Selattin Şengül
Ziyaret ettiğim küçük bir köy mezarlığı, bu yazıyı kaleme almama neden oldu. Şöyle ki ; yaşadığım bölgede, Maumke denilen küçük bir köyde , Sovyet mezarlığının olduğunu duydum ve ziyaret etmek istedim. Bir ormanın ortasında, büyükçe bir alanı kapsayan mezarlığın içerisinde , savaş sonrası Sovyet askerleri tarafından yapılan bir anıt üzerinde, orak-çekiç ve kızıl yıldızın altında, “Burada faşist Nazi terörü sonucu 1942-45 yıllarında yaşamlarını yitiren Sovyet yurttaşları yatmaktadır“ yazısı göze çarpmaktadır. Burada yatan işçiler, genellikle Sachtleben adlı maden firmasında, yeraltında zor koşullarda çalıştırılarak ölümlerine neden olunmasına rağmen, o günün Nazi yetkilileri, Sovyet halkına o kadar kin besliyorlardı ki, bu OST (doğulu) işçileri, ormanın kuytu bir köşesinde oluşturulan mezarlıkta defnetmeyi uygun gördüler, çünkü onların alman halkıyla aynı mezarlığı bile paylaşmalarını istemiyorlardı. Bundan başka yörede benzeri mezarlıkların da olduğunu ve bunların özellikle o tarihlerde „zorunlu işçiler „e ait olduğunu öğrendiğimde, yönümü başta Olpe, Güney Vestfalye olmak üzere tüm Almanya`da, tarihin bu kesitinde „Zorunlu İşçiler“ konusunda bir araştırma yapmaya çevirdi.
Bu konuda yaptığım bölgesel araştırmalarım, genellikle şehir arşivlerinden, müzelerden, tarihçilerin vermiş oldukları bilgiler ve bilakis yörenin araştırmacı yazarlarından Gustav Reuter`in „Maumke“ adlı kitapçığı ile en çok faydalandığım kapsamlı bir kaynak olan Gerhard Hausen`in „Zwangsarbeit im Kreis Olpe“ adlı kitabıdır.
Gerhard Hausen kitabının önsözünde şöyle diyor; “-1989 yılında Nazi döneminin „Zorunlu İşçilerle“ ilgili tazminatlarının kamuoyunda tartışılmaya başlanmasıyla, benim de çocukluk anılarım canlandı. Benim dedem ve nine tarafım doğma büyüme buralı, yani Bonzel`dan. Bu köyde çiftçilik yapıyorlardı. Çocukluğumdan beri yörede, savaş yıllarında, rus ve polonyalı işçilerin tarımda, madenlerde ve fabrikalarda çalıştırıldığına dair birşeyler duyardık. Ama onlar genellikle bizden uzak, tel örgülerle çevrili, bariyerler arkasında, barakalardan oluşan işçi kamplarında kalırlardı. Ben o yıllarda altı yaşında bacaksızın biri olduğumdan, ben ve benim gibi çocukların yanında „onlar“ hakkında bizlere birşeyler anlatılmazdı. Savaş sonrası, aklımız biraz ermeye başladığında, diğer çocuklarla, günlerden bir gün Olpe istasyonunun arka taraflarında bir sığınak keşfettik. Sığınak yeraltında idi ve girişi bazı şeylerle kapatılmıştı. Sığınağa girdiğimizde eski-püskü bazı eşyaların olduğunu gördük.
Niçin bu ruslar bizim buralarda çalışmışlardı? diye bir soru sormaya kalksak, hemen ;“Savaş var idi savaş, anlamıyor musun ? „ diye ailelerimiz tepki gösterirlerdi. Ama buna rağmen rusların, taa oralardan gelip, bizim buralarda firma Müller veya Kemper’de çalışması beni kuşkulandırmıştı. 4 Kasım 1957’de Amerikalılardan önce Rusların aya ilk uzay aracını gönderdiklerinde, ailece mutfakta küçük bir radyonun başında „piep,piep“ seslerini duyduğumda da aynen kuşkulanmıştım. İşte ben büyüklerime nasıl, niçin, niye… gibi sorular sorduğumda, beni, oyalamak veya uyutmak için „O konu üzerine konuşulmaz“ deyip, başlarından savıyorlardı….
Yazları tarlada çalışırken, amcam Toni ve dedemle aynı tempoyla çalışamadığımda, özellikle otların ve samanların yağış altında kalma tehlikesi durumlarında dedem : „Davai Davai (haydi, haydi)“ veya „Raboti Raboti (çabuk, çabuk)“ diye bana seslenirdi. Anlamını bilmediğim bu kelimeleri sorduğumda, yanında yıllardır çalıştırdığı bu rus işçilerden öğrenebildiği sadece bu iki kelimeden başka da bir şey söylemezdi.
Yani daha önceleri ne komşulardan ve ne de kendi ailelerimizden, 1939-45 yılları arasın da tarım ve sanayide çalıştırılan bu „zorunlu işçiler“ le ilgili pek birşey konuşulmuyordu. Rus, Polonyalı, Ukraynalı ve kısaca „doğulu işçiler „ `den konuşmak tabu idi, ancak Olpe bu tarihle yüzleşene kadar, nedense konu üzerine konuşulmak istenmedi. Bölgede yüzlerce firma bu insanları köle gibi çalıştırdı, ama gerek adı geçen firmaların kayıtlarında ve gerekse de yerel yönetimlerin arşivlerinde bu işçilerle ilgili yığınla bilgi ve belge olmasına rağmen, yıllarca kamuoyuyla paylaşılmadı. Geçmişle ilgili belgeler nedense günyüzüne çıkarılmak istenmedi. Tarihçiler ve araştırmacılar, 1945 bombardımanlarının, yerli halk için çok acılara neden olduğuna dair bolca yazıp çizmelerine rağmen, onlarca yıldır tek bir kez bile, o dönemde „zorunlu işçiler“ ’ in yaşantılarından, acılarından ve ölümlerinden bahsedilmedi. 1985 Yılında Lennestadt’da Anna-Frank Schule’nin 10’uncu sınıf öğrencileri, öğretmenleri Joachim Pfeiffer ile zamana şahitlik etmek için, bu işçilerin kaderiyle ilgili bir araştırmaya başlıyorlar ve ilk soruyu o dönem binlerce işçiyi yeraltında kölece çalıştıran maden firması Sachtlebene sorarak kapıları aralıyorlar……“ diye konuya parmak basmaya çalışıyor.
II.nci Dünya savaşı esnasında Nazi Almanya’sında, milyonlarca insanı zorla çalıştırdılar, bunların ekseriyesi savaş tutsakları, KZ mahkumları ve işgal edilen bölgelerin sivilleri idi. Onlar savaşa giden işçilerin yerlerine, her şeyden önce savaş için üretimi devam ettirme amacıyla bu topraklara getirildiler.. Özellikle doğu Avrupa baskınları sonrası bunlar toplatılıyordu. „Zorunlu İşçiler“, „Yabanci İşçiler“ veya Sovyetlerden gelmiş iseler,ki genellikle Ukrayna, Rusya kökenliler di. Bunlar da „Doğulu-OST İşçiler“ olarak adlandırılıyorlardı, bunların sayısının yaklaşık 3,5 ile 5 milyon dolayında olduğu iddia ediliyor. Yakalarında Reichskommisariat tarafından koyu yeşil ve beyaz renklerden oluşan üzerinde OST=Doğu yazılı bir arma taşıma zorunluluğu vardı. Nazi resmi verilerine göre Almanya topraklarında zorla çalıştırılan işçi sayısı 7,6 milyon . 1942-44 arası yaklaşık 3 milyon Sovyet vatandaşı, Almanlar tarafından zorunlu işçi olarak kullanılmak amacıyla Avusturya, Bohemia-Moravia`ya sürgün edildiler. Bu zorunlu işçiler arasında çok sayıda çocuk ve gençler de vardı. %30’ u 12-14 yaş arasında, hatta 10 yaşında olanlar dahi var dı. Ki bunlar çoğu kez ailelerinden zorla koparılmış ve kaçırılmışlardı. Bu işçiler genellikle madenlerde, tarım sektöründe ve silah endüstrisinde kullanıldılar. Ayrıca kamu kurumlarıyla, kiliselerde hatta talep halinde ev hizmetlerinde dahi çalıştırıldılar.
Zorunlu işçiler sık sık aşağılayıcı davranışlarla, açlığa mahkum edildikleri gibi, çoğu ücret dahi ödenmeden, günde en az 12 ile 14 saat arası çalıştırıldılar. Onlar çok ağır ve pis işleri yapmak zorululuğundaydılar. Ahşap barakalarda, etrafı dikenli tellerle çevrili, silahlı muhafızlarca korunan, çok sağlıksız koşullardaki kamplarda yaşıyorlardı. Nazilerce „Stalag“ olarak adlandırılan bu kamplar, hijenik açıdan çok sağlıksız, olduğu gibi bu zavallı insanların giyim-kuşamları, yeterince beslenememe…gibi durumları çok berbat idi. Hastalıklar kol geziyordu. Bilakis „OST (Doğulu) işçiler“, kendi yaptıkları daracık barakalarda, çok kötü koşullarda yaşamaya zorlanıyorlardı, hatta kışın ayakkabısız işe gidenler vardı. Ayrıca almanlar tarafından da kötü muameleye maruz kalıyorlardı. İnsanlar çoğu kez coplanmakta, sopalarla korkunç şekilde dövülmekte ve acılar içinde kıvranmakta idiler.
İş güvenliği diye zaten bir şey yoktu. Her taraf sağlık açısından tehlikelerle doluydu. Bomba alarmı esnasında onların sığınaklara girmeleri yasaktı. Alman emir ve talimatlarına karşı gelenler “ İşçi Terbiye Kampları“ na gönderiliyorlardı, ki kamp denilen bu yerler de KZ’lerde olan koşulların aynısı hüküm sürüyordu.
Hamile kalan zorunlu işçi kadınlara, ki bilakis doğu kökenlilere, yasalarda yasak olmasına rağmen, zorla kürtaj yoluyla bebekleri aldırılıyordu. Kazara dünyaya gelen varsa onlar da anneden alınıp, yabancı çocuk bakım yerlerine götürülüp, bazen kimselerin haberdar olmayacağı bir yerde açlığa terkediliyorlardı. Babaları cermen olanların ise annelerine doğum izni bile verilerek , bebeklerin hayatta kalması gibi bir ayrıcalığa tabii tutuluyorlardı.
İdeolojileri gereği Nazilerin ırk olarak aşağıladıkları doğulu bu esir işçilere, diğer Polonyalı, Fransız, İtalyan…vs gibi işçilerden daha kötü muamele yapılıyordu. Onlar hakkında çıkarılan kararnamelerle çeşitli haklardan mahrum bırakılıyorlardı. Örneğin ; para sahibi olamazlardı, değerli eşya, bisiklet, çakmak veya herhangi bir vasıta için bilet bile almaları yasaktı. Almanlarla cinsel ilişki kesinlikle yasaktı. Böyle bir şeye kalkışanlar ölüm cezası dahil, çok büyük cezalara çarptırılıyorlardı.
“Zorunlu İşçi“ programı, Heinrich Himmler’in yaklaşık 30 milyon Slav halklarına kayıp verdiren programının pratikte bir parçası idi.
İşyerlerinde alman işçiler için geçerli olan hükümler, bu işçiler için geçersizdi. Mesela iş yasalarıyla ilgili bir belge, poliçe, ödeme veya vergi belgesinin, zorunlu işçiler için bir hükmü yoktu. Böyle bir belge düzenleyenin hemen ayağı kaydırılıyor, görevden uzaklaştırılıyordu. Sınırlardan geçişleri özel izne tabii idi.
Alman işverenlerine karşı, eski zorunlu işçilerin haklarını aramak üzere kurulan “Bellek, Sorumluluk ve Gelecek“ adlı vakfın açmış olduğu 10 milyar DM. (5,1 milyar Euro)’ lık tazminat davaları ile, bu esir zorunlu işçiler için, belli kazanımlar sağladı. Haziran 2001’de başlayıp, Haziran 2007’e kadar devam eden ödemelerde, kişi başına 7500 Euro olmak üzere toplam 1,66 milyon zorunlu esir işçiye ödenen paranın miktarı 4,37 milyar eurodur. Ayrıca vakıf, eğitim ve bilgilendirme projeleri için de 400 milyon euro talep etti. Bununla eski zorunlu işçilerin zararlarını tanzim etmeyi Almanya ile karara bağladı. Alman devleti tarafından yapılan bu ödemelerle, geçmişte bu insanlara çektirilen bunca acılar telafi edilmiş midir? Verilen bu paralar o yaraları kapatabilir mi ¿
1290 kez okundu.