Yüreğimi söküyorlardı sanki kirli tırnaklarıyla. Bütün duygularımı doldurmuştum bir çelik kasaya, ve cehennem derinliklerine atmıştım, Pandora’nın kutusu gibi aılıp saçılmasınlar diye ortalığa. Niye bu kadar yanıyordu bu ülke topraklarından ayrılırken yüreğim, biliyordum. Dikenli tel örgülerin tutup bırakmak istemediği montum lime lime olurken mayınlı sınırlarda, kaçarak canımı kurtardığıma sevinemiyordum. Duygularımın en güzellerini bırakmıştım o ülke topraklarında. Ve otuz yıldır gülümsemelerimden atamadığım o hüzünlü burukluk, gülüşümü Pandora’nın kutusunda sakladığım içindir.
***
“Darbe ne denli büyük olursa olsun, yüreğinde kimsenin yetişip sökemeyeceği bir derinliğe göm umutlarını ve zincirle kayalara bağlanmış ateş hırsızının yüreği gibi her gün yeniden yeşert çocukluk hayallerini, ve ‘öfken büyüdükçe küçülsün zulüm’ diyerek ayrıldım o topraklardan.
Ben ayrılmadan önce de özgürlük yoktu o topraklarda, şimdi de.
Hiçbir zaman, ne “umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır” diyen Nietzsche’ye inandım, ne de “umut fakirin yemeğidir” diyen sisteme. “Biz”e inandım sadece, “biz olmuş”a inandım. Bu yüzdendir: Gelecek baharlar hiç tükenmedi bilincimizde.
“Vardık, varız, var olacağız” diyenlerin varlığı, Pandora üzerine kurulmuş bütün masalları yerle bir etti. Onlar biliyorlardı Pandora denilen bedenin altındaki hırsa bürünmüş zulüm kara tapınmış erkek iktidarından başka bir şey değildi. Sadece ateş hırsızlarını değil, “yardım ve yataklık edenleri” de cezalandırmak için kurulan Zeus-Hermes ittifakı idi işkencenin tanımı. Düşüncenin ve bilimin gelişiminin temelini olan “merakından” dolayı suçlanan Pandora da, “Adem” iktidarının şiddetine ve cinsiyetçi ayrımcılığına baş kaldıran Lilith de, Bilim Ağacı’nın meyvesinden yedi diye Cennet’ten kovulan Eva da, ateşi çalarak aydınlığı insanlara armağan eden Prometheus da, Spartaküs de, Şeyh Bedreddin de, Bruno da, Rosalar ya da Rosenberg’ler de, Suphiler, Sinanlar, Kaypakkayalar, Cevahirler, Mahirler, Adalılar, Erenler, Mazlumlar, Kemal Pirler, Beritanlar, Zilanlar, Semalar…
Liste bitmez biliyorum, Nazım Hikmet’siz, Yılmaz Güney’siz, Ahmet Kaya’sız…
Yani biz Pandora’nın merakını, Lilith’in eşitlikçiliğini, Eva’nın aklını, Rosa’nın inancını, Aynur’un umudunu, Beritan’ın onurunu, Zilan’ın yüreğini taşıyan bir insanlık tarihiyiz. Yani “İktidara Başkaldıranlar Soy Kütüğü”nü oluşturan onbinlerce yıllık bir tarihin günümüze akıp gelen nefesiyiz, sesiyiz.
“Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar / Geliyoruz, geleceğiz, yakındır” diye besledi kanlı bir diktatörlüğe baş eğmeme cesaretini bilinçler.
“Uyur iken uyandılar” ve sürüye sayılmak istemediler.
Az idiler ama var idiler. Az idiler ama çoğalacaklardı yeniden. Az idiler ama ateş parçası gibi kalmayı başardılar sürgünlerde de.
***
“12 Eylülcüler yargılanıyormuş, öylemi?” diye sorsam, kahkahayla güleceksiniz, biliyorum. Barsak temizliği budur işte: Her şeyi yeme alışkanlığındaki sömürgeci-sömürücü canavar, yemekten tıkanmış bağırsaklarını arada bir temizler ki, yiyeceklerine yer açılsın. Ve kustukları ve sıçtıkları yediklerinin özeti değil, yediklerinden ürettikleri kendi üretimleri, kendi benzerleridir.
Ama yüreği büyük, emeği büyük yüzlerce insan, bu zamana kadar verdikleri emeği bütünleştirmek ve 12 Eylül’ü lanet batağına gömmek için yeni bir adım daha atarak bir araya geliyor.
Onlar 12 Eylül diktatörlüğüne karşı bitimsiz bir mücadelenin savaşçıları olarak, sistem içi hiçbir kurumun yapamayacağı bir görevi sırtlayıp düştüler yola. Yüreklerinde özgürlüğün büyük sevdasını taşıdılar terk etmek zorunda kaldıkları ülkelerinden ayrılırken. Adları hepsinin aynıydı: 12 EYLÜL SÜRGÜNLERİ.
***
Avrupa’daki 12 Eylül Sürgünleri, bir devlet etkinliği olan 12 Eylül’ü, bir devlet felsefesi olan resmi ideoloji ile çatışmadan, bir tarih yüzleşmesini gerçekleştirmeden, ötekileştirmeye dur demeden, berikileştirmeyi engellemeden, 12 Eylül’ün bütün sonuçlarını ters yüz etmeden 12 Eylül ile mücadele edilemeyeceğinin bilinciyle yeni adımlar atmak istiyor.
12 Eylül Sürgünleri Platformu adıyla oluşturulan girişim Avrupa’daki 12 Eylül’e karşı mücadeleyi bütünleştirmek istiyor:
“Sorunlarımız ve sorumluluklarımız,
Bizler şimdiye kadar ülkemizdeki gelişmelere ilgisiz kalmadık… Ülkemizde yükselen demokrasi savaşımında hiç kuşkusuz biz sürgünlerin de önemli bir payı var.
Türkiye’nin içine girdiği yeni süreç, her bakımdan olumsuzdur; sorunlar çözüme doğru değil, çözümsüzlüğe doğru gidiyor…
Ülkemizde yaşanmakta olan bu gelişmelere seyirci kalamıyacağımız açıktır. Sesimizi yükseltmek acil bir görev haline gelmiştir. İçinde yasadığımız koşulların değişimi için, bu bir zorunluluktur” diyor oluşumun ön hazırlayıcıları. (15 Aralık 2012. Saat 15:00 – 23:00 arası. Aula im Stadtgymnaisum, Humboldt Str. 2-8. 51145-Köln-Porz. E-Posta adresi: surgun12@hotmail.de)
Ben bu toplantıya katılamayacağım, ama oluşumu ilk gününden beri bütün kalbimle destekliyorum. Katılımcılarına başarılar diliyor, istenen emek sunumuna verilecek görevlerle ortak olacağımı bildiriyorum.
NOT: Bu yazının başlığı site editörleri tarafından degistirildi.Orjinali: “Avrupa`daki 12 Eylül sürgünleri bulusuyor”
1220 kez okundu.