Engin Erkiner
Burada bir örgütün yayın organı olan ve içinde 1980’li yıllarda moda olduğu gibi kültür-sanat bölümü de bulunan dergilerden değil, kültürel ağırlıklı dergilerden söz edeceğim. Bu türlü dergiler belirli bir örgüte bağlı ya da yakın olabilir (genellikle öyle değildi ama olabilirdi de)… Önemli olan derginin içeriğinde kültür-sanat konusunun ağır basmasıdır.
Faşizme karşı mücadelede kültürel boyutun önemli yeri vardır ve bu boyut sanıldığı gibi faşizme karşı genel tutumun uzantısı durumunda olacak kadar tali de değildir.
Faşizm, bilinen tanımıyla, tekelci burjuvazinin en gerici diye başlayan en enli kesiminin açık faşist diktatörlüğünden ibaret değildir. Faşizmin önemli bir kültürel bileşeni vardır. Bu bileşenin ne olduğunu en kitlesel, yaygın ve derin bir ideolojiye sahip olan nazizmin ülkesinde, Almanya’da görmek mümkündür. Faşizmin ve hatta kapitalizmin yıkılmasıyla faşizmin kültürel boyutunun kitle üzerinde bıraktığı derin izler ortadan kalkmıyor. Parlamenter demokrasi veya sosyalizmle eklemlenerek varlığını sürdürüyor.
Bunu öncelikle 1989 öncesindeki Federal Almanya’da gözlemlemek mümkündür. Bu ülkede nazi geçmişiyle hesaplaşma açık olarak ancak 1968’den sonra yapılmaya başlanabildi. Alman 68’inin büyük tarihsel kazanımı, faşizmin bu en güçlü ülkesinde faşist kültürle hesaplaşmayı başlatabilmesidir.
Almanya 1945 yılında ikiye bölündü: Batı’da ABD, İngiltere ve Fransa’nın işgal bölgesinde 1949’da F. Almanya; Doğu’da ise Kızıl Ordu’nun işgal bölgesinde Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) kuruldu. Nazi döneminin önde gelen sorumluları ikiye bölünen ülkenin her iki tarafında da yargılanıp ceza aldılar. DAC’deki rejimin bu konuda daha titiz davrandığı söylenebilir ama bu titizliğin de önemli bir sınırı vardı.
Almanya Ulusal Sosyalist İşçi Partisi’nin (NSDAP) iktidarda olduğu 1933-1945 döneminde bu partiye üye olmamış ya da işbirliği yapmamış kaç tane Alman vardı? Muhalefet tasfiye edilmişti; ya toplama kamplarına atılmış ya da ülkeden kaçmak zorunda bırakılmıştı. Geriye kalan büyük çoğunluk ya parti üyesiydi ya işbirliği yapıyordu ya da en azından itirazı yoktu.
Batı’da parlamenter demokrasi, Doğu’da ise reel sosyalizm bu insanlarla kuruldu. Ülke dışından halk getiremeyeceğinize göre başka çaresi de yoktu.
Batı Almanya’da ders kitaplarında nazi döneminin ilk değerlendirmeleri 1960’lı yıllarda başlar. Okul çocuklarının büyük çoğunluğunun babası ve annesi NSDAP üyesiydi ve bu durumda siz kime neyi anlatıyordunuz.
Nazi rejimine karşı iç direniş çok azdı ve bu rejim dışarıda girdiği büyük savaşta ağır yenilgi yaşaması sonucu yıkılacaktı.
1945 sonrası Almanya’da sosyal psikolojinin önde gelen isimlerinden olan Alexander Mitscherlich “Üzülemeyen Toplum” adlı yapıtında halkın o yıllardaki durumunu anlatır: Hitler, Alman halkının babası gibiydi (Bu görüş Freud’dan alınmadır). Babaları öldü ama üzülemiyorlar çünkü yasak ve dahası ağır suçlar işlendiğini de biliyorlar.
Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde de çok farklı olmadı. Geçtiğimiz yıllarda Almanya’da önemli bir kitap yayınlanmıştı. Kitabın konusu, nazi döneminde öğretmenlik, yargıçlık, subaylık vb. gibi görevlerde bulunmuş insanların 1945 sonrasında her iki Almanya’da da ne yaptıklarıydı. Oldukça kalın olan kitapta isim isim herkesin hangi görevde bulunduğu yazılmıştı. Tahmin edilebileceği gibi nazi döneminde yargıç, öğretmen vb. gibi mesleklerde bulunan çok sayıda kişi sadece FAC’de değil DAC’de de bu görevlerini sürdürmüşlerdi. Dışarıdan yetişmiş eleman getiremeyeceğinize göre böyle olması da kaçınılmazdı.
Hem Doğu hem de Batı’da bulunanlar faşizm konusunda özeleştiri yapmışlardı. DAC’de bu özeleştiri daha köklüydü, faşizmin nedeni tekelci kapitalizme bağlanıyordu. Dahası, tekelci kapitalizm kalkınca faşizmin de bütün veçheleriyle ortadan kalkacağı sanılıyordu. Gerçekte ise her iki tarafta da “üstün Alman ırkı” anlayışı üstü kapalı olarak sürdü.
Üstün Alman ırkı anlayışının önemli bileşenlerinden bir tanesi, Alman olmayanların dışlanmasıdır. Bu dışlanmayı nasıl ölçebilirsiniz? Ölçme yöntemlerinden bir tanesi, yabancılar yasasıdır.
F. Almanya ve DAC başka ülkelerden yabancı işçi getirmek zorundaydı. Savaşta çok sayıda erkek hayatını kaybetmişti ve hızlı gelişen ekonomiler olarak yabancı çalışanlara ihtiyaçları vardı. F. Almanya bu işçileri İtalya, Yunanistan ve Türkiye’den getirirken; DAC ise Vietnam ve Angola’dan işçi getirdi.
1960’lı yıllarda her iki ülkenin yabancılar yasasını karşılaştırın. DAC’deki yasa F. Almanya’dakine rahmet okutacak kadar kötüdür.
F. Almanya’daki yasa kısıtlayıcı hükümlerle doluydu, Doğu’daki daha beterdi. Mesela işçi ailesini ülkeye getiremezdi. Ülke dışından gelenlerin yerlilerle karışmaması için onlara kalmaları için ayrı yerler hazırlanmıştı.
DAC, 1968’i yaşamadı, yaşaması engellendi. Bunun sonucu olarak da nazizmden kalan kültürle hiçbir zaman gerçekten hesaplaşamadı, hesaplaştığını zannetti. DAC’nin son yıllarında ve 1989’da Berlin Duvarı ortadan kalktıktan hemen sonra bu bölgedeki halkla ilgili olarak yapılan araştırmalar, DAC halkında ve özellikle gençlik arasında ırkçılığın ciddi boyutlarda olduğunu gösterir. Bunlar kitap olarak da yayınlandı.
Duvarın ortadan kalkmasının ardından aşırı sağcı partiler o bölgede verimli bir zemin buldular.
Neyse ki yaşanılanlardan öğrenmesini bilen sol bir parti vardı. 1990’lı yıllarda PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) yöneticileri, parti tabanında da yabancı düşmanlarının bulunduğunu ve bununla mücadele edeceklerini açıklamışlardı ve gerçekten de böyle yaptılar.
Bu uzun girişin ardından 12 Eylül 1980 sonrasında ülkeyi terk ederek Avrupa ülkelerine gelmek zorunda kalmış (küçük bir bölümü can güvenliği olmadığı için daha önce gelmişti) aydınların, sanatçıların, yazarların, öğretim üyelerinin bu ülkelerdeki kültürel faaliyetleri ve bunları yansıtan dergiler üzerinde durabiliriz.
AVRUPA DERGİLERİ
İlk kültür dergisi, bilebildiğim kadarıyla Berlin’de yayınlanmaya başlayan Yabanel’dir. Mustafa isminde (soyadını hatırlayamadım) öğretmen bir arkadaş tarafından yayınlanıyordu. 10-12 sayı kadar yayınlandı.
Sayfalarında 12 Eylül faşizminin zulmüne olduğu kadar, bazı kültürel ürünlere de yer veriliyordu.
1982’de Duisburg’da Direniş isminde bir dergi yayınlanmaya başlandı. Benzer bir içeriğe sahip olmakla birlikte arada Almanca ekler de yayınlıyor ve kültürel konulara daha fazla yer veriyordu. Dergi 1984’de Frankfurt’a taşındı, editörü değişti, 1985’de adı Yazın oldu ve 2009 yılına kadar yeni 27 yıl yayınını sürdürdü. 1991-2003 yılları arasında hem Almanya’da hem de Türkiye’de yayınlandı. Genç Osmanlılar’dan beri Avrupa’ya yayınlanmaya başlayıp ardından ülkede de yayınlanan ilk dergi oldu.
Türkiye’den Avrupa ülkelerine politik göçün yoğun olduğu yıllardı. Daha önce gelmiş olan Fakir Baykurt, Doğan Özgüden ve Server Tanilli’nin yanı sıra Nihat Behram, Ataol Behramoğlu, Demir Özlü, Dursun Akçam, Aysel Özakın, Gültekin Emre, Ayşe Emel Mesçi, Yusuf Ziya Bahadanlı, Oya Baydar, Gültekin Gazioğlu ve şimdi aklıma gelmeyen başka isimler Avrupa ülkelerine gelmek zorunda kaldılar. Bu isimler geldikleri ülkelerde de üretimlerini sürdürdüler. O yıllarda internet yoktu ve bu nedenle de dergicilik şimdikinden çok daha önemliydi. Yazın, bu yıllarda, politik göçmenlerin aydın kesiminin ürettiklerine sayfalarında yer veren yayındı denilebilir.
Başka dergiler de vardı…
Duisburg’da Dergi – Die Zeitschrift iki dilli olarak yayınını birkaç yıl sürdürdü.
Frankfurt’ta Demet isimli bir dergi yayınlandı, ama ancak iki sayı sürebildi.
Tohum üç yıl kadar yayınını sürdürdü.
Detmold’da Can Yoksul Yabanel adlı bir dergi çıkardı.
Berlin’de Gültekin Emre şiir ağırlıklı Parantez dergisini çıkardı.
Paris’te Sanat 87 ve Sanat 88 yayınlandı.
Fransa’nın sanırım Strassbourg kentinde iki dilli Oluşum adlı bir dergi yayınlandı.
Hollanda’da Kırmızı Gül yayınlandı.
Berlin’de Al-Gül isimli bir dergi çıktı.
Hannover’de Yeni Zamanlar adlı bir dergi yayınlandı.
(Dergi adlarında da hatırlamadıklarım olabilir.)
Bu dergilerin bir işlevi 1990’lı yılların ilk yarısına kadar ağırlıklı olarak Almanya’da daha az olarak ise diğer Avrupa ülkelerinde bulunan Türkiyeli politik göçmen aydınların ürettiklerini yayınlamak ise, bir başka önemli işlev ise özellikle 1980’li yıllarda Almanya’da gelişen ikinci kuşak Türklerin ürettiği edebiyat ürünlerine sayfalarında yer vermekti.
Bu edebiyat 1980’li yıllarda parlak dönemini yaşadı, 1990’lı yıllarda ise sönerek ortadan kayboldu. Fakir Baykurt’un gelişmesi için büyük çaba harcadığı bu edebiyatla ilgili olarak “Yeşeremeyen göçmen edebiyatı” adlı yazısı Yazın’da yayınlanmıştı.
Bu edebiyatın Fethi Savaşçı’dan başlayarak değişik isimleri vardı ama bu yazının konusu olmadığı için belirtmiyorum.
Bir başka örnek Serol Teber’dir. Göçmenlerin psikolojik sorunlarıyla ilgili olarak kitaplar yazan Teber de politik sürgün değildi, o yıllarda Almanya’da bir hastanede psikolog olarak çalışıyordu.
Türkiyeli politik göçmen aydınların büyük bölümü 1990’lı yıllarda, 141. ve 142. maddelerin kalkması ve “Özal affı” da denilen yeni infaz yasası sonucu davalarının düşmesiyle ülkeye geri döndüler.
Döndüler ama geride kalanlar 1980 öncesindeki gibi değildiler. Avrupa ülkelerinde yine de önemli ve kendisini özellikle Türkçe olarak ifade eden kültürel bir birikim vardı. Bu birikim kendini sosyalizmin genel sorunlarıyla ilgilenmeye ve ifade etmeye ve bir de göçmenlik konusunda yoğunlaştırdı. Burada kastettiğim sürekli aynı saptamaların yapıldığı yabancı düşmanlığı değil, göçmenlik kültürü gibi yeni konulardır.
2000’li yıllarda ise internetin giderek yaygınlaşmasıyla birlikte Avrupa’daki Türkçe kültür dergileri dönemi de sona erdi. Bugün bu içerikte bir dergi çıkarmak, dağıtmak ve en azından kendini kurtaracak kadar finansmanını sağlamak neredeyse yapılamayacak kadar zor bir iş durumundadır.
Bu dergiler kaç kişiyi ne oranda etkilediler, yaklaşık bir cevap verebilmek bile zordur. Etkileri oldu, bir dönem önemli bir boşluğu doldurdular, ama bu etki ne orandadır, bunu bilemiyorum.
Faşizme karşı mücadelenin önemli bir de kültürel boyutu olduğunun yeterince bilince çıkarıldığı söylenemez. Bu dergiler arasında özellikle Yazın, Ermeni soykırımı ve genel olarak Türk kimliği konusunda yazılara sayfalarında yer verdi. Sürgünde yazar olan Doğan Akhanlı bu konuları yapıtlarında işledi. Başka örnekler de vardır, ama yeterli olmaktan uzaktır.
Yine de Avrupa dergilerinin bir dönem önemli sayıda okuyucu bulduklarını ve o dönemde burada bulunmak zorunda kalmış insanların gelişmesinde işlev gördüklerini söylemek mümkündür.
2422 kez okundu.
Güzel bir site olmuş, ellerinize sağlık.. Bizimle ücretsiz (karşılıklı) reklam değişimi yapmaya ne dersiniz? Kolay gelsin…