TARİH TEKERRÜR ETMİYOR AMA?

aleviler-ve-siyasetDiyalektik ve tarihsel materyalizme göre tarih tekerrür etmez, ama benzeri yaşanır. Bu gün Türkiye de yaşanmakta olan budur. Tarih tekerrür etmiyor, ama Cumhuriyetin

kuruluşundan sonraki olayların benzerinin tıpkısı yaşanıyor. Partinin parti, liderinin ismi aynı değil, ama tek lider( tek adam) temelinde devletin yeniden yapılanması sağlanıyor. T. C. Devletinin “misakı milli” sınırları yeniden belirleniyor fakat eski kavram ve tarzla değil. Eski tümüyle yadırgandı yep yeni bir yapılanma yaratılıyor. Yeni yapılanmanın ismi Cumhuriyet değil, ama eski yapının bütün devlet kurum ve kuruluşları yerinde tutuluyor fakat ideolojileri ile birlikte yöneticileri değiştiriliyor.

Tek cümle ile T. C. devletinin bütün kuruluş ve kurumları yeniden yapılandırılıyor fakat “adı cumhuriyettir” denerek değil. Yakın bir gelecekte, Türkiye eski Türkiye olmayacaktır.

 

Diyalektik yasa gereği, alt yapısız hiçbir üst yapı değişimi olmaz. O nedenle belirtmek gerekir ki, bütün bu değişimlerin alt yapısı kuşkusuz globalizmdir. Çağımızın Marksistleri globalizmi sadece biçimsel olarak irdeledik ve biliyoruz. Globalizmi, Marks ın Kapitalizmi sosyalizmin rahminden doğacak bir anne gibi görüp, bu anlayışa denk bir şekilde inceleyemedik. Sosyalizmi rahminden büyütüp, doğuracak bir anne olan kapitalizmin, Mahir Çayan yoldaşın “ emperyalizm bir iç olgu haline geldi” dediği globalizmin kendisi olduğu tespitini yapmadık yapamadık.

 

Leninizm dedik orda kaldık, Marksizm in esası olan somut koşulların somut tahlilini bir kenara bıraktık. Halbuki Lenin döneminde emperyalizm bir dış olgu idi. O yapısından dolayı da kapitalizmin “eşitsiz gelişim yasasını” üretiyordu. Bu yasa yapısı gereği de her ülkede farklı devrim süreçleri yaratıyordu. Emperyalizm, geri kalmış ülkelerde “bir iç olgu hanine gelmesinden” sonra hem eşitsiz gelişim yasasını, hem de tek tek ülkelerde farklı devrim durumlarını yaratma yeteneğini kaybetmişti. Globalizmin bu gün bütün Avrupa da ve Türkiye de ardışık dünya devrim sürecinin alt yapısını oluşturduğunu, materyalist bir gözle bakmasını bilen herkes kolayca görebilir.

 

Bütün Avrupa da devrim ateşi yanıyor. Türkiye de buna paralel bir süreç izliyor. Marks ın belirlemiş olduğu ardışık devrimler, Ekim devriminden sonra ki beklentide olduğu gibi değil, Mahir Çayan ın “emperyalizm bir iç olgu durumuna geldi” tespitini yapmış olduğu bu günün globalizmi koşullarında işlemeye başladı. Emperyalizmin “bir iç olgu haline gelmesi” kavramını çok kullandık (yine de kendi payıma söylüyorum) ama alt yapı ve üst yapıda ne gibi değişimlere yol açacağının üzerinden fazlaca duramadık. Ta ki bu gün ekonomik alt yapıda egemen olan global kapitalizmin başta AB olmak üzere üst yapı kurumunu da alt yapıya denk bir şekilde değiştirdiğini görünceye kadar.

Bu gün de globalizm Türkiye ve bölgeyi yeni başta dizayn ediyor.

 

T. C. Devleti, Kendini bağımsız ulus devleti şekilde kurguladı. Ama devlet şekillenmesi, Emperyalizm ile iş birliğine girildikten sonra sağlandı. Devletin lokomotifi haline gelen, devleti çeken çeviren, “GLADYO, Ergenekon, Derin devlet, “vb gibi bütün yapılar işbirlikçilik sürecinde oluştu ve son şeklini aldı. Emperyalizmin sermaye ihracı, eşitsiz gelişim yasası, “emperyalizmin bir dış olgu” olduğu süreçte alt yapı ve üst yapı şekillenmesi gerçekleşti. Sermaye ihracı ve emperyalizmin bir dış olgu olduğu süreçte şekillenmiş olan alt yapı, üst yapı ilişkisinin doku ve dengeleri “emperyalizmin bir iç olgu haline gelmiş olduğu” globalizm döneminin gereksinimi ile çakışıp, örtüşemedi. O nedenle de T. C. Devleti üst yapıda, globalizme göre yeniden şekilleniyor. İçerik aynı değil fakat tarz aynı. Erdoğan da tıpkı Cumhuriyetin kuruluşundaki gibi: Tek parti, tek adam, tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek ülke, tek dil gibi tekler temelinde şekillendirmek istiyor.

 

İstiyor çünkü : tarz aynı fakat niteliğin hiç birisi, eski nitelik değil. Ne Kürtler eski Kürtler, ne toplum eski toplum ve nede sermaye nitel ve nicel olarak eski sermaye. Cumhuriyet kurulurken, her şey sanaldı. Gayrı Müslim ve gayrı Türklerin sermayelerine zor yolu ile el konarak sahte bir yöntemle Türkleştirilip, “milli sermaye” haline getirildi. Kürtler, Araplar, Lazlar, Çerkezler, Süryaniler gibi Türk olmayan bütün azınlıklar “ne mutlu Türküm diyene” sloganı eşliğinde asimilasyona tabi tutularak Türkleştirildi. O dönemde Kürtler yeterince ulusal bilince sahip olmadıkları için bir çok ayaklanma yaptılar, ama bu günkü gibi güçlü bir şekilde karşı koyamadılar. Arap, Laz, Çerkez, Süryani, Ermeni vb. gibi ulusal azınlıklar ise başta ezildikleri için hiç ses çıkartamadılar.

 

Dolayısı ile ulusal sermaye gayrı Müslim ve gayrı Türk olanların sermayelerine el konarak sahte bir şekilde oluşturuldu, tek millet de “ ne mutlu Türküm diyene” sloganı ile Türk olmayan bir çok milliyet Türk olarak gösterilerek sahte bir tek millet olarak görüldü. Gerçek anlamda ne “ulusal sermaye” denen sermaye Türk sermayesi idi, ne de o dönemin Türkiye toplumu “tek millet” dedikleri Türk milletini oluşturuyordu. Ulusal ekonomi dedikleri ekonomik alt yapı da ,“ millet” olarak lanse ettikleri üst yapı da tümü ile sanaldı. Erdoğan elinde olmadan yaşanmakta olan değişimi hala eskiyi taklit ederek yapmaya çalışıyor. O hala “ tek millet, tek devlet” falan filan diye Cumhuriyetin kuruluş dönemini taklit ediyor.

 

Artık o dönem ekonomik alt yapısı toplumsal üst yapısı ile tarihe karıştı. Türkiye de alt yapıyı oluşturan sermaye, Türk ve Müslüman olmayanların sermayesi değil ki el koyup da “milli sermaye” yapasınız. Türkiye deki sermaye Erdoğan ın da sık sık “sermayenin ne dini, ne imanı ve nede vatanı vardır” dediği ulus ötesi, uluslar üstü global sermayedir. Başka bir söylemle çok uluslu sermaye egemen Türkiye de. Bu sermaye yi Cumhuriyetin kuruluşunda, Türk ve Müslüman olmayan kapitalistlerin sermayesine el koyup, “milli” sermaye yaptığınız gibi el koyarak “milli” sermaye yapamazsınız. Kendi ulusal sermayesinin egemenliğinin olmadığı, çok uluslu sermayenin egemen olduğu bir ülkede, “tek ulus, tek millet” vb gibi tekleri tekrarlayıp durmak beş para etmez, içi boş, sadece çevreyi uyutmaya yönelik, kurnazca yapılan aldatmacadan başka bir şey değildir.

 

Pazar ilişkisinin sadece bir ekonomik ilişki olduğu düşüncesi metafizik bir düşüncedir. Pazar ilişkisi ekonomik olduğu kadar, sosyal, siyasal, ve de en önemlisi toplumsal bir ilişkidir. Pazar ilişkisi, ulus devletler döneminde, Avrupa da otuz yıl, yüz yıl savaşlarının, birinci ve ikinci cihan savaşlarının ekonomik, siyasal, sosyal ve toplumsal temellerini oluşturdu. Sermaye dolayısı ile de Pazar ilişkisi ulusal çitleri aşıp, uluslar üstü, ulus ötesi ve/ ya çok uluslu bir karakter kazanınca Avrupa nın düşmanlığı yerini Avrupa Birliğine bıraktı. Ve de İRA, ETA gibi ayrılıkçı örgütler de mücadelelerinin varlık nedenlerini kaybederek, mücadele yöntem ve tarzlarını değiştirdiler. Türkiye den, İngiltere ye, İspanya ya giderek oralarda nasıl yöntemlerin uygulandığını öğrenip, PKK’ ye karşı da aynı yöntemleri uygulamaya çalışırken, kapitalizmin globalizme büyümesinin sorunda ki önemini hiç düşünmüyorlar.

 

Bu gün devlet ile PKK arasında başlamış olan barış sürecinde globalizmin Türkiye de yaratmış olduğu Pazar ilişkisinin rolünün ne olduğu da gözden kaçırılıyor. O nedenle Erdoğan Nuh nebiden kalma “teklerle” iştigal ederek, kendini de çevresini de aldatıyor. Türkiye de çok uluslu sermayenin yaratmış olduğu pazar ilişkisi egemen. Bu alt yapı ilişkisinin üzerine hiç kimse “tek millet, tek dil, tek din” gibi üst yapılar inşa edemez. Ederim diyen sadece kendini ve çevresini aldatır. Ya da bilinçsizliğini dışa vurarak, nasıl bir cehaletin cüreti ile hareket ettiğini göstermiş olur. Hem : sermayenin dini imanı vatanı yoktur diyecek, bütün yasaları onların lehine çıkartarak ülkeye gelmeleri için çırpınacaksın, hem de “tek vatan, tek millet” gibi global sermayenin hiç hoşlanmadığı hikayeleri okuyacaksın ! Alt yapıdaki egemen sermaye, dinsiz, vatansız, imansız olacak, Erdoğan da o dinsiz, imansız, vatansız sermayenin üst yapısına “tek milletli, tek, vatanlı, tek, dinli” bir yapı oturtacak!…

 

Bu çok büyük bir paradoks. “Vatan millet Sakarya” paranoyasının yaratmış olduğu yaman bir paradoks. Bir yanda Türkiye de oluşmuş olan pazar ilişkilerinin sağ duyusal olarak üzerinde yaratmış olduğu etkiden hareketle “her türden milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım” diyerek global sermayeye denk bir performans sergilerken “ne yardan ne Seden geçiyor” öz deyişinde olduğu gibi arkasından da “milliyetçiliği” Anayasa ya yazmaya kalkıyor. Bu paranoya ve paradoksların temel nedeni: Türkiye de globalizmin yaratmış olduğu Pazar ilişkisinin ekonomik alt yapıya denk siyasal, sosyal ve toplumsal bir üst yapı yaratamamış olmasıdır. Süreç henüz genç ve dinamik bir süreç olarak işliyor. Özgürlük hareketi, global pazar ilişkisinin yaratmış olduğu süreci doğru bir şekilde okuyor, algılıyor ve kavrıyor.

 

Erdoğan ve Hükümeti henüz bir bocalama süreci yaşıyor. CHP ve MHP ise Türkiye de var olan Pazar ilişkilerinin gerekli kıldığı siyasal atmosferin dışında kalmış durumdalar. CHP (DSP) ve MHP’ nin iktidar ortağı oldukları dönemde çok uluslu sermayenin Türkiye ye gelişinin nasıl bir Pazar ilişkisi, siyasal ve toplumsal doku yaratacağını bilmedikleri yeni açığa çıktı. Onlar hala olup, biten her şeyi Erdoğan dan biliyorlar. Bu yanlış hedef belirleme sonucu da yanlış yöne ateş ediyorlar. Türkiye büyük bir şaşkınlık yaşıyor. Hükümet bir çok şeyi el yordamı ile yapıyor. Barış diyor, her gördüğünden destek istiyor, ama 1 Mayıs kutlamalarında görüldüğü gibi, İstanbul da barış karşıtı politika uyguluyor. Barıştan en çok Erdoğan söz ediyor, ama barışa aykırı dili ve tavrı da en çok o kullanıyor.

 

Bütün bunlar bu gidişatı bir yaptıran bir de yapanın olduğunu net olarak gösteriyor. Erdoğan : deliğe süpürülmemek için elinden geleni yapıyor. Ama büyük bir paradoks ve paranoya ile,,, Bütün bunlar: tarihin tekerrür etmediğini fakat, benzeri olayların yaşanacağına işaret ediyor. Erdoğan ve Hükümeti, eski yapıyı değil eski yapının bireylerini değiştiriyor. Halbuki, globalizm ve onun yaratmış olduğu Pazar ilişkisi AB’ de olduğu gibi eski yapının değişmesini zorunlu kılıyor. AKP Hükümeti ve devleti ya globalizme denk bir çizgiye gelir ya da eski tek parti, tek şef, tek vatan, tek millet diyen CHP nin akıbetine uğrar.

 

Daha önce eleştirip değiştireceğini söylediği, devleti ele geçirdikçe ve devleti tek partinin güdümüne soktukça, söz konusu kurumları değiştirmek yerine üzerine oturup, kullanıyor. Tek parti, tek şef döneminde yokmuş da tekleri kendisi yaratmış gibi: tek devlet, tek millet, tek ülke kavramlarını bozuk plak gibi tekrarlıyor. Nasıl ki, İnönü tek partili süreci işbirlikçilik koşullarında idame ettirememişse, Erdoğan da bozuk plak gibi tekrarladığı bu teklerini çok uluslu sermaye üzerine konuşlandırarak devam ettiremez. Tarih tekerrür etmez ama benzeri yaşanır.

Teslim TÖRE

 

 

 

 

 

 

554 kez okundu.

Check Also

Köln’de insan hakları haftası etkinlikleri: 7 Aralık`ta Panel ile başlayacak!

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü kapsamında, Dayanışma’nın Sesi Derneği, Kulturforum, Bürgerhaus Mülheim, TÜDAY, Avrupa …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir