BULUŞMAK, KAVUŞMAK, BİRLİKTE YÜRÜMEK…

 

459783_1_articleklein_asyl_140312_4c_2Bugün buluştuk. “Buluşmak” hep “kavuşmak”la kardeş sanırım sürgünde! Eve dönüp “duygularım kaçmadan” bugünü yazmak, paylaşmak istiyorum. Çünkü yarın, yine duygularımızın başka gediklere girmek zorunda kalacağı yaşamlara döneceğiz.

Haziran’ın sonu ve güneşin kendini azıcık gösterdiği, “doğamız”ın daha sindiremediği, belki de hiç sindiremeyeceği, “entegre” olamayacağımız bir “yaz” günündeydik. Güneş açtığı anda; “toprak, güneş ve ben-bahtiyarım!” cümlesi dönüyor beynimde Nazım’dan.  Şakır şakır yağmur yağıyor şimdi; “yağmurda açan kır çiçekleri..” geçen şiirleri getiriyor akla! Ne güzel, bunları öğrenmişiz de zamanında, bu zamanımızda aklımıza gelebiliyor diye seviniyorum!

Tanıdığımız, bu buluşmayı bu gündemle gerçekleştirmeyi dilediğimiz yığınla sima yoktu bugün. Birbirimizi bugüne kadar hiç görmediğimiz, tanışınca sımsıkı kucaklaştığımız-gözyaşlarımızı tutamadığımız simalar da girdi birbirimizin hayatına. Bunca yabancılaşmışlıklar içinde bulunan “çivisi çıkmış dünya”da, hayatta kalabilip bunları paylaşabilmek güzeldi!!

Buluştuk. Konuştuk. Düşüncelerimiz biraz dansetti. Dilimizden dökülenleri yakalamaya çalıştık. Bazen yanlış anladık, bazen kaçırdık, bazen reddettik, kim haklı-kim haksız, kim doğru-kim yanlış; ne doğru-ne yapılmalı…döküldü dillerimizden….

Robotlar konuşmayan ve sadece eylemde bulunan aletlerdir. Konuşmasız bir eylemin nasıl birşey olduğunu insan dışındaki canlılarda da garipseyerek izleyebiliriz. İnsansa, hep bir “kim” yaratır! Kullandığı deyimlerle, yaptıklarının ardından, yapılanları anlatmakla, yazmakla, cisimleştirir; ete-kemiğe büründürür hayatı.

Bir masal anlatıldığında; masal 100 yıl önce bile yazılmış olsa, anlatıcı-anlatışı vardır gözümüzün önünde!

Yani, konuşmak-yapmak; insanlığın ihtiyaçlarını cisimleştirdiği, bitmez-tükenmez bir yolculuktur!!! Silahlar ve şiddetle girilen toprak parçalarında ise……derine dalmayayım şimdi fazla……

“Sürgünde olanların, bir Meclis kurması ve sürdürmesi gerekli mi, ihtiyaç mı?” sorusunu her konuşmanın ardından yine sordum kendime bugün. Bizim toprakların tabiriyle “gönül ister ki”ler döndü içimde. Gönül ister ki, bu MECLİS ihtiyaç sahiplerinin de gönlünün bir isteği olabilsin! Neden mi??? Çok neden var, ama gönlün bugünün sıcaklığıyla istediği nedenleri yazayım şu anda.

1.Dünya Savaşı sonrası örneğini keskin olduğu için vereceğim. Ki milyonlarca böylesi örnek vardır dünya tarihinde. Cesedi bulunamamış, adı bile tespit edilememiş yığınla insan kaybolmuştur bu savaş sonrası. Ama ardından; savaş kayıpları heykelleri-abideleri yaptırılmıştır sanatçılara. Sanatçıların ismi, ismi dahi tespit edilemeyenlerin hatırlanması için yazılmıştır meydanlara. Sanatçıların ismi ve yaptıkları kalmıştır. Ne savaşı çıkaranlar, ne öldürenler, ne yargılanması gerekenler ne de öldürülenlerin tarihi…hiçbiri ortada değildir. Tarih suçluları affettirme, kurbanlarla vicdanlara oynama biçiminde yazılmıştır, yazılmaya devam etmektedir!!!

Nice Anadolu-Mezopotamya topraklarından olmayan sürgün tarihleri yazılmıştır Avrupa topraklarında. Dil kurslarında bile bir sayfa “sürgün’de yaşamış-hayatını kaybetmiş” denilen “ünlü” insanlara ayrılıp; cisimleştirilmiştir sürgünlük. Bu cisim kendisine yabancıdır. Sebepleri-suçluları yoktur! Bu kavram, kendisine yabancılaştırılarak okunur, konuşturulur insanlara!

Konuştuk bugün çokça! Acemiliğimiz vardı sanki biraz. Etkinliklerdeki buluşmalarımızda kısaca ifade edebildiğimiz şeyleri; şimdi bu kavram, SÜRGÜNLER MECLİSİ çatısı altında ifade etmek, ete-kemiğe büründürmek kolay değildi-kolay olmayacak. Yol yürüne yürüne keşfedilecek….O zaman yol, yolcuları çoğalarak yürünmeli. Ki keşfedenler ve keşifler çoğalabilsin. Bu tarihsel sorumluluk-zorunluluk tartışmasız ortada.

“Çivisi çıkmış dünya”ya çivi çakmak kolay iş değil. Ama SÜRGÜNLER olarak, yığınla yasal engellemelere rağmen ellerimize vurulan tüm bıçaklara rağmen “kaderimizi” bilincimizde-ellerimizde tutabiliriz. Ayaklarımız gitmek istediğimiz yollardan alıkonulmuşken; bütün bu tarihin gün yüzüne çıkabilmesi bizim ortak yolculuğumuzun sürüşüne bağlı! Bunun başka hiçbir yolu yok!

Son olarak da; insanlığın konuşma-eylem döngüsünde kavramları irdeledikleri önceki asırlara gidip birkaç alıntı yapmayı anlamlı görüyorum:

“Hikaye gibi anlatıldığında ya da yazıldığında bütün dertler katlanılabilir olur.”-Isak Dinesen-

“İster doğal zorunluluk nedeniyle ister özgür iradeyle olsun, esas olarak kişi tarafından amaçlanmış her eylemde kişi kendi imgesini dışlaştırır. O sebeple herkes, eyleyen kendi olduğu  müddetçe, eylemekten sevinç duyar. Olan her şey, kendi varlığını(olmaklığını) arar, ister, kişinin varlığı da en fazla eylemde bütün kesinliği ile bulunduğu içindir ki eylemi zorunlulukla sevinç takip eder…O yüzden arkasında duran kişiye beraat vermemiş eylem, eylem değildir.” Dante

Biz, SÜRGÜNLER’in; daha büyük bir birlikte “eylemenin” sevincini, tarihsel BİZLEŞTİRMEYE dönüştürebilmemiz dileğiyle….

 

29 Haziran 2014

Ganime Gülmez

1383 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

2 comments

  1. Tanıştığımız, candan “kucaklaşıp düşücelerimizi dans ettirdiğimiz” için çok mutluyum sevgili Ganime; bu güzel yazı için yüreğine, eline sağlık! Yakın zamanda yeniden buluşmak dileğiyle, kucaklıyor, öpüyorum candan, Sevgiler…

  2. Bu hizli sicak selamin ve paylastigimiz anlar icin, ben de yürekten tesekkür ediyorum sana sevgili Leman. Tekrar bulusmak üzere, sevgiyle kucakliyorum.

    Ganime

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir