Türkiye özellikle bir dönem Avrupa’daki mülteci kitlesinin başta gelen kaynağı durumundaydı.
Bugün emperyalist devletlerin hammadde kaynaklarının zengin olduğu ülkeler üzerindeki sömürülerini askeri müdahalelerle artırmalarıyla Suriye, Libya, Irak gibi ülkelerden gelen mültecilerin sayısı Türkiye’yi fazlasıyla geçmiş durumda. Ama bu yine de Avrupa sayısı onbinlerle ifade edilen Türkiyeli mülteciler gerçeğini değiştirmiyor.
1980 darbesi ve 90’lı yılların, işkence, kaybetme, köy boşaltma, hapsetme politikaları siyasi göçmenliğin en büyük nedenleri arasında. AB ile ilişkiler kapsamında faşizan yüzünü makyajla örtmeye çalışan devletin 2000’li yıllardaki politikaları siyasi mültecilerin sayısında kısmen azalmaya neden olsa da Türkiye üzerinden, özellikle Avrupa’ya gerçekleşen akış önemini kaybetmiş değil. Hatta son yıllarda AKP iktidarının gittikçe artan baskıları ve ülkenin açık bir diktatörlüğe doğru yönelmesi nedeniyle yeni bir büyük dalganın doğması şaşırtıcı olmayacaktır.
Türkiye’den kaynaklı siyasi mülteciliğin en büyük nedenleri arasında başta Kürt sorunu gelmektedir. Bunun yanı sıra emekçi sınıflara yönelik sömürün ağırlığı ve demokratik siyaset mekanizmalarının kısıtlılığı mülteciliğin bir diğer önemli kaynağıdır. Ülkede yaşama ve siyaset yapma olanağını yitirenler yaşadıkları toprakları, evlerini, sevdiklerini, her şeylerini bırakıp başka ülkelere göçmek zorunda kalıyorlar.
Siyasi mülteciliğin temel nedeni ekonomik ve siyasi koşullarsa buna araç olanların başında ise hukuk mekanizması ve mahkemeler gelmekte. Yani Türkiye’de hiçbir zaman bağımsız olmayan, bağımsızlığın yanına bile yaklaşamayan, her dönem mevcut iktidarın, iktidar odaklarının etkisi altında bulunan yargı mekanizması vermiş olduğu haksız, hukuksuz kararlarla onbinlerce kişinin ya hapse girmesine ya da sürgüne gitmesine yol açmış durumda.
Hala çok sayıda insan sıkıyönetim mahkemesi, DGM’ler, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kararları nedeniyle ülkelerine dönemiyor.
Sıkıyönetim mahkemeleri bilindiği gibi 12 Eylül öncesi kurulmakla birlikte özellikle darbe sonrasında birçok davayı yürütmüş, karara bağlamış ya da karara etkili olan yargılama işlemlerini yerine getirmiştir. Bu mahkemeler askeri yargıçlar tarafından oluşturulmuş, içlerinde hukuk eğitimi almayan askeri şahıslar da görev yapmıştır. Doğrudan cuntanın baskısı altında kararlar vermiştir. Her ne kadar DGM yargılamaları sıkıyönetim mahkemesi yargılamalarını aratsa da buralarda hukuka uygun kararlar verildiğini söylemek mümkün değildir. İşkence altında alınan ifadeler birinci derecede delil kabul edilmiş, savunma hakları hiçe sayılmış, sanıklar ve avukatları büyük baskı altına alınmıştır.
DGM yargılamaları ise yukarıda belirttiğimiz gibi sıkıyönetim dönemini aratmıştır. DGM yargıç ve savcıları hukukla değil muhaliflere duydukları büyük kinle yargılamalar yapmış, ağır, insafsız cezalar vermiştir. Bu mahkemeler tıpkı sıkıyönetim mahkemeleri gibi işkence iddialarını görmezden gelmiş, işkence altında ve bir avukatın yardımı olmadan alınan ifadelerle, düzmece, yanlı polis fezlekeleriyle kararlar vermiştir. Yargılamalar AİHM kararlarının hilafına yıllarca sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilerek sürdürülmüş, makul süreleri fazlasıyla aşmıştır. Sanıkların ve avukatlarının delil toplama talepleri reddedilmiş, tanıklar mahkemeye getirilmemiş, gelenlerin sanık ve vekilleri tarafından sorgulanması engellenmiştir. Askeri hakimlerin görev yaptığı bu mahkemeler AİHM tarafından bağımsız ve tarafsız yargı kurumları olarak görülmemiş, verdikleri kararlar sırf bu nedenle dahi adil bulunmamıştır.
Yüzlerce DGM kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından adil yargılama ilkelerinin karşılanmadığı gerekçesiyle mahkum edilmiştir. Türkiye bu mahkemeler nedeniyle mağdur olanlara milyonlarca lira tazminat ödemek zorunda kalmıştır.
DGM yerine kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri ile Terörle Mücadele Yasası 10. Madde kapsamında kurulan ağır ceza mahkemeleri de gerek anlayış, gerekse de hakim, savcı ve personel yapısıyla DGM’lerden farklı olmamıştır.
Cemaat kadrolaşması ile sol muhalifleri bastırma misyonunun yanısıra ordunun darbeci kesimine karşı AKP iktidarının vurucu gücü haline getirilen bu mahkemeler iktidar bloğundaki çelişkiler sonucu bizzat AKP iktidarının kendisini tehdit etmeye başlayınca apar topar kaldırılmış, kadroları ya görevden alınmış ya da pasif görevlere atanmıştır.
Yerine gelen mahkemeler de olumlu bazı kararları bir yana koyarsak kısa süre içinde yeni iktidar mevzilenmesinin bir aracı olduklarının, muhaliflere yönelik baskılara ve haksız hukuksuz kararlara imza atacaklarının güvencesini devlete ve hükümete vermiştir.
Yukarıda sözü edilen mahkemelerin kararları evrensel hukuk ilkelerini karşılamaktan uzaktır. Bu mahkemeler savunma haklarını hiçe saymıştır. Avukat olmadan alınan ifadeler ve hukuksal işlemler geçerli sayılmıştır. İşkence altında alınan ifadeler bazı kararlarda tek delil durumundadır. Darbeye teşebbüs suçunu içeren eski Türk Ceza Kanunu’nun 146, yeni Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesi fütursuzca, akıl dışı bir şekilde kullanılmış, bir banka şubesine molotof atanlar, ses bombası patlatanlar müebbet hapis cezalarına çarptırılmıştır. Anayasayı ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu için elverişli bir araç, yani anayasayı ortadan kaldırma gücüne sahip bir örgüt, silahlar, silah kullanan çok sayıda militan gerekse de küçük grupların, bu nitelikle alakası olmayan örgütlerin üyelerine müebbet hapis cezaları verilmiştir. Orantısız cezalarla yıllardır hapiste kalan, mülteci durumuna düşen binlerce kişi bulunmaktadır.
Dünyanın değişik bölgelerinde ülkemizden uzak yaşamak zorunda kalan biz sürgünler sohbetlerimizde bu hayatı çokça cezaevleri ile kıyaslamakta ve buraların aslında bir bakıma açık cezaevi anlamına geldiği düşüncesinde hemfikir olmaktayız.
Sorun tabii ki sadece bizlere yönelik olmadığı gibi, aslında sorunun bir bakıma en hafif yükünü bizler taşımaktayız. Ama bu durum çekilen sıkıntıların yok sayılması gerektiği anlamına da gelmiyor. İkliminden, doğal çevresinden uzaklaştırılan çiçekler ve diğer canlılar misali yaşamları, üretimleri bir anda solan, bir daha eski canlılığını, üretkenliğini yakalayamayan, kimi kez uzun yıllara varan hapishane koşullarını sürgüne tercih edenlerin sıkıntılarını görmezden gelmek mümkün değil.
Ekonomik ve siyasi baskılar, eşitsizlikler, sömürü sona ermeden ülkemizdeki sorunlara çözüm getirilmeyeceğinin farkındayız. Ama kendi cephemizde yaşanılan sıkıntıları, haksızlıkları dile getirmek, demokrasi mücadelesini bu alandan da verebilmek önemli, anlamlı. Mücadelemiz insan hakları ve insanca bir yaşam mücadelesinin bir parçası. Bu parçayı etkinleştirdiğimizde ve diğerleriyle birleştirdiğimizde hem sorunlarımızı çözme imkanı bulacak hem de insanlık hedefimize biraz daha yaklaşmış olacağız.
Bu nedenle evrensel hukuk nezdinde hiçbir itibarı bulunmayan mahkemelerin vermiş olduğu kararları teşhir etmeli, sürgünlüğün hukuksal temeli olan haksız, hukuksuz mahkeme kararlarının iptali ve yargılamaların geçersiz sayılması taleplerimizi daha da yükseltmeliyiz
515 kez okundu.