Sessiz Türkiye Aydınları’na Tarihsel Yanıt
Yılmaz Güney
“Yaşamımız, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel, sanatsal vb. ilişkilerimizin toplamıdır. Edindiğimiz görüşler ilişkilerimizde hiçbir değişiklik, köklü hiçbir etkilenme yapmıyorsa, uzun bir süreç içerisinde bile olsa rengimizi değiştirmiyorsa, yeni görüşlerimiz eski görüşlerimizin temelleri üzerinde biçimlenmiş ilişkilerimizi sarsmıyorsa, görüşler ve yeni bilgiler karşısında vestiyer rolü oynuyoruz demektir…” Yılmaz Güney
Kayıpları-ağıtları dinmeyen Analarımız, ‘gelecek ancak bizim yürüyüşümüzde’ deyip bireysel geleceklerini feda eden gençlerimiz, tıka basa doldurulmaktan yer kalmamış hapishanelerimiz, seslerini duyurmak için Açlık Grevleri’ni tarihin derinliklerine gömme imkanı bulamamış politik tutsaklarımız… Ve böyle sisli günlerde susan aydınlarımız! Nice elimiz, ayağımız, dilimiz!
Ve hep seslerimizde-adımlarımızda ölümsüzleşen Yılmaz Güneyimiz!
Yılmaz Güney 1 Nisan 1937’de Adana’nın Yenice köyünde doğdu. 9 Eylül 1984’te Paris’te öldü. 47 yıllık ömrünün yaklaşık on yılını zindanlarda geçirendi.
1960’lı yılların kendine özgü esen rüzgarlarında, yığınla aydın ilk kez ‘işçi sınıfıyla’ bağ kurması gerektiğine inanmıştı. Dünyanın dörtbir yanında esen ilerici dalgalar, onlara sosyalizmin hemen yarın kurulacağı hissini vermişti. Ardından gelen darbe, gözaltılar-tutuklamalar; gür çıkıyormuş gibi görünen sesleri bir çırpıda kesmişti. Tıpkı içerisinden geçmekte olduğumuz tarihsel kesit gibi!
Yılmaz Güney, işte o dönemlerde sessizliğe gömülmeyenlerdendi. Tutuklanandı, kısacık ömrünün son yıllarını sürgünde geçirmek zorunda kalandı. Ve neredeyse bütün Türkiyeli ‘aydınlar’ tarafından yalnız bırakılandı!
Yılmaz Güney tarihe bir ‘halk adamı’ olarak geçer. 1972-1981 yılları arasında sadece üç buçuk ay tutsaklığına ara verebilir. Yılmaz Güney hapishanedeyken, filmleri ödül almaya devam eder. 1972’de ‘Boynu Bükük Öldüler’i ilk kez verilen Orhan Kemal Roman Ödülü’ne layık görülür. Özgür bırakılması için 13 ülkeden 170 sanatçı bir ‘af kampanyası’ başlatırlar. Bu kampanyayı destekleyenler arasında Elisabeth Taylor’dan Richard Burton’una birçok uluslararası tanınmış sanatçı da vardır. Ve kendisi hapishanedeyken, filmleri uluslararası yaşamına devam edendir, ödüller alandır!
1978’de Kayseri hapishanesinden “Normal aylarda ortalama iki bin mektup alıyorum. Bayramlarda, yılbaşlarında bu sayı beş bine kadar çıkıyor” yazar. Güney dergisinin o Kayseri hapisanesindeyken çıkan 8. sayısında kendisiyle yapılan söyleşide şöyle der: “Şu gün bana duyulan yakınlığın ve bağlılığın içeriği, bütün unsurları kapsayacak biçimde, tam anlamıyla devrimci olmayabilir; değildir de…fakat bu içerik ezilen halkımızın özelliklerini taşır, en azından devrimcileştirilmeye hazır bir içeriktir, devrimcileştirilmeye ve geliştirilmeye en uygun bir içeriktir. İşte bu nedenlerden ötürü, kendimi, bana yakınlık duyan milyonların konumunu da hesaba katarak arındırmaya ve yeniden inşa etmeye çabalıyorum”.
Yılmaz Güney’in sanatıyla-halkla ilgili neredeyse bütün satırlarında, insanları değil, kendisiyle-onları beraber değiştirmenin canhıraş çabaları görülür. Yazılarında; “derin eksikliklerim ve zaaflarım var” der. Ve bunları değiştirmeye çalıştıkça, üretmeye devam eder, üretir, üretir, üretir…
Yılmaz Güney’in sürgünlüğüde, bütün bu ürettiklerinin dışarıda filizlenmeye devam ettiği yerden başlar. Sürgünde, yaşamının son yıllarında “ben devrimcileri böyle bilmiyordum” diyerek hayal kırıklıklarını ifade edendirde. Hayallerinden vazgeçmemişliğin, onlara ulaşmak için verilen zorlu koşuyu sürdürüşün bir tanımı olsa gerek bu. O yılmadan üreterek zorlu koşusuna devam ederken, kalıplar içerisinde “devrimcilik” yapmanın çürümelerinin sahnelerine tanıklık yapandırda. Ve bu çürüme onu hep rahatsız eder.
Sanatçıların, aydınların bu çürümelerine karşı Paris’te; yeri gelir kapıları çarpa çarpa girip çıkandır, yeri gelir bağıra-çağıra protestolarda bulunandır. Sosyal rollerin sürgünde aldığı hallere isyan edendir. Halka tepeden bakışlara sürekli bir isyandır. Ancak bütün bunlara rağmen, sanatındaki devrimleri hiçbir koşula teslim etmeyendir. Ürettiklerinin ezilenlerle buluşmasının önüne hiçbir “çürümeyi” geçirmemenin isyanındadır.
Anadolu halkı Güney’in resmini yatak odalarına asmaktan uzun yıllar vazgeçmez. Kürt köylüleri onun öldüğüne bir türlü inanamaz; “Yılmaz Güney bu, kolay ölmez. Bir gün mehdi gibi, Hızır gibi kılıcını kuşanıp gelir. Haksızlıkların üstüne gözünü kırpmadan yürür” demeyi yıllarca sürdürür.
Puslu, kanlı, zindanlarıyla-sokaklarıyla binlerce insanın direnişte olduğu bir dönemden geçerken, suskun aydınlara, tüm sessizliklere inat; ebedi bir ses-sesimiz olan halkın yüreğinden silinmeyen sanatçısı Yılmaz Güney’i saygıyla-sevgiyle anıyoruz.
Seni, satırlarının-yaşamının hala keşfedilmeye muhtaçlığının coşkusuyla, sevinciyle anıyoruz.
-Alıntıları, aktarımları, Engin Erkiner’in derlediği; “Yazın Dergisi’nin 25 Yılı Ardından, yazın’dan seçmeler” kitabından yaptım. Bizim kuşaklara bütün bunları bir kitap içerisinde toplu bulabilme imkanı sunduğu için Avrupa Sürgünler Meclisi üyesi, sürgünde bir yazar olan Engin Erkiner’e yürekten teşekkürler. Okumak isteyenlere; Yılmaz Güney’le ilgili direk aktarılan anıları-alıntıları, “Yazın” kapsamında, internetten de bulabilmeniz mümkün.
469 kez okundu.