Selma Metin
Günlük haberlerin ve gündemin ana konulardan biri haline gelen SURİYELİ MÜLTECİ krizi ve mülteci yasaları, Türkiye’nin iç ve dış politikasının temel taşı haline gelen ve gelmeye devam edecek MÜLTECİ PAZARLIĞI…
Her şeyden önce doğal bir afet gibi anlatılan savaş; her kesin içinde olduğu, para ve politik güç kazanmak için hummalı çalışmanın sürdüğü, vekaleten kendilerini temsil eden gruplarla yürütülen ve 2011’den beri süren savaş…
Bu savaş öncesi iyi kötü bir yaşamları olan; sevgileri, planları, acıları ve tüm halklar gibi arkalarında bıraktıkları yaşanmışlıkları olan neredeyse 5-6 milyon insan savaş alanından kaçarak ” yaşam alanına ” sığınmak zorunda kaldı ve bu devam edecek gibi görünüyor.
İnsanlık bu durumu yaşayıp tecrübe ettiği için, geçmişte Cenevre Antlaşmasıyla YAŞAM HAKKINI güvenceye almak için detaylı bir mülteci yasası , insan hakları beyannamesi ve evrensel hukuk çerçevesinde belirlenmişti. Almanya- Avrupa ülkelerinin tümü ve Türkiye de 1951 Cenevre Antlaşmasının altına imza atan ülkeler.
Almanya’da iltica yasası sürekli gündem oldu. Her dönem sanki YASAL BOŞLUK varmış gibi kamuoyuna servis edildi. Son olarak 2015’de çıkan İltica Paketi 1 ve dün kabul edilen İltica Paketi 2 neyi içeriyor ve hangi yasal boşluğu dolduruyor.
İltica yasa değişikliği 1. Paket : İltica başvurularının en kısa sürede sonuçlandırılması ve başvurusu red edilenlerin hızla geri gönderilmesi. İlk başvuru yapılan bölgede 3 ay yerine 6 kalınması ve mali yardımın azaltılması.
İltica işlemlerinin hukuki sürecinin kısaltılması veya hukuki sürecin devre dışı bırakılması; Suriyeli olamayan mültecilerin iltica başvurusunu işleme almadan, kapıdan gönderme anlamına geliyor. Geldikleri ülkenin ‘güvenli’ ülke olması gerekçelerden birisidir. Ek olarak Afrika ülkelerinden veya Irak, Afganistan, Tunus, Libya’dan gelen mülteciler öncelikli olmadıkları yönünde bir filtrelemeye hukuki sürece dahil edilmeden geri gönderilebiliyor. Burada Almanya kendi anayasasını ihlal ediyor. Mültecinin geldiği ülkeye göre ırk ayrımı yapıyor. Cenevre Antlaşması gereği ilticanın bir insan hakkı, yaşam hakkı olarak evrensel hukuk kuralları ölçülerinde işlem görmesi kuralı ortadan kalkıyor.
Şimdi soruyu bir de şöyle soralım: Almanya’da bunca yıldır iltica yasası çok gevşek miydi? 1983’den beri iltica etmiş bir kişi insan olarak tersini yaşadım. İltica başvurusu ve işlemler, kriterler, “durum bu kadar kötüydü de niye ölmedin?” mantığıyla işlem gördü. 1983’de iltica başvurusu sonuçlanana kadar Alfeld yakınlarında en yakın köyden bile 4 km uzakta, İkinci Dünya Savaşında askeri kışla olarak kullanılan, duvarlarından su akan bir kampta yaşadım. Maddi yardım yiyecek olarak veriliyordu, küçük bir meblağ harçlık veriliyordu. İkamet yerinden ayrılmak yasaktı. Hastalık durumunda bile izne bağlıydı.
Yeni yasanın çıkış nedeni yasal boşluğu doldurmak değil, var olan yasanın işlevsiz hale getirilmesidir. İnsan hakları ve Cenevre Antlaşmasının ihlalidir. Servis edilişi ile nedeni örtüşmüyor. Güvenli ülke ilan edilen ülkeler ise diğerlerinin yanı sıra Hırvatistan, Romanya, Arnavutluk, Kosova, Karadağ ve Türkiye. Bu ülkelerden insanların yaşam hakkı talebi, iltica talebi yok sayılıyor. Böylesi bir ön koşul zaten iltica hakkının yok sayılmasıdır. Bu iltica paketi 24 Ekim’de kabul edildi ve uygulanıyor. Binlerce mülteci geri gönderildi ve gönderiliyor.
İltica yasa değişikliği Paket 2 : 25 Şubat’ta kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Sınırların denetimi, yönetimi, insan kaçakçılarıyla ve ‘terörle’ mücadele ve düzensiz göçün yani mültecilerin Avrupa’ya girişinin engellenmesi amaçlanıyor. Türkiye’yle yapılan pazarlıklar sonucu, mültecilerin ”güvenli ülke Türkiye’de ” tutulması için para ve fiili destekle mültecileri Haşaratla Mücadele eder gibi yerinden kurutmayı olanaklı kılacak ‘yasal’ düzenlemeleri kapsıyor. Bir başka maddede ise, şimdiye kadar gelen ve seçerek alacakları mültecilerin aile birleştirme haklarını zorlaştırmak. Aile birleşimi için var olan bir yıl bekleme iki yıla çıkarılırken, gelecek eşin hangi ülkeden gelmesi durumunda izin verileceği de belirlendi. Sadece Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi yani Suriyeli göçmenlerin bulunduğu ülkelerden gelebilecekler. Böylece bir insan hakkı daha bu yasa ile rafa kaldırılmış olacak.
Almanya açısından bakıldığında amaç şudur: bir Almanya’nın ihtiyacı olan insan gücünü ve tekniker açığını kapatmak, emeklilik kasası ve sosyal, işsizlik kasasını doldurmak için; çoğu genç ve eğitimli mültecileri hızla entegre ederek, yararlı hale getirmek. Bunun için Türkiye’ye kapatılacak mültecilerden sayısını kendi belirlediği kriterlerine uyanları gruplar halinde getireceklerini kendi potasında eritecek. İkincisi; radikal İslamcı saldırıları kontrol edebilmek… Sanki İŞİD’ e katılan Almanların sebebi mültecilermiş gibi. İŞİD’in ebesi Türkiye’yle yapılan iş ortaklığı önemli bir sorun değilmiş gibi…
Sorunların vitrine konuluş biçimi, zihinlerin manipülasyonuna hizmet ediyor. Suriyeli Göçmen Krizinin Almanya’daki güvenlikçi- hak ve hukuktan uzaklaşan politikasının her ne kadar ilk mağduru mülteciler gibi görünse de, işlerlikte olan ‘demokrasinin’ de resmini çiziyor.
Türkiye açısından mülteci krizi zaten sorun değil, çünkü 2011’den Suriye ile arasındaki uzun sınırı açarak sınırları geçirgen hale getirdi. Bu da Suriye savaşına gayri resmi dahil oluşun ve radikal İslamcı örgütlerin yaratılması, lojistik, insani her türden desteğin yolunu açtı.
İkinci neden, Türkiye’nin zaten Suriyeli göçmenlere mülteci hakkı vermiyor olmasıdır. Avrupa dışından gelen kimseye mülteci statüsü yok. Eskiden misafirdi, 2014’te çıkan bir yönetmenlikle beş yıllık geçici koruma sağlanıyor. Mülteci sayısı kayıtları çok da bilinmemekle birlikte 2,8 milyon Suriyeli yarım milyona yakın diğer ülkelerden mülteciler bulunuyor. Kamplarda kalan yani barınma sağlanan kesim ise sadece 280 bin kişi. Mülteci lanse edildiği gibi yük ve masraf değildir. Mülteciler iş gücü olarak kullanılıyorlar ve ülkede ciddi bir mülteci ekonomisi bulunuyor.. 5000’in üzerinde irili ufaklı işletmenin Suriyeliler tarafından kurulduğu biliniyor. Beş yıl sonra geri dönmemiş olan ve uygun bulunan Suriyelilere vatandaşlık verilmesi muhtemeldir.
Bütün bunların dışında Suriye politikası çöken iktidar elinde kullandığı en güçlü koz mültecilerdir. Avrupa Birliği ülkeleri ve özellikle Almanya ile yapılan mülteci pazarlığı, Kürt halkına uygulanan vahşeti örtebiliyor. Son Halep bombardımanda sınırlara dayanan göçmenler Suriye topraklarında kurulan çadırlarda tutuluyor. Bu da AB’nin desteği olmadan yapılamazdı.
İkinci iltica paketiyle Türkiye, Yunanistan ve bazı Balkan ülkelerinin sınır polisliği yapacağı bir örgütlenmenin temeli atıldı. İçişleri Bakanlığının son basın bildirisinde Berlin’de ortak bir komiserlik kurulduğu ve Türkiye’de çalışacak uzman polis ve kişilerin yakında Ankara’da olacağı belirtiliyor.
Yunanistan ve Türkiye’nin sınırlarında oluşacak zaafları nasıl kontrol edeceklerini hep birlikte izleyeceğiz.
2040 kez okundu.