Bu yazıda ailemi anlatmaya ve okuyucu ile paylaşmaya çalışacağım. Tabi ki tüm aileyi değil. Aile Dırej Ali, Gardolar, Kürtalar, Mıllısenler, Şekerler gibi çevrenin andığı çok eski geleneklerden gelen bir aile. O nedenle tümünü yazmam olanaksız. Bu gün var olanın bile tümünü yazamam. Ancak sadece çekirdek bir bölümünü, makro düzeyde ele alabilirim. Sadece bu düzlemde yazacaklarıma bir limit sınırı koymayacağım. Makro planda, detaya inmeden ne kadarına sığarsa o kadar yazacağım.
Büyük oğlum Hasan eşi Mukaddes, iki torunum Çilem, Deniz ve ben Bern de yaşıyorduk. Kız torunum Çilem Friburg üniversitesini bitirdikten sonra, burada kalmak istemedi, Türkiye ye döndü, amcası Garip in yaşadığı İzmir Kemalpaşa ya yerleşti, orada Osman la evlenerek kendine yeni bir hayat kurdu. O nedenle Bern de ki aile sayımızdan biri eksildi. Ama doğa boşluk tanımadı. Ceza evinden tahliye olup, yurt dışına çıktıktan sonra, ilk kez yurt dışında yirmi güne yakın bir süre için aile atmosferinde yaşadım. Tabi ki bütün ailenin olduğu bir atmosferde değil. Sadece üç gelinim, üç oğlum, dört torunumla bir arada olduğum fakat bütün aile ortamını andıran bir atmosferde ne sözle ne de yazı ile anlatamayacağım bir duygu ile bir mutluluk yaşadım
Bern de aile olarak Hasan, eşi Mukaddes ve oğulları Deniz kalmıştık. Mukaddes ile Hasan bir temizlik firması kurdular. Mukaddes tam bir iş kadını gibi çalışıyor. Hasan :”Mukaddes benim sekreterim” dese de işleri çekip çeviren Mukaddes. Garip, hem çalışarak yardımcı olmak hem de gezmek için eşi Eylem iki kızı Berfin, Deniz ve yeğeni Çilemi de yanına alarak on günlüğüne Bern e misafir geldiler. Onlardan önce Hediye buradaydı. Hediye ile de çok mutlu idik. Ama gidecekti. Hasan Hediye yi Zürih hava alanına bırakıp, Basel Hava alanına gidip, Garip, eşi Eylem çocukları ve kızı Çilemi alarak eve getirdi. Ben gittiğimde yorgun yatıyorlardı.
Böyle ce iki gelinim, iki oğlum ve dört de torumun bir araya gelmiş olduk. Şükrü Almanya da yaşıyor, Kardeşinin eşi ve çocukları ile geldiğini duyunca (ki geleceklerini önceden biliyordu) o da eşi Serpil ile birlikte Bern e gelmek üzere yola çıktı. Eylem, Garip ve çocukları Hasan ve Mukaddeste kalıyorlardı. Şükrü de eşi ile birlikte benim evime geleceklerdi. Ben Eylem e Garibe, Mukaddese: “ sizde gelin hepinize kağıt kebabı yaparım” dedim. Eylem o zaman bana “üç gelin birden gelirsek evinin şeklini şemalını değiştiririz teslim amca” dedi. Böylece yazmak istediğim yazının başlığını bulmuştum :” üç gelin.” Tabi ki gelinlerimin tümü üç gelinden ibaret değil. Oğlum Mehmet in eşi Tülay, Hüseyin in eşi Levlak var. En zor zamanlarında aileyi toparlayan, liderlik yapan, belki de böylesi bir ailenin oluşmasına en büyük katkıyı sağlayan, hala ailenin lideri olan ve herkesin “abim” dediği Vahap ın eşi Hatun var.
Hatun esasında Hasan abimin gelini onun kayım babası Hasan abim. Ama benim de gelinim sayılır. Ailenin en kıdemli gelini. Başta Zeytin olmak üzere gelinim sayılacak daha çok gelin var. Neyse geçeyim. Burada ki üç gelinimden Mukaddes ile Serpil bana “baba” Eylem ise “Teslim amca” diyor. Mukaddes ve Serpil ile gelinim olduklarından sonra tanıştık, o nedenle onların eşleri bana ne diyorsa onlar da onu dediler. Ama Eylem le garip henüz tanışmıyorken ben Eylem le tanışıyordum.
Ben yasa dışı mücadelenin içinde iken, Adıyaman, K. Maraş ve G. Antep üçgenini illegal arınmış bölge haline getirmiştik. Doğal mağaralar, kazmış olduğumuz “yer altı mahzenleri” yer altında oluşturmuş olduğumuz kütüphane, atış talimi yaptığımız poligonlar, yer altında gömülü silahlarımız vb. ile illegal arınmış bir bölge konumunda idi o bölge. Maoculuğun aramıza girmesinden sonra yaşamış olduğumuz ayrılık, benim kendime başka bir illegal alan bulmamı zorunlu kılmıştı. O sıra Sinan Çiftyürek ile Kenan Kalyan öğretmenlik yaparken Tokat ta yaratmış oldukları ilişkileri değerlendirmek amacı ile Tokat yöresine konuşlanmaya karar verdik ve ben o yöreye taşındım. Bir süre Sinan Çiftyürek ile birlikte, sırt çantamda kitaplar, elimde dizimin üzerine koyarak yazılarımı yazdığım el çantam, sırtımda silahlarımla dolaştık.
Bu bölge Kürdistan gibi silahlı kişileri görmeye alışkın değildi. Öylesi bir ortam yoktu. İnsanlar korkuyorlardı. O nedenle silahı bırakıp, şehirde kalmak gerekiyordu. Bir süre Hüseyin (bakır) yoldaşın babasının evinde kalmıştık. “Aldırma gönül aldırma” batını ilk olarak onların hücre gibi bir yerinde iken dinlemiştim. Bir süre sonra da, Turhal da Şeker Fabrikasında aynı zamanda da Tokat örgütümüzün il komitesinin üyesi olarak çalışan Nuri ve Cemal yoldaşların Turhal da kiralamış oldukları altlı üstlü evine yerleştim.
Kısa sürede aileden birisi haline geldim. Bazen Nuri nin bazen de Cemalin (İrier) evinde kalıyordum. Nuri Gülbahar ile evli idi, Arzu ve Eylem isimlerinde iki kızı bir de Hasan Ali isminde ,hiç giysi sevmeyen, külotunu gömleğini çıkartıp, her birini bir tarafa atan, Gülbahar ın her gün ve defalarca :” Nuri Hasanali nin külotu nerde? …” diye sorduğu bir oğlu vardı. Cemal yoldaş ise Hüsniye ile evli idi. Onların da Özlem isminde bir kızı, Özden isminde bir oğlu vardı. Bende Hüsniye ve Cemal in abisi çocukların amcaları idim, sonuna kadarda öyle kaldı ve öyle devam ediyor. Daha sonra Nuri den ayrılıp, Hüsniye ve Cemal ile birlikte ayrı bir ev tutuk. Aynı evde Nuri ve Cemalin kız kardeşi, Fatma ile evlendik. Bir kısmı, mayın tarlalarından geçişle, bir kısmı İsrail uçaklarının bombardımanı altında, bir kısmı mahpushanede geçen, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin “devrim nikahlı eşi” olarak kayda geçtiği 20 yıl süren bir beraberliğimiz oldu.
Bayrampaşa Ceza evinde iken çıktığımız : Ekspertiz raporu ile “ el yazmalarının” Fatma ya ait olduğu ispatlandığı duruşmada ben ; “Fatma nın hem eşim hem sekreterim olduğunu, el yazmalarının Fatma ya fakat düşüncelerin bana ait olduğunu benim söylediğimi Fatma nın yazdığını” söylemem üzerine Fatma tahliye oldu. Tahliyeden bir yıl sonra, avukatım Tonguç Aslan a vererek bana göndermiş olduğu bir mektupla ayrılmak istediğini yazmış, bende kabul etmiştim. Böylece kendisinin yaptığı ve yine kendisinin bozduğu 20 yıllık “devrim nikahlı eşi” evlilik süreci sona ermişti.
Özetlemeye çalıştığım süre de Eylem bana hep “amca” demişti. Sonra Gariple tanışıp, evlendiklerinde bana “sana ne diyeyim” diye sorunca “bana şimdiye kadar ne demişsen şimdide onu söyle, eskiden adımı bilmiyordun sadece “amca” diyordun şimdi adımı da biliyorsun onu da ekleyerek devam et” dedim. Eylem de öyle yaptı. O nedenle diğer gelinlerim bana “baba” derken Eylem bana “ teslim amca” diyor. Eylem in konusunu açıkladıktan, böylece İrier ailesini de andıktan sonra konuya dönebilirim.
Şükrü gelinceye kadar Mukaddes ve Hasanın evinde kaldık. Küçük Denizle (torunum) tanışmam ilginç olmuştu. Küçük denizin ilk resmini facebook ta görmüştüm. “Bu kimin kızı çok kilolu biraz zayıflatın” gibisinde bir şeyler yazmıştım. İskender de “Teslim abe o senin torunun torunun” diye not yazmıştı. Nihayet küçük Deniz i görmüştüm. İlk görüştüğümüzde Çilem “bu deden” dedi. Hiç yadırgamadı hemen yanıma geldi. Kucakladım öptüm büyümüştü. “Kaç yaşındasın” diye sorunca bir elinin parmaklarını açıp göstererek “beş” diyor. Deniz in ablası Berfin le ceza evinden çıktığım ilk görüşmede “bu deden” dediklerinde ( Eylem in babası Nuri yi kast ederek) “ benim dedem var bu da nerden geldi” gibisinden bir tavır göstermişti. Sonra Nuriye “dede” bana da” babamın babası” dedi ve demeye devam ediyor. Şimdi Berfin büyümüş 15 yaşına girmiş lise bir de okuyor. Gün boyu Çilem in saçını başını karıştırıp, çekiştirip, “sana baba diyebilir miyim” deyip duruyor.
İlk akşam yorgunlardı, dinlendiler. İkinci akşam yemek ve içmekle devam ettik. Eylem bize çok güzel türküler söyledi. Eylem müzik öğretmeni. Sazı da sesi de eğitimli. Müziğin sadece icrasını değil, teorisini de çok iyi biliyor. O nedenle sadece çalıp, söylemiyor, bize müziğin teorisini de anlatıyor. Ama küçük Deniz (küçük kızları, evde iki Deniz yan yana geldiği için birine küçük, diğerine büyük Deniz diyoruz) bir türlü beğenmemiş. Bir ara gelip “vıy, vıy” söyle demiş annesi de söylemeyince salona çıkıp, Mukaddes yengesine “içerde saçma sapan türküler söylüyorlar” demiş.
Yukarıda belirttiğim gibi davetim üzerine sonraki gün hepsi bize geldiler, Şükrü trafiğin yoğunluğu nedeni ile biraz geç kaldı. Yorgunlardı. Buluşmanın har gürü içinde gelinim Serpilin yemeğini ben servis ettim. Bir gürültü kopardılar “ooo biz hizmet edecekken o bize hizmet ediyor” diyerek. Yemekte gelinlerim de dahil kimimiz, şarap, kimimiz viski, kimimiz de rakı içerek, koyu sohbet ve tartışmalara daldık. Biraz nostalji de yaptık. Ben Şükrü ile mahpus hane arkadaşı idik. Sekiz yıl birlikte hem Bayrampaşa ceza evinde hem de 19 Aralık operasyonundan sonra bizi götürdükleri Edirne F- tipi Cezaevinde aynı hücrede kaldık. Bayrampaşa Ceza evinde iken Vahap ın oğlu abimin torunu Şadi ve Şadi nin kız kardeşi Birsen in eşi Halil i de getirip, 12. Koğuşa koymuşlardı. Biz üç kuşak bir arada hapis de idik. Ben Şükrü ve abimin torunu Şadi.. Tarihini tam olarak bilmiyorum, vurulan kardeşinin kızı Nihal i de PKK davasında yakalayıp Bayrampaşa Cezaevine PKK’ nin kadınlar koğuşuna koymuşlardı. Ne PKK ne devlet bize haber verdi. Şükrü ye cezaevi doktorunun “yeğenin nasıl oldu” diye sorması sonucu öğrenmişti.
Şükrü PKK’ lilere sorarak görüşmüş Nihal ile. Bana gardiyan “ziyaretçin var” diye haber verdi. Ziyaret kabinlerine doğru giderken, Şükrü’ yü PKK’ lilerin kadın koğuşunun önündeki masanın etrafında bir kadınla otururken gördüm. Yanına döndüm “baba bu Nihal, Hasan amcamın kızı Nihal” dedi. Nihal i hiç görmemiştim. Onu Gören bir yoldaşa sormuştum. Orada bulunan bir model dergisinde ki güzel bir kadının resmini göstererek “ işte tam buna benziyor” demişti. Şükrü nün “bu Nihal” dediği kadın bana gösterilen resme hiç benzemiyordu. Saçları ağarmış, bir araya büzülmüş, bir avuç kalmıştı. Kucakladım ama o benden uzak durmaya çalıştı. Şükrü “baba PKK’ liler sarılmaya kızıyormuş” dedi. Ne olduğunu, neden getirdiklerini, işkence görüp, görmediğini sorduk. Çok ağır işkenceler görmüştü, ama hiçbir şey söylememişti. İlk duruşmada tahliye oldu.
O sıralar, Garip Ümraniye Ceza Evinde yatıyordu. Neyse ki Hasan “Özal affı” ile cezaevinden çıkmış, hiç olmazsa yanımıza gelip, gidiyordu. Gereksinimlerimizi karşılamaya çalışıyordu. Neyse cezaevi faslını geçip, tekrar Bern e dönelim.
Söz konusu akşam yemek yedik. Sohbet arsında” ben yarın kahvaltıda Şükrü ye “mıhlı” yapacağım dedim.( Mıhlı bizde kavurma üzerine yumurta kırarak yapılan yiyeceğe deniyor) Garip hemen “biz de geliriz baba ” dedi. Sabah saat onda geldiler. Mıhlı lı bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı sonrası Hasan ile Mukaddes “iş teslimi” yapmak için evden çıkıp gittiler. Eylem ile Serpil daldılar mutfağa. Tabir uygunsa “taş üstünde taş” bırakmadılar. Bütün mutfak eşyalarının yerini değiştirdiler. Beni mutfağa götürüp, koydukları her eşyanın yerini gösterdiler. Evin şekli şemalı yerinde idi ama mutfağın şekil ve şemalını değiştirmişlerdi.
Geçmiş yıllarda, kızım Elif, Muazzez, Sidenur, bacım Sakine, Hediye ve bir keresinde de kızım Elif le eşi Mehmet Gümüş de gelmişlerdi. Tabi ki o zaman da günlerimiz mutluluk içinde geçmişti. Bu son gelişinde insan güzeli, güzel insan Hediye ile birlikte, ben Hasan Mukaddes Hediye nin dayısının oğlu Hüseyin in (Alataş) evine gitmiştik. Geç vakit döndük. Nevigasyon bizi dağ yolundan getirdi. Girdiğimiz tünellerden birisi uzundu. Hediye sıkıldı. “Bu ne kadar uzunmuş” diyerek rahatsızlığını ifade etti. Biraz sonra tünel biti. Ama sis, duman, yağmur çok tereddütlü bir ortam yaratmıştı. Hediye bu sefer de “tünel buradan daha iyi idi” diyerek hepimizi güldürdü. Yolculuk onu sıkmıştı, ama Hüseyin i, eşini, kızını gördüğü için çok mutlu idi.
Aslında ailem çok geniş ve bir sevgi yumağı gibi sarılmıştır bir birine. Benim Hasan, Şükrü, Garip, Mehmet, Hüseyin isimli beş oğlum, Elif, Muazzez, Sidenur Yuçe (Sidenur Yuçe ismi Sinan, İnan, Deniz, Yusuf, Çelen isimlerin harflerinden ve Nurhak dan oluşuyor) isimli de üç kızım var. Ölümünden geriye kalan, çocuklarımla birlikte büyüyen ve asla birbirlerinden ayrı gayrıları bulunmayan onların beni babaları benimde onları çocuklarım hatta çocuklarımdan daha aziz gördüğüm Vahap ve Hediye isimli abimin çocukları var. Vurulan kardeşim Hasan dan geriye kalan eşi Zeytin, çocukları İbrahim ve Nihal de benim için ailenin azizlerindendir. Sakine, Fato, Elif isimli üç tatlı ve çok sevdiğim bacım var. Eme bibim (halam) çocukları, Teslim, Vahap, Abbas,(Bozkurt) Sedef. Gule bibinim oğlu Mehmet, (kızımın eşi). Bunların tümünün de çocukları, torunları var. Hepsinin ismini bilme ve sayma şansım yoktur.
Ama hepsi hala bir biri ile sıkı bir iletişim, ilişki ve dayanışma içinde. Birsinin başı ağrısa tümü haberdar olur ve gereken dayanışmayı gösterirler. “Mıh çıkını” derler ya aynen öyleler. Yazmaya çalıştığım bu aile atmosferinde ailenin bu durumunu: “devrim yapıp düzeni değiştirmek üzere yola çıktık, düzene gücümüz yetmedi, ama çok dayanışmacı, birlikçi, beraberlikçi, paylaşımcı, merhametli, vicdanlı, bir birine tutkun, sevecen insan gibi insanlardan oluşan bir ailemiz oldu” diye niteliyorum. Üstelik kız alıp verdiğimiz bir çok aile ile de aynı aile içi ilişkiler geliştirildi. Ben yasa dışı konuma düştükten sonra, devlet aileme çok acımasızca yüklendi. Kardeşimin oğlu 17 yaşındaki Fidel i, aynı yaşta ki kız kardeşimin oğlu Ergün Bozkuş, kardeşimin kızının eşi İrfan Çintay in de İçinde bulunduğu devletin ajanının planıyla gerillaya (PKK) katacakmış yalanı ile Adıyaman da dağa çıkartarak, tümü de silahsız, çocuk yaşta olan genç insanlar napalm bombası ile yakılarak katledildi.
Napalm bombası ile yakmışlardı. Annesi Zeytin Fidel i tanıyamamıştı. Ailede nezarete almadıkları hapse koymadıkları, kaba dayak atmadıkları, işkence yapmadıkları kimse bırakmadılar. Aile fertleri doğup yaşadıkları köyünü terk edip, İstanbul a geldi oradan da çeşitli yerlere dağılarak atom ize oldu. Şimdi kimisi İzmir e, kimisi İstanbul a, kimisi Almanya ya, kimisi İsviçre ye dağılmış durumdalar. Ama hepsinin bir biri ile günlük irtibatı var. Devlet baskı yaptıkça, aile dağılıp, bozguna uğramak yerine bir birine kenetlenerek, direnip, zulme ve zorbalığa karşı kaynaşarak, bütünleşti. Mevcut durumda, kim nerde olursa olsun ailenin ilgisi ve bilgisi dahilindedirler. O nedenle diyorum ki sistemi değiştirip, dayanışmacı, özverili, merhametli, vicdanlı bir konuma getiremedik ama, bu nitelikte bir aile sahibi olabildik.
Bu durum feodal bir kültürün ürünü, ya da gen toplumunun kan bağından kaynaklı olarak oluşup gelişmiş bir olgu değil.
Tümü ile politik bilince dayalı, sistemin baskısına karşı direncin geliştiği ve kendine yakın gördüğü her ideoloji, aile kültürü ile bütünleşen bir silsileler bütünüdür. Geliştirilmiş olan dayanışma, destek ve paylaşım asla ve asla aile içi ile sınırlı değildir. Zorda olan, yardıma gereksinim duyan herkesle yardımlaşmayı öne alan bir kültür geliştirilmiştir. Örneğin Gezi ye çok büyük destek verilmiştir. Aile hiçbir fire vermeden Gezi eyleminin içinde yer almıştır. Yiyecek, içecek neyi varsa Gezi eylemcileri ile paylaşmıştır. O nedenle söz konusu aile kültürü, geçmiş tarihlerden kalan, feodal ve gen toplumuna ait bir kültür değildir. Tersine geleceğin, paylaşımcı, öz verili, dayanışmacı, eşitlikçi, kardeşlik ve yoldaşlık ilişkisine dayanan bir kültürüdür. Kadının özne olduğu, aile içi ve dostluk ilişkilerinde demokrasinin mutlak mana da etkin hale getirildiği bir ilişkiler bütünü bilince çıkartılmış, toplumsal bilince büyütülmüştür. Aile içi ve dışı için şiddet tümü ile reddedilmiştir.
Biz bu ailenin üç mensubu mapusçuları İsviçre de bir araya gelince nostaljiye biraz cezaevi de ekleniyordu. Özellikle de Şükrü nün horlaması söz konusu edilince ben ceza evindeki o dönemi anlatarak Şükrünün ya horlamadığını ya da horlamasının rahatsız edici düzeyde olmadığını söylerken sohbete ceza evi de katılıyordu. Biraz çocukluk anısı, biraz mücadele günleri derken sohbet derinleşiyordu. Benim çocuklarım (oğlanlar ve kızlar) Deniz Gezmişi, Hüseyin İnan ı, Yusuf Aslanı ve bizim eve gelen bütün THKO luları tanıyor biliyorlardı. Bizim ev karargah gibi idi. Dağa çıkartılan bütün malzemeler (silah, uyku tulumu, battaniye, ayakkabı vb.) önce bizim eve depolanır oradan da dağa çıkartılırdı. Dağa çıkan bütün THKO’ nun savaşçıları bizim eve gelip oradan dağa çıktılar. Çocuklar hepsini görüyorlardı. Hiç birisini de unutmamışlar. O çocuk akılları ile hafızaya kaydetmiş oldukları her kesi ve her şeyi hatırlıyorlar. Genç hafızalarının aziz hatıralarını hiç unutmamış ve unutmuyorlar.
Ben bütün bir aileyi riske soktuğum, çocuklarımı bile bu riskin dışında tutmadığım için ailem tarafından eleştirilmeyi ve hatta suçlanmayı bekliyordum. 1982 de Suriye de yapmış olduğumuz TKEP ikinci kongresine oğlum Hasan da gelmişti. Ona ilk sorum bu yönde olmuştu. Hasan “hayır baba bütün aile seni çok seviyor” dedi. Buna rağmen yakalandığımda aklıma takılan ilk soru ailemin ve çocuklarımın bana bu türden hesaplar ya da sorular soracağı sorusu idi. Cezaevine düştükten sonra ki ilk görüşmelerde, bir çok insan karşıma geçerek “beni tanıdın mı” diye sorular sormuş, sonra da kimisi “torununum” kimisi “gelininim” , kimisi “yeğeninim” diyerek kendilerini tanıtmışlardı. Gelinim Mukaddes Fatma ile ayrıldığımızı duymuş, görüşe gelip kabine girdi :”baba üzülme, bana sırtını dayayabilirsin, ufak tefeğim ama güçlüyüm” dedi. Ne diyeceğimi şaşırdım ”sağ ol kızım” demekten başka.
Sadece kızım Elif bana “baba neden 74 affında yararlanıp bize gelmedin, bizi özlememiş miydin” diye sordu? Ben de kızıma : “ Tabi ki sizi özlemiştim kızım, ama o zaman bir örgüt kurmuştuk bende bir numaralı sorumlusu idim bırakıp gelseydim yoldaşlarım kendilerine “ihanet” ettiğimi düşünürlerdi o nedenle af dan yararlanmadım” dedim. Kızım ikilemeden “tamam baba seni anlıyorum” dedi.
Ailenin her bireyi devrim mücadelesine inanmış, görmüş oldukları her baskı ve zulmü bir zul olarak değil, mücadeleye bir katkı olarak algılamış, olup bitenden beni değil sistemi sorumlu tutmuşlardı. O nedenle de beni değil sistemi eleştiriyor onu suçlu buluyorlardı. Bu olgu tek başına bile, ailenin mücadele içinde nasıl sağlıklı bir bilinç almış olduğunu göstermeye yetiyor. Söz konusu durum gerçek bilincin mücadelenin içinde edinileceğini net olarak gösteriyor. O nedenle, Aile mücadele sürecinde yaşadığı bütün zorlukları, bir yılgınlık, bir yorgunluk içinde değil bir onur ve gurur nedeni olarak anlatır yaşamış oldukları bazı zor durumlarla da dalga geçer gibi gülerek anımsarlar. Her aile sohbetlerinde olmasa bile çoğunlukla şöyle ya da böyle o anılar tazelenir. Bern günlerinde de zaman zaman öyle yaptık. Tabi ki politik tartışmalara da girdik. Hepimiz de çok mutlu idik. Bir daha öylesi bir mutluluğu ne zaman nasıl yaşarım bilemiyorum. Sanırım o kadar mutluluğu Rojava devrimi kesin zafere kavuştuğu zaman yaşarım…
Teslim TÖRE
1516 kez okundu.