18 Mayıs’ta Annemin anısına: “Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!”

adsiz_3

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı.

 Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolaya cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı aşağılandı.

Annem yetmişli yılların başlarında devrimci hareketin önderlerinden Mahir Çayan’ın yaralı, Hüseyin Cevahir’in ise katledildiğinde ‘talebeleri öldürdüler’, onlar çok akıllı insanlar’ der hayıflanıp dururdu. Deniz Gezmişler yakalandığında da aynı yakınmaları, sızlanmalar gösterdi. Mahirlerin Kızıldere’de katlinde, Denizlerin idamında Erzincan lisesinde faşistlerle kavgamızı öğrendiğinde hiç paniklememiş, yalnızca ‘dikkatli olmamızı’ söylemişti. Çalıştırdığımız lise kantinin elimizden yönetimce alınmasına üzülmüştü, ama bizi desteklemişti. Her zaman devrimcilerin yanında olmuştu. Ben İstanbul’a gittiğimde her Anne-Babanın söylediklerini söyledi.

1974 sonlarına doğru Erzincan’a Ailemi görmeye geldiğimde; Erzincan’da Devletin, Emniyet müdürünün ve Kontur-gerillanın önceden planladığı, organize ettiği olaylar başlamıştı.

 Ortam alabildiğine gergindi. “Komünistlerin, Alevilerin Camileri yakacağı, olay çıkaracakları “yaygın halde propaganda ediliyordu. Kirli provokasyon kokusu yayılıyordu. Devrimcilerde yayılan kirli kokunun hayra alamet olmadığının farkındaydı. Devrimci örgütlerde ona uygun önlem alıyordu. Ben de Erzincan’da faaliyet yürüten devrimcilere ve alınan önlemlere ve çalışmalara yardımcı oluyordum. Sümerler Ortaokulunda karşı devrimci faşist organize saldırı planının ilk ayağını başlatarak; devrimci, demokrat ve Alevi gençlere saldırı düzenlendi.  

Olaylara biz de karıştık ve tutuklandık. Gözaltına alındığımızı duyan Annem, Babam ve devrimciler bir araya gelerek bize destek amaçlı gösteri, protesto yaparlar. Annem hızını alamaz küfürlerin biri bin parça, yetmez Emniyeti taşlar. Zar zor sakinleştirilir. Devrimci dayanışma ve sahiplenme bizim serbest bırakılmamızı sağlamıştı. Annem koruma duygusuyla bir taraftan bağırıp-çağırıp küfürler ediyor, beri taraftan bize bir şey olup olmadığını yokluyordu. İlk defa Annemi bu kadar hırslı ve öfkeli görüyordum. Evlatlarını ne olursa olsun savundu. Koruyup kollamak istedi. Annemin duruşu beni o kadar çok etkiledi ki; duruşumu, direncimi, devrimci mücadeleye olan inancımı daha da perçinlemişti. Annemin durusuyla gurur duyuyordum. Bütün arkadaşlarım ve devrimcilerde Anneme gıpta ederdi. Annem artık benim değil, bütün devrimcilerin anası olmuştu.

 Erzincan’da gerginlik hat safhaya çıkmıştı. Bütün devrimciler önlemler alıyor, gelebilecek faşist saldırılara karşı direnişi konuşuyordu. Ben İstanbul’a geri dönmeyi bir süre için erteledim. 1975 Ocak başlaraydı.

Bir Pazar günü Mit ve Kontranın organize ettiği plan, MHP’li sivil faşistlerle birlikte uygulamaya kondu. Toplu katliam saldırısı başlatıldı. Devlet Hastanesi ve Erenler Taksi durağı önünde başlatılan Irkçı faşist saldırı binleri buluyordu. Karşılarında hazırlıksız yakalanmış Abim, iki arkadaşı ve Erenler taksi çalışanları vardı.  

Erzincan’da ok yaydan çıkmıştı. Olaylar planladığı şekilde başlatılmıştı! Faşizm resmi, sivil tüm güçlerini harekete geçirerek saldırdı, katliam yapmak istiyorlardı. Saatler suren karşı direnişimize, geri püskürtmelerimize karşın, yeniden Polis -Ordu destekli saldırılar yapılıyordu.

 Şunu söylemeliyim ki; Erzincan da Alevi halkı direnişimize destek ve güç vermedi. İyi bir sınav göstermedi. Korkak, umursamaz, bana ne tavrına girdi. Üç günlük direnişimiz sonucu katliam önlenmiş, faşizmin derin planları suya düşmüş, bozulmuştu. İlk gün büyük tahribat alan Alevilerin bir kısmı, bizlerle birlikte direnişe katılmış onurluca direniş göstermişti. Bu direnişte Babamın, Annemin taş atmaları ve bizimle olmaları çok anlamlıydı.

Olayların dördüncü günü Anneme gitmem gerektiğini açıkladım. Aynen şu cevabı verdi:

“Sütüm helal olsun sana oğul, bildiğin doğru yolda git. Hazreti Ali yardımcın olsun”. Dedi. Ve tandıra ekmek atmaya durmaksızın devam etti. Dönüp yüzüme bakmıyordu, ağladığını görmeyeyim diye! Annemi sıkıca tutup boynuna sarıldım, elini öptüm, vedalaştık.

 Annem gözyaşlarını yağmur gibi dökerken; ben gözükmeyen gözyaşlarımı gizli gizli, sessizce yüreğimin derinliklerine akıttım. Babam sessiz, durgun öylece beni süzerek, “Git oğlum git, seni buralara yâr etmezler” dedi. Sarılıp öpüştük. Vedalaşırken, “Yolun açık olsun evlat, kendine dikkat et” dedi. Aradan geçen yıllar bizlerde hızlı değişim dönüşüm yaratıyordu. Biz 1976’nın Ocak ayında yakalanmış ağır işkencelerden geçirilmiştik. Annem bir kere daha Kadın ve Annelik yüreğini ortaya koymuştu. Bizleri sahiplenmiş destek vermişti.

 Erzincan’da devrimcilerin yaptığı bir protesto mitinginde konuşmacı olur. Bizlere yapılan işkenceleri anlatır. Aynı zamanda Devletin polisine, emniyetine veryansın eder. Söver sayar. Gururlanır yaptıklarıyla. Yoldaşlarına ayrılık sonrası sahip çıkar, destek verir.

 Her şeyi göze alarak fedakârlıklar yapar. Yoldaşlarının yakalanmaması için, Kadın elbisesi giydirerek operasyon dışına at arabasıyla çıkmalarına yardım eder. Musa Uçar, Hasan Cancotek, Sekter, Ali Mete, Veysel Uyar, Ali Uçar, Sarı Silo, Göçmen, Ali Yavuz Çengeloglu ve daha burada isimlerini sayamadığım arkadaşlarımla yoldaş olur, sırdaş olur. Onların faaliyetlerine destek verir. Yakınıp sızlanmaz. Seve seve evini, yüreğini yoldaşlarına sonsuzca acar. Parti bizi zindandan kaçırdı. Uzun yıllardır dağda gerilla örgütlenmesi ve parti çalışmaları sürdürülüyordu Erzincan’dan Dersim’e dönen Ali Uçar Ailemin “benimle görüşmek istediğini” iletti bana. Önceleri görüşmeyi ret etmiştim. Israra dayanamadım sonunda görüşme teklifini kabul ettim. Munzur dağlarının öte yakasına uzun bir yolculuk sonrası vardık. Uzun yıllar Erzincan’a gitmemiştim. Munzur dağlarının doruklarında birçok kere çıkıp doğup büyüdüğüm, taşına toprağına hasret taşıdığım güzel Erzincan’a doya doya bakmıştım. Ama ilk defa Caferli üzerinden Erzincan topraklarına ayak basıyordum. Annem, Babam ve kardeşlerimle Gamarik köyünde buluştuk. Aradan gecen zamanın hasretini, özlemini, acılarını, sevinçlerini bir saate sığdırarak doya doya görüştük Annemin, Babamın, kardeşlerimin gözyaşlarını, hüzünlerini yüreğimin derinliklerine gömerek onlardan ayrıldım.

Biz Munzur dağlarına; Annem Babam, kardeşlerim Erzincan ovasına doğru yola çıktık.

Munzur’un doruklarında Dersim’e varmak üzere Askeri jetler, helikopterler hareketli halde etrafı kolaçan ediyorlardı. 12 Eylül 1980 akşamüstü Radyo’yu açtığımızda Askeri faşist darbenin yapıldığını duyduk. Gerekli tedbirimizi alıp yolumuza devam ettik.

 O gün “iyi ki Annemle ve Ailemle görüştüm” dedim kendi kendime. Devrimciler biraz taş yürekli bilinirdi. Ama gerçek hiçte öyle değildi. Ailemizi, kardeşlerimizi, ezilen halkımızı her şeyden çok seviyor ve değer veriyorduk. Onlar için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdık. Canımızı onların kurtuluşu ve özgürlüğü için seve seve feda etmeye hazırdık ve de veriyorduk. Her şeye rağmen yaşamayı, yaşatmayı esas alıyorduk.

Artık; ferman faşizmin, Askeri faşist diktatörlüğün, dağlar ise bizimdi! Zulüm Türkiye ve Kürdistan’da artık kol geziyor, katliamlar düzenliyor, on binleri işkencede geçiriyor, zindanlara tıkıyordu. Milyonlarca kadın-erkek, genç- yaşlı fişlendi, korkutuldu, sindirildi.

Partinin ve bizim tek bir görevimiz vardı: Onurluca faşizme karşı direnmek, Devrimi geliştirmek, güçlendirmek ve örgütlemekti!

 Gelenek için şunu başı dikçe söyleyebilirim; Türkiye’de ve Kürdistan’da onurluca savaşan, direnen, ayakları titremeyen bir duruş gösterdi. 80, 81 ve 82’de faşizmin yüzbinleri bulan ordularına meydan okudu. Kayıplar verdirdi. Faaliyetlerini aksatma bir yana daha da derli toplu hale getirdi.

 Türkiye devrimci hareketi ve de Kürt hareketleri kısa zamanda yenilgi aldı, merkezi işlerliklerini yitirdiler. Kaypakkaya geleneği faşizme meydan okuyarak; Parti ikinci Konferansını zaferle taçlandırdı. Merkezi yapısını yeniledi, pekiştirdi. Ülke çapında faaliyetlerini kayıp ve darbelenmelere karşın, korudu ve yürüttü.

Bu dönem ben dağda faşizme karşı en meşru savunma hakkı olan gerillaydım. Gerilla örgütlenmesi içerisindeydim. Annem ise Askeri faşist diktatörlük tarafından gözaltına alınmış bin bir eziyet, aşağılama, korku verme dâhil, zulüm görmüştü. Tutuklanarak Askeri faşist diktatörlüğünün zindanlarına tıkıldı. Devrimcilerle, yoldaşlarıyla yüzleştirildi. Dört ayı aşkın faşizmin zindanlarında esir tutuldu. Ali Mete’ye, Binali’ye Ali Yavuz’a mahpusluk arkadaşı oldu.

 1987’de Annemle Avrupa’da buluştuğumda beni tanıyamadı. Bizde korkudan bir süre söyleyemedik. Sürekli beni bana sordu durdu. Ömrümün belki de en dramatik, acı ve hüznünü yaşıyordum. Gizlediğim gözyaşlarım içimden yüreğime kan olarak akıyordu. Hepimiz fazlasıysa bedel ödedik; kısacası tüm halkımız bedeller ödedi, ödemeye devam edecektik. Ama bazılarımıza çok ağır bedeller ödetilmişti. Bunu kelimelerle ifade etmek çok zor…

Ben, Hasan olduğumu söylediğimde; şok yaşadı Annem. Ne yapacağını bilmiyordu. Bir taraftan ağlıyor, gözyaşı döküyor bir taraftan da ellerimi sıkıca tutuyordu. Ellerimi bırakıp yüzümü, gözümü, saclarımı okşuyordu. Yani saatlerce ne yapacağını bilmiyordu. Ben de sakinleşmiş ne yapacağımı bilmiyordum. Bu şaşkınlığımız, acılarımız yerini görüşme, buluşma, sevinç gözyaşlarına bırakmıştı.

 Ayrılığımız kadar buluşmamızda bizi derinden sevinç hüznüne boğmuştu. Bizim için sevinçte hüzünde birlikte yaşanıyordu. İkisine de yüreklerimiz bağışıklık kazanmıştı. Hangisi sevinçti, hangisi hüzündü bizim için fark etmiyordu.

Ben artık yıllarca sürecek sürgündüm. Faşizm beni doğduğum Topraklarımdan, Vatanımdan uzak düşürmüştü. Ülkemin bağımsızlığa, özgürlüğe ve demokrasiye kavuşması; Özgür vatan olması için her şeye katlanacak ve “Acıyı Bal Eyleyecektik. “Annemi her zaman; Kadın durusuyla, Ana yüreğiyle, devrimciliğiyle, 12 Eylül zindanında acılı yüreğini bize ortak edişiyle, Ayrıca; “Hâkim beg ne bilek, BIZ TIKKO’Cuyuk, SOSYALISTIK. BIZE COCUGLAR BOYLE BEGLETTILER, BIZ BOGLE BELLEDIK “.Deyişinle her. 18 Mayıs’ta, yoldaşın Kaypakkaya’yla birlikte anacağım. Sen benim gururum, onurumsun!

 Not: Annemin adi Gulfikâr Aksu.

Hasan Aksu Mayıs 2013

 

741 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir