı…

Bu arada bir vurgulama yapmak isterim… Türkiye çıkışlı sürgün, tarih boyunca ülkedeki konjonktürel değişimlere paralel olarak farklı içerikler ve boyutlar kazanmış bulunuyordu.

Asya ve Avrupa kıtaları arasında bir kavşak olan Anadolu eski çağlardan beri sadece sürgün ihraç etmemiş, günümüzde Tayyip Erdoğan’ın da kışkırtıcısı olduğu Suriye trajedisinde görüldüğü gibi yoğun sürgün de almıştı.

Örneğin, Roma İmparatorluğu’na kafa tutmuş ünlü Kartaca’lı komutan Hanibal, uğradığı askeri ve siyasal yenilgiler sonrasında Anadolu’ya sürgün gelmiş ve Milattan Önce 183 yılında şimdiki adı Gebze olan Lybissa’da intihar ederek hayatına son vermişti.

Ama bugünkü konumuz, Türkiye’den dışarıya siyasal göç…

OSMANLI VE TEK PARTİ DÖNEMLERİNDE SİYASAL SÜRGÜN

Fransız İhtilali’yle başlayan ve tüm Avrupa ülkeleri gibi Osmanlı Devleti’ni de sarsan özgürlük ve insan hakları için mücadeleler döneminde sürgün acısını ilk tanıyanlar, Kızıl Sultan Abdülhamit’in istibdadına karşı mücadele veren Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Mithat Paşa ve Tevfik Fikret gibi hürriyetperver aydınlardı.

1876’da ilan edilen Birinci Meşrutiyet’in Abdülhamit tarafından rafa kaldırılmasından sonra İstanbul ve Selanik gibi iki Osmanlı metropolünün yanı sıra Kahire, Paris, Londra ve Cenevre’de organize olan Jön Türkler ikinci sürgün kuşağını oluşturdular.

Ama sürgünü kitlesel olarak yaşayanlar, 1895-96 soykırımında canlarını kurtarabildikten sonra bir bölümü Amerika, Kanada ve Avrupa’ya, bir bölümü de İstanbul, İzmir ve Trabzon gibi büyük kentlere göç edebilen Ermenilerdi.

Monarşiye karşı mücadelede başta Ermeniler olmak üzere Türk ve Müslüman olmayan ulusların hürriyetperver aydınlarından da büyük destek gören İttihat ve Terakki’ciler, 2. Meşrutiyet döneminde darbeyle iktidarı ele geçirdikten sonra 20. Yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştirmekte gecikmediler. 1915 soykırımından ve tehcirinden kurtulabilen Ermeni ve Asuriler tüm dünyada diyasporalar oluşturdu.

Osmanlı’nın son döneminden üç önemli örnek daha tanıyoruz.

İlki, Birinci Dünya Savaşı yenilgisinin ardından iktidarı yitiren İttihat Terakki’cilerin 1915 soykırımından da sorumlu olan bir bölümünün İngilizlerin dayatmasıyla Malta’ya sürgünü… Ancak bu son derece şanslı bir sürgün grubudur, çünkü Mustafa Kemal Sakarya Muharebesi’ni kazandıktan sonra İngilizlerle “mahkum mübadelesi” adı altında bir anlaşma yaparak bunları 1921 yılında Türkiye’ye geri getirtmiş, Ermeni soykırımından sorumlu olanlar da dahil hepsini “milli kahramanlar” diye ağırlattıktan sonra Kemalist iktidarın kilit noktalarına yerleştirmişti.

Dönemin ikinci sürgün grubu 1919’da Almanya’da örgütlenen, Ethem Nejat ve Şefik Hüsnü’nün de dahil bulunduğu Spartakistler’di.

Üçüncü grup ise, aynı dönemde devrim Rusyası’nda örgütlenen, Mustafa Suphi’nin liderliğindeki Türk Bolşevikleri’ydi.

Bu son iki grubun birleşmesiyle 10 Eylül 1920’de Baku’da kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin 15 üyesi, başta Mustafa Suphi ve Ethem Nejat olmak üzere, Türkiye’de örgütlenmek için Anadolu’ya girdiklerinde, 28-29 Ocak 1921 gecesi Karadeniz’in sularında boğularak vahşice katlediler.

Cumhuriyet döneminde yaşanan ilk toplu sürgün olayı ise, Kemalist iktidarın varlıklarından rahatsız olduğu 150 kişiyi 1924 yılında sürgün etmesi, 1927’de de özel bir yasayla vatandaşlıktan çıkartmasıydı.

1925’te Takriri Sükun Kanunu’nun kabulünden sonraki tek parti diktası döneminde, haklarında sürgün kararı verilmemiş olsa da, sürekli takibat, tehdit, tutuklama ve mahkumiyete maruz kalan komünistler, örneğin Nazım Hikmet, Şefik Hüsnü, İsmail Bilen, illegal yollardan sürgüne çıkmaya mecbur olmuşlardı.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitimini izleyen sözde çok partili rejim döneminde de sol örgütlenme ve yayınlar daha baştan sıkıyönetim yasaklamaları, tutuklamalar ve mahkumiyetlerle karşı karşıya kaldı.

CHP’nin kışkırtıp yönettiği Tan baskınından sonra iki büyük gazeteci, Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel artık ülkede özgürce çalışma olanağı kalmadığı, yaşamları tehlikede olduğu için Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmışlardı.

Özetle, ülkemiz tarihi, Osmanlı’da başlayıp cumhuriyet döneminde de ardı arkası kesilmeyen Ermeni. Asuri, Grek, Kürt, Ezidi, Alevi soykırımlarıyla, Trakya’yı Yahudilerden temizleme operasyonuyla, Müslüman ve Türk olmayanları hedef alan Varlık Vergisi uygulamasıyla bir sürgünler tarihidir.

VE DE BENİM KUŞAĞIMIN TANIK OLDUĞU SÜRGÜNLER…

Büyük ozanımız Nazım Hikmet 1951 yılında Demokrat Parti iktidarı tarafından, ondan on yıl sonra da, seçkin bilim insanımız Prof. Fahrettin Petek, 1961’de Milli Birlik Komitesi’nin kararıyla Türk vatandaşlığından çıkartıldılar.

6-7 Eylül 1955 pogromundan sonra çok sayıda Rum ve Ermeni vatandaşın Türkiye’yi terketmek zorunda kalması, dahası 1964 yılında, yine CHP iktidardayken, Türkiye’deki 12 bin Yunan vatandaşının tek bir valiz ve 22 Dolar’la Türkiye’yi terke zorlanması yakın tarihin en yüz kızartıcı sayfalarındandır.

12 Mart döneminde sürgüne çıkanların sayısı fazla değildi. Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Mehmet Ali Aslan, Kemal Burkay, Ahmet Aras, Mehmet Emin Bozarslan. Fuat Fegan, Latife Fegan, Zülfü Livaneli, Rahmi Saltuk, Bülent Tanör, Kamuran Bekir Harputlu, Ahmet Kardam, Nihat Akseymen, Gülten Savaşçı ilk ağızda anımsayabildiklerim…

O dönemdeki mücadelemize, Sayın Şebnem Korur Fincancı’nın meslektaşı, değerli dostum Dr. Gençay Gürsoy’un, özellikle Türkiye’deki direnişçilerle bağlantı kurarak sağladığı büyük katkıyı özellikle vurgulamak isterim.

12 Mart döneminin bir diğer sürgün kolu Filistin’deydi…Teslim Töre, Bora Gözen, Faik Bulut, Melek Ulagay, Cengiz Çandar, Yücel Sayman, Şahin Alpay, Ömer Özerturgut, Atıl Ant, Sabetay Varol, Ercan Enç sol hareketin tanınmış isimleri…

Bora Gözen, İsrail komandolarının 21 Şubat 1973 tarihinde Lübnan’ın Trablusşam şehri yakınlarındaki Nahr El Bared kampı’na yaptığı baskında altı yoldaşıyla birlikte katledildi.

Avrupa ülkelerine ilk büyük siyasal sürgün akımı ise 70’li yılların sonlarına doğru Türkiye’de baskı altındaki Asuri, Ermeni ve Kürt’lerin toplu gelişiyle başladı. Daha önce vurguladığım gibi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki faşizan uygulamalar nedeniyle büyük boyut kazandı.

12 Eylül döneminin baskılarına karşı, vatandaşlıktan atılmış siyasal sürgünler olarak Avrupa’nın, özellikle de Almanya’nın çeşitli kentlerinde birçok etkinlikler düzenledik. Bunlardan bazılarını anımsatmak isterim.

Başbakan Turgut Özal’ın ziyaretini protesto için vatansızlaştırılmış muhalifler olarak 23 Eylül 1987’de Berlin Senatosu’nda bir basın toplantısı düzenleyerek gerçekten demokratikleşme için neler yapılması gerektiğini ayrıntılı bir bildirgeyle ortaya koymuştuk. Bu bildirgenin imzacıları arasında, 12 Eylül darbesinden sonra vatandaşlıktan ilk atılan TİP genel başkanı Behice Boran da dahil farklı eğilimlerdeki sol örgütlerin ve DİSK’e bağlı devrimci sendikaların liderleri de yer alıyordu.

Bu basın toplantısından iki hafta sonra da, 10 Ekim 1987’de, sağlık sorunları sürgün koşullarında daha da ağırlaşan Behice Boran yaşamını yitirdi.

Ertesi yıl, yine rejimin propagandası için Brüksel’e gelen Turgut Özal, uluslararası basın merkezinde yaptığı bir basın toplantısında kendisine Türkiye’deki insan hakları ihlalleriyle ilgili sorular yönelttiğimiz için toplantıyı yarıda keserek salonu terkedecek, ardından onun verdiği talimatla Brüksel Başkonsolosluğu, Türk vatandaşlığından çıkartılmış olduğumuzu İnci ile bana 26 Mayıs 1988’de taahhütlü mektupla ikinci kez tebliğ edecekti.

Aynı yıl, 11-12 Aralık 1988 tarihlerinde, yine bu kentte, Köln’de, 12 Eylül rejimine karşı uluslararası bir mahkeme toplandı… Artık hayatta olmayan Dursun Akçam, Gültekin Gazioğlu, Enver Karagöz, Server Tanilli, Şerafettin Kaya gibi dostlarımızla birlikte bu mahkemede cuntanın cürümlerini anlattık. Özellikle Artvin’de öğretmenlik yaparken göz altına alınıp gırtlağına kaynar su dökülerek işkenceden geçirilen sevgili dostumuz Enver Karagöz’ün anlattıkları jüri üyelerini ve duruşmayı izleyenleri çok sarsmıştı.

İbretlik bir hatırlatma daha…Erdal Inönü liderligindeki SHP bu uluslararası mahkemenin jurisine Avrupa sosyal demokrat partilerinin temsilci göndermesini engellemişti… Mahkeme sırasında Köln’de düzenlenen insan hakları gecesine SHP’den üç milletvekili de çağrılmıştı, ancak bizzat Erdal İnönü bu milletvekillerini makamına çağırarak bu geceye katılmalarını yasaklamıştı.

Zaman hızlı geçiyor… Tam 12 yıl önceydi… 2012’nin yine böyle soğuk bir Aralık gününde, Avrupa’daki sürgünler olarak Avrupa Sürgünler Meclisi’ni kurmak üzere Köln’de ilk kez bir araya gelmiştik. 12 Mart 1971 darbesinden beri ülkelerinden kopartılan ya da kopmak zorunda bırakılanların ilk örgütlenme girişimiydi.

2016 ÇAKMA DARBE GİRİŞİMİ SONRASININ SİYASAL SÜRGÜNÜ

Üzerinden dört yıl geçmişti ki, tıpkı 1971 ve 1980 darbelerinden sonra olduğu gibi, 2016 çakma darbe girişiminin ardından da siyasal sürgünler tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Ancak açılan bu yeni sayfa öncekilerden farklıydı. 12 Mart sonrasında da, 12 Eylül’ün ardından da sürgüne çıkmak zorunda kalanlar genellikle sosyalist hareketimizde ya da Kürt, Asuri, Ermeni, Ezidi, Alevi örgütlenme ve yayınlarında faşizan baskılara hedef alınmış arkadaşlarımızdı.

Bu son darbe girişiminden sonra da çok sayıda ilerici aydın, akademisyen, gazeteci OHAL’lerin kurbanı olarak sürgüne çıkmak zorunda kaldılar.

Ancak, 2016’dan sonra, sol’la uzaktan yakından hiçbir ilişkisi olmayan, Erdoğan diktasının düşman ilan ettiği bir başka kategori sürgüne çıkmak zorunda kaldı…

Belçika’dan bir örnek… NATO’nun teşviki ve desteğiyle gerçekleştirilen 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra biz sürgünleri “vatan haini” diye damgalayıp o ülkenin siyasal ve askeri otoriteleriyle istihbarat örgütlerine jurnal ederek yasal çalışmamızı yıllarca engelleyen TC güçleri arasında Brüksel’deki NATO karargahında görevli Türk subayları da vardı. Bu kez onlar da hedef alındığı için mülteci olmak zorunda kaldılar.

Bugünkü AKP iktidarı, yurt dışındaki muhaliflerine karşı, hangi eğilimde olurlarsa olsunlar,  her türlü baskı ve tehdidi kullanmakta cuntacılardan hiç de geri kalmıyor.

Brüksel’den iki örnek…

90’lı yıllarda TBMM’de Kürt milletvekili olan ve halen Brüksel’deki Kürdistan Ulusal Kongresi yöneticileri arasında bulunan Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar, 2008 yılında “1971 ve 1980 askeri darbelerinin Türkiye’den dışa göç üzerindeki etkileri” konulu araştırmasından ötürü İnfo-Türk tarafından ödüllendirilmiş bulunan yazar ve gazeteci Bahar Kimyongür…

Yarım yüzyıllık mücadele arkadaşım, halen İsveç’te sürgün bulunan Ragıp Zarakolu’nun da bu uygulamada sadece Türkiye’deki malvarlığına değil, emekli maaşına dahi elkonulmuş bulunuyor.

Ukrayna Krizi’nden yararlanan Recep Tayyip Erdoğan, şantaj politikasında cüretkar bir adım daha atarak, Finlandiya ile İsveç’in NATO’ya üye olarak katılmasını, bu ülkelerde bulunan muhaliflerin Türkiye’ye iade edilmesi koşuluna bağlamıştı. İadesi istenenler listesinde dostumuz Ragıp Zarakolu da yer alıyordu.

Ya Alman Devleti’nin sırf Ankara rejimini tatmin etmek için özellikle sol eğilimli ve Kürt sürgünlere karşı uygulamakta olduğu 129b terörü?

Avrupa Sürgünler Meclisi eşsözcüsü Mahmut Özkan Sürgün dergisinde çok iyi açıklamıştı:

“Almanya’da anayasanın ‘yabancı örgütleri’ kapsayan ve kamuoyunda ‘129 b maddesi’ olarak bilinen yasa gerekçe gösterilerek yargılanan onlarca devrimci, politik sürgün var. Almanya’nın Türkiye ve T. Kürdistanı kökenli sol, devrimci, ve komünist örgütleri özellikle hedef alması, Alman emperyalizmi ile TC devleti arasında devam eden tarihi, stratejik çıkar ve işbirliğinde aranmalıdır.”

 SİYASAL SÜRGÜNÜMÜZÜN YİTİRDİKLERİ VE İSTEMLERİ

Konuşmamı, siyasal sürgüne özgü bir acıyı paylaşarak bitirmek istiyorum.

2012 buluşmasından bu yana hepimizi üzen kayıplarımız oldu. Örneğin Teslim Töre… Sürgündeki tüm demokratik ve barışçıl girişimlere olduğu gibi Avrupa Sürgünler Meclisi’nin kurulmasına da katkıda bulunan özverili yoldaşlarımızdandı. Şimdi Üsküdar’da, yoldaşı Sinan Cemgil’in yanında yatıyor.

Türkiye’ye dönmeyip sürgün toprağında yatanlar, külleri Atlantik Okyanusu’na ya da İstanbul Boğazı’nın sularına serpilenler de var…

Bizden önceki sürgün kuşağından Nazım Hikmet Moskova’da, Sabiha Sertel Baku’da, Zeki Baştımar, Aram Pehlivanyan, Jak ve Anjel Açıkgöz Almanya’da, İsmail Bilen Sofya’da yatıyor, Prof. Fahrettin Petek’in külleri hem İstanbul Boğazı’na, hem de Normandiya açıklarına serpildi.

Bizim kuşaktan Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve Uğur Hüküm’ü Paris’teki Père Lachaise’de toprağa verdik… Nihat Akseymen’in külleri ise Heybeliada açıklarında Marmara’nın sularına kavuştu.

Nubar Yalım Hollanda’da, Enver Karagöz, Teslim Töre, Ali Ertem, Doğan Akhanlı, Celal Başlangıç, İsmail Çoban Almanya’da, Garbis Altınoğlu Belçika’da, Suphi Nejat Ağırnaslı ve Nubar Ozanyan Rojava’da sonsuzluğa göçtüler.

Kürt ulusal direnişinin kadın militanlarından Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez 9 Ocak 2013’te Paris’in göbeğinde Türk Devleti’nin bir tetikçisi tarafından alçakça katledildiler.

Evet, Türk Devleti’nin terörü ve komploları sınır tanımıyor…

Bulunduğu yabancı ülkede dahi sürekli baskı ve tehdit altında bulunma, dünyanın tüm ülkelerine yerleşmiş 3 milyon’dan fazla Türkiyeli göçmenin, özellikle de devlet terörü nedeniyle ülkelerinden ayrı düşürülmüş siyasal sürgünlerin sorunudur.

Bu, Osmanlı’dan beri işlenen çeşitli soykırımlar ve tehcirler nedeniyle dünyanın çeşitli ülkelerini yeni yurt edinmiş Ermeni, Asuri, Kürt, Grek diyasporalarının sorunudur.

Bu, Birinci emperyalist paylaşım savaşı sonunda dört farklı ülkede yaşamaya mecbur edilmiş Kürt ulusunun, kuzeyde Bakur, doğuda Rojhilat, güneyde Başûr; batıda Rojava Kürtlerinin sorunudur.

Bu, en son Azeri ve Türk ordularının, islamcı terörist beslemelerin de katılımıyla, Dağlık Karabağ’ı işgal etmesi olayında görüldüğü gibi Ermeni ulusunun sorunudur.

Bu, son seçimde binbir hile ve baskıyla iradesi gaspedilerek daha yıllarca Türk ordusunun işgali altında yaşamaya mecbur tutulan Kuzey Kıbrıs halkının sorunudur.

Türkiye’de muhalefeti oluşturan tüm partilere düşen önemli görevlerden biri, Avrupa Sürgünler Meclisi başta olmak üzere, demokratik göçmen örgütlerini, Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek ve Kürt diyasporalarını temsil eden kuruluşları doğrudan muhatap almaktır.

Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi isteniyorsa, onların iradesi de Meclis çalışmalarında, örgütsel yaşamda, medyada en geniş şekilde  yansımalıdır…

Ve de bugünkü İslamo-Faşist iktidarı alaşağı edecek ilk seçimden itibaren sürgün tarihe gömülmelidir…

https://www.info-turk.be

https://artigercek.com/yazarlar/doganozguden

http://www.ateliersdusoleil.be

facebook

twitter

linkedin

academia

IISG

9 kez okundu.

Check Also

Sürgünde yaşamını kaybeden Kemal Kıran son yolculuğuna uğurlandı

Almanya’nın Düsseldorf kentinde bir süre önce yaşamını kaybeden sürgün devrimci Kemal Kıran, yoldaşlarının ve dostlarının …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir