Uçun kuşlar uçun Şavşat’a doğru…
Kaçmış uykum yabancı ormanlardan
Dağlar mağaralarla ovalardan kaçmış
Yağız at bir başka kişi, bir uzak
Çözülür çözülmez kaçmış,
Soğuk, düzgün, anlamlı, taş, oyunsuz
Dev okuldan mini mini çocuklar kaçmış
Suçlama bu ak gövdeyi şimdicik
Usu bilinmeze kaçmış
Geceleyin çırılçıplak düşmüşüm ben ardına
Yüz ölü’m var, biri kaçmış
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Hollanda İnsan Hakları Derneği’nin kuruluş çalışmaları için gelmişti. Birkaç gün birlikte gezdik, sohbetlerini dinledim… Bu sohbetler sabahlara kadar sürüyordu. Derdiniz hiç ardı arkası kesilmesin. Yalın, akıcı metaforlar içerisine alır sizi, saatlerce o atmosferi solumanızı sağlardı…
Dün duydum öldüğünü. İnternete bir bakayım dedim. O hep gülümseyen fotoğrafını koymuşlar… İlk defa okuyup öğreniyordum iki defa cezaevinden firar ettiğini. Kaç günlük sohbette anlatmamış, gerek duymamıştı. Kendini neden anlatmak isteme gereği duymadığını şimdi hayıflanarak daha iyi anlıyorum.
Yüreğini avucuna alıp, ülkenin utancı ve lanetiyle kavga etmek için kelleyi koltuğa alanların önde gidenlerinden birisi de oydu.
Genç yaşlarında kayayı delen incir misali ‘yıkılmaz’ denilip kayalıklar üzerine kurulan Artvin’in zindan duvarlarını delerek özgürlüğe koşmuştu.
Yönünü şafağın karanlıkla boğdurulmaya çalışıldığı Kızıldere’ye dönmüştü. Mahir Çayan ve yoldaşları ülkenin üzerine çöreklenen karanlığa karşı al bir şafak vakti ağır makinalı tüfekler, uçak savarlar, bombalarla burada katledilmişlerdi.
Tekrar Ordu-Fatsa’dan sökün eğlemişti güneş. Celladın karanlığında uyanıp çoğalıyordu onlarca genç.
Adnan Keskin’de bu kuşak içerisinden filizlenip gelişen doğal önderlerden birisiydi.
Terzi Fikri bir büyük ütopyanın peşinde binlerce insanla birlikte insanlığın en uzun soluklu yürüyüşüne çıkmıştı.
O gittikçe büyüyor, saltanat sahipleriyse cüceleşerek ellerinin işaret parmaklarını Fatsa’ya doğrultarak hedefi daraltıyorlardı.
Orada yaratılmak istenen o küçük komün onlara dünyayı dar ediyordu..
12 Eylül karanlığının çökmesinde ülke genelinde yükselen muhalefete rağmen Fatsa’nın önemi de tayin ediciydi.
Egemenler banknota el basıp ant içmişlerdi. Hareket başlamıştı. Sanki işgal orduları Ordu ve Fatsa’yı işgal ediyordu. Sıkıyönetim bildirilerinin, radyolarda yayınlanan tamimlerin başını Fatsa çekiyordu.
Egemenlerin atlarının nal parçalarından sıçrayan alevler bütün ülke genelinde hissedilir haldeydi.
Vurulup düşenleri, zindanlara doldurulanlar izledi.
Adnan Keskin, Karadeniz’in hırçın yerlerinde yine yakayı ele vermişti. Tekrar zindancıların elinde, tekrar yeni sınavların içindeydi.
Yaşam tarzı haline getirdiği aykırılığı yine onun önüne çıkan fırsatları iyi değerlendirmesini sağladı.
Kapatıldığı Erzincan cezaevinin altını arkadaşlarıyla birlikte 85 metre oyarak yine firar etti. Bu tünel 12 Eylül’ün en karanlık en olunmaz denildiği, zulmün kara doruklarına tırmandığı anlarında olduğundan, geleceğin kahramanlık destanlarının konusu olacağı da kesindir.
Zulmün karadeliklerinden bir kuş gibi firar eden Adnan Keskin bu defa başka bir şeye daha imza atıyordu.
Erzincan’dan Şavşat’a oradan da köyüne kadar yayan gidiyordu.
Bilen bilir.
Kenan Evren’in ülkenin duvarlarını karanlık afişlerle nasıl doldurduğunu. Katledilenlerin üzerlerine çarpı atılıyor, gerektikçe yerine yeni arananların fotoğrafları ekleniyordu.
Bu afişlere büyük puntolarla birileri daha eklenmişti. Erzincan zindan firarilerinin resimleri…
Adnan Keskin bu karanlıklar ortasında fazlaca kalamayacaktı. Bu defa kendisini ne tür bir sonun karşılayacağına emindi.
Birçok devrimci gibi son kez gezindi en sevdiği yerleri. Bakındı en güzel, en sevimli, göze en iyi gelen köşelere bucaklara. Yaşamın en diri yanı ayrıntılarda gizliydi. Yaşam denilen serüven en aykırı ayrıntıları, en heyecanlı detayları ona sunmuştu… O da bunu çok koşturduğu, çok sevdiği yerleri son kez daha iyice özümseyerek inceliyordu.
Yönünü gurbete döndü. Kıta Avrupa’sında Almanya’daydı.
Yağmurunu tanımadığı, sundurmasına sığınamadığı diyarlardaydı.
Tekrarın, parçalanıp dağılmanın, insanın kendisine yabancılaştığı bu diyarlarda kendi içerisine akan bir nehir gibi kendi iç derinliklerinin keşfine çıktı.
Almanya İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşu bu anlara denk geldi. Dağılıp yok edilmeye yüz tutmuş birçok enerjinin birleşip bir güzel güç oluşmasına kelimenin gerçek anlamıyla önderlik etti.
Hollanda İnsan Hakları Derneği’nin kuruluş toplantısında ülkedeki karanlığın sonuçlarını çok güzel betimlemişti.
“Her gün kuş avına çıkan padişah avlayacak kuş bulamayınca etrafındakileri haşlayıp dururmuş… Etraftaki yalakalar çaresini hemen bulmuşlar. Gölün üzerine tor gererek kuşların tora takılıp kalmalarını sağlamışlar… İş böyle olunca hem kendileri hem de padişah hazretleri rahatlamış. Bu serüven uzadıkça yine tat vermemeye başlamış. Padişahın emriyle tor kaldırılınca gerilen tora alışan kuşların uçmayı unuttuklarını görmüşler.”
Ülkenin hali, ahvalini çok güzel özetlemişti… Devamla “Her yerin dikensiz gülbahçesi haline geldiğini zannettiklerinde bu defa ışık doğudan yükseldi. Her taraflarını mayın tarlası haline getirdiklerinden artık rahat yüzü görmeyeceklerdi.”
Egemenlerin ülkeyi açık zindana dönüştürüp ölüm tarlalarına çevirdiği bu zamanlarda kalemini yüreğinden çıkarıp “Özgür Politika” gazetesinin bir köşesine bağdaş kurarak, yüreğine beynine biriktirdiklerini aşikar etmeye başladı.
Ardından koşarak gelenlerin kaleme sarıldıklarını görünce sevinerek geri çekilip yerini onlara bırakıp “Artık dizlerimi kırıp anılarımı yazayım. Roman yazayım” demişti.
Memleketin son anlarını seyrederken utancın ve lanetin nerelere ulaştığını ibretle izliyordu.
Geçmişten geldiği o uzun, o ışıklı yoluna bakarak namusun ve onurun dar bir patikasında 24 yıllık sürgüne dayanamayan yüreği tekledi. Işığa ve yıldız meteoruna doğru koşarak toprağı kucakladı.
Kıta Avrupa’sından, Köln’den Kürtler, Aleviler, Mülteciler çoğalarak onu son yolculuğuna çıkardılar.
Karadeniz’in asileri, yalçın kayaları, tulum sesi, kayalıklara çarpıp dağılan ıslıklar, zılgıtlarla karşıladılar onu.
Gürcistan’dan Tiflis, Batümi, Borçalı’dan Laz, Ermeni, Ezidi, Terekeme ve Gürcüler Köln’den, Artvin Şavşat’tan yükselen asi mırıltıya çığlık katarak “Uçun Kuşlar Uçun Şavşat’a Doğru” diyerek bu aykırı devrimciyi son yolculuğuna uğurladılar.
Toprağın bol, ışığın çok olsun Adnan Keskin.
Cihan Erdoğan
711 kez okundu.