Y X K ‘nın( Kürdistan Öğrenciler Birliği) mail’i bilgisayarımın ekranına düştüğünden beri, “ Şartlarımı zorlayıp bu gençlerin Türkiye Kürdistan’ındaki NEWROZ gezisine muhakkak katılmalıyım,” diye düşündüm.
Ve biraz uğraştıktan sonra bu isteğim gerçeğe dönüştü. Grubumuz 24 gençten oluşuyor. Yarıya yakını kız. Ve yarısı Alman gençlerinden oluşuyor. İçimizde Kürt sorununu çok iyi bilen ve Kürdistan’a defalarca gelmiş bir Türk genci bir de Filistin’li var. Gençlerle bir otobüs kiralayıp Amed, Yüksekova(Gewer) , Hakkari(Cölemerg), Uludere-Roboski, Cizre, Mardin, Hasankeyf’te kimi yerlerde Newrozlara kimi yerlerde BDP örgütlerinin toplantılarına katıldık. Evlerinde konuk olduğumuz Kürt arkadaşlarla da uzun süre tartışma olanağını bulduk.
Benim için son derece öğretici olan, kürt gerçeğini içinden tanımamı sağlayan bu geziye ilişkin izlenimlerimi önümüzdeki günlerde bir yazı dizisi olarak yazmaya çalışacağım.
Ama önce dün katıldığım ‘TARİHİ’ AMED newrozundan başlamak istiyorum. Tarihi diyorum, çünkü 21 Mart 2013 Türkiye içinde, Kürdistan için de umarım bir dönüm noktası, bölge halkları için yepyeni bir başlangıç olacak. Elbet süreç doğru değerlendirilebilirse.
Miting alanındaki izlenimlerime geçmeden önce şunu belirtmeliyim; bu kez barış gerçekleştirilemezse Tüm Türkiye’de kan gövdeyi götürecek.
Bizim gençler dün akşam geldiğimiz Amed’de Mezapotamya Kültür Derneğinde arkadaşlarıyla buluştu. Buradan dinlenmek için evlere dağıldılar. Yarın erken saatlerde dernekte buluşup Newroz’a gidecekler. Çok istediğim halde ben dizlerimdeki protez nedeniyle onlara katılamıyacağım. Yedi – sekiz saat ayakta kalmam olanaksız. Amed’e ilk gelişimde beni karşılayanlardan bir dostun evinde kalacağım.
Ertuğrul Kürkçü dostumla birkaç kez konuştum. O da kara yoluyla Mersin’den Amed’e geliyor. Konuklar için oturulabilecek bir platform yapıldığını duymuştum. Bana da bir yer ayırıp ayıramayacağını soruyorum:
“Merak etme ATO sana da sakatlar kontenjanından bir yer ayırırız, “ diyor. Sabah BDP binasında buluşuyoruz. Belediye binasının içi ve çevresi çok kalabalık. Kadınlar daha çok kadife, erkekler ise mavi , toprak rengi veya gri yöresel giysilerini giymişler. Tüm topluluk çok neşeli. Biraz sonra milletvekilleri de gelmeye başladı, onların çoğu da yerel giysileri içinde. Bekleyenler önce türküler söylemeye ardından da Halay çekmeye başladılar. Parti binasının önündeki otobüsten de gümbür gümbür türkü sesleri geliyor. İl başkanının sekreteri olan nazik bayan elimden tutup, otobüse kadar beni götürüyor. Türküler söyleyerek on dakikalık yolu ‘protokal’ arabası olduğumuz halde bir saatte alıyoruz. Yollar arabalarla, insanlarla tıklım tıklım dolu. Görevlilerin zorlukla yolu açmasından sonra konuklar için ayrılan trübüne gelip yerlerimize oturuyoruz. Bizimle birlekte gelen bayan milletvekillerini halk alkışlıyor, resim çekiyor, bağırlarına basmak istiyorlar.
Amed Belediye’sinin şehre yönelik başarılı çalışmalarından sonra bahsedeceğim. Ama tek başına bu gerçekten devasa olan NEWROZ’un örgütlenmesi bile Belediyenin ne denli başarılı çalıştığının bir göstergesi. Sahne sekiz sene kadar önce yapılmış beton bir yapı. Önündeki alan, esas büyük alandan demir bariyerlerle ayrılmış. Bu meydanın ve büyük meydanın ortasında Newroz ateşleri yakılıyor. Yer gök bayraklarla flamalarla dolu. Yazılı pankart taşıyan çok az.
Akşam televizyondan bayrak tartışmalarını izlerken gülüyorum. Türk bayrağı asılmamasını partilerin tümü kimi çok sert kimi de daha ılımlı eleştiriyor. Oysa yer-gök bayraklarla dolu, insanların üstündeki eşarplar, giysiler, poşular her yer yeşil-kırmızı-sarıydı. Bu görünüm , TEK BAYRAK, Tek…., diye başlayan ezberin pratikte sona erdiğinin de bir göstergesiydi. Milyonlarca insan artık benim bayrağım, benim dilim, benim haklarım diye sokağa dökülmüşse Türkiye’nin batısı da bu gerçeği yavaş da olsa kabullenmek, içine sindirmek zorunda.
Sahneden konuşmalar yapılıyor. Bu konuşmalar ‘bilinmeyen bir dil’le yapıldığı için ben anlıyamıyor, sık sık ne konuşuluyor, diye yanımdakilere sormak zorunda kalıyorum. İlginçtir bu bilinmeyen dili! Tüm çevremdeki insanlar anlıyor. 1970 de Diyarbakır zindanında yattığımda bu bilinmeyen! Dili öğrenmeye başlamıştım. Ne yazık ki, tahliye olunca üstüne düşmedim. En çok da melodisinin yüreğime işlediği güzelim Kürtçe Türküleri, kıyamları anlayamadığıma üzülüyorum. Müzikleri kadar, bu denli acıyı çekmiş insanların misafirperverliği, saygısı , sevgisi karşısında ezilmedim desem yalan olur.
Gençler aradaki demir parmaklıkları aşıp öndeki küçük alanı da tıka basa doldurdu. Protokol bölümü, sahnenin altı üstü de görevlilerin tüm çabasına rağmen salkım saçak gençlerle doldu. Sloganlar atılmaya başlayınca havaya kalkmış, zafer işareti yapan ellerden oluşmuş bir orman gözüküyor sadece. Bir milyondan çok insanın havadaki elleri inanılmaz gerçek üstü bir görüntüye dönüşüyor.
Sahnede çok az türkü söyleniyor. Diğer şehirlerde gördüğüm gibi Halay da çekilmiyor. Daha doğrusu çekilemiyor. Çünkü halay çekilecek kadar bile yer yok. Bırak halay çekmeyi kımıldamak bile olanaksız hale geldi.
Akşam TV de koca adamların, bakanların, lacili milletvekillerinin küçücük yakılan sözde Newroz ateşinden atlamalarına bakıp gülüyorum. En kötü bir tiyatro bile bu kadar yapmacık, bu kadar sahte olamaz.
Pankart hemen hemen yok demiştim. Ama büyük, çok büyük bir beyaz beze acemice, aceleyle yazılmış, harfleri çok büyük olan Türkçe bir pankart var:
BAŞKANIM BARIŞA DA, SAVAŞA DA HAZIRIZ
Yazıyor üstünde. Kanımca bu pankart konuştuğum pek çok gencin duygularının en özlü ifadesi. Konuştuğum her genç aynı şeyi yeniledi:
“Bu kez aldatılmamıza izin vermeyeceğiz. Onursuz bir barışa asla izin vermeyiz. Yine bizi aldatmaya kalkarlarsa hepimiz gerillaya katılmaya hazırız…”
Otobüslerde, toplantılarda halay çekerken Kürtçe, Türkçe en çok söyledikleri türkünün içinde en bol geçen sözcük ‘gerilla’. Halkın umudu, kurtuluşun, özgürlüğün umudu gerilla, diye sürüp gidiyor.
İlk konuşmayı BDP il başkanı Zübeyde Zümrüt yapıyor. Daha sonra sanırım normal miting akışının dışında bir gelişme oluyor. Kendilerini Amed Halk İnsiyatifi diye tanıtan yüzleri poşu sarılı, oldukça iri yapılı on kadar genç sahneye giriyor. Ellerinde PKK bayrakları ve Abdullah Öcalan resimleri var. Çok büyük bir de pankart taşıyorlar. Üstünde “ Halk savaşından Demokratik Kurtuluşa yazıyordu.” Çok sert bir konuşma yapılıyor. Öğrendiğim kadarıyla konuşmanın özeti: AKP yeni oyunların peşinde. AKP gerillanın sınır dışına çıkmasını istiyor. Burası bizim toprağımız çıkmayız….Her şeyden önce başkanımız özgür olmalı…Biz daha fazla serhildan , daha fazla eylem yaparak bu sürece katılacağız…” gibi bir konuşma yapıp gidiyorlar.
Daha sonra çeşitli konuşmalar, yapılıyor. Ve sonunda merakla beklenilen Abdullah Öcalan’ın Kürtçe ve Türkçe okunan mektubuna sıra geliyor. Büyük bir çoşku ve sloganlarla sık sık kesilen konuşmanın sanırım en çok alkışlanan kısmı: “Artık yeni dönem de silahlar değil, siyaset öne çıkacak,” bölümü oluyor.
Mektup, basında, televizyonlarda bir çok kez tekrarlandı. Önüne gelen yorum yaptı ve yapıyor. Ben bu gezimde elimden geldiğince kendi düşüncelerimi aktarmadan halkın düşüncelerini dile getirmeye çalışacağım. Konuştuklarım genellikle tedirgin. Umutlu, istekli ama yeniden aldatılmaktan korkuluydular.
Daha sonra milletvekillerinin hep umut dolu, konuşmaları yapıldı. Elbet çok sık atılan sloganlarla.
Miting alanında ve giriş noktalarında polis kontrolü yoktu. Arama da. Ama otobüslerle parti binasına giderken yol ağızlarında, kavşaklarda işsizlikten bıkmış, bedbin ve yorgun bir suratla bakan binlerce polis ve elbet panzerleri vardı.
Gündüz birbuçuk milyon insanın barış arzusunu dillendirdiği Amed’de akşam yine onlarca Jet şehrin üstünde alçaktan uçup, korkunç sesler çıkarıyor ve çocukların uykularından korkuyla fırlamasına neden oluyordu.
İlk fırsatta farklı yerlerdeki izlenimlerimi de sizlerle paylaşacağım.
Bariş içinde nice NEWROZ lara diyerek ilk yazımı noktalıyorum.
ATILLA KESKİN
752 kez okundu.