12 Mart cuntası tarafından genç yaşta katledilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga’nın acısını yüreklerimizde bir kez daha hissettiğimiz Mayıs ayını kapatmıştık ki, Haziran ayını Türkiye edebiyatının üç dev ismi, Orhan Kemal, Ahmet Arif ve Nazım Hikmet’i ölüm yıldönümlerinde saygıyla anarak açtık.
Bugünkü yazımda, anti-faşist direnişi hem Türkiye’de hem de sürgünde şahsen paylaşmış olmaktan onur duyduğum bir büyük sanat insanını, 15 yıl önce Haziran’ın 7’sinde Paris’te yitirdiğimiz tiyatro yönetmeni Mehmet Ulusoy’u anıyorum.
Sol ve anti-emperyalist uyanışın Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar yayıldığı, siyasal ve sendikal planda olduğu gibi kültür ve sanat dünyamızda da direnişin yükselmeye başladığı 1968 yılının en önemli olaylarından biri, sahne sanatını sokağa indiren, işçiye, köylüye, gecekonduya, grev çadırlarına götüren Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun kuruluşuydu.
Bu tiyatronun doğuşunu ilk kez 26 Kasım 1968 tarihli Ant Dergisi’nde “İşçiye giden tiyatro” başlıklı bir yazıda şöyle duyurmuştuk:
“Her akşam bir dolu tiyatro perdelerini açar durur… Alı al, moru mor nice Beyoğlubeyler alkış tutarlar… Çoğu kez kendi çirkinliklerine alkış tutarlar… Aslolan halka varmak… Özellikle tiyatro konusunda bu en zor, ama en etkili bir deneme türü… Böylesi bir denemeye girişmiş bir tiyatro topluluğumuz var: Devrim İçin Hareket Tiyatrosu…”
Genç tiyatrocular o günlerde greve gitmiş olan Magirus Fabrikası işçileriyle görüşerek dertlerini, şikâyetlerini saptamış, ardından da fabrikanın önünde bu sorunları işleyen, çözüm yollarını tartışan “Grev”adlı oyunu sahnelemişlerdi. Gösteriyi büyük coşkuyla izleyen grevci işçilerden bazıları da heyecanlarını yenemeyerek oyuna katılmış, oyuncu ile seyirci kenetlenmişti…
Yazımız “Amaç da buydu zaten… Sahne ortadan silinmiş, bütün seyircileri içeren bir platform olmuştu…” diye bitiyordu.
Bu efsanevi sokak tiyatrosunu yaratan dostlarımızdan Mehmet Ulusoy, Ali Özgentürk, Can Yücel, Kuzgun Acar, Bige Berker, Sermet Çağan, Aydın Engin, Nejat Feruz, Seçkin Selvi, Işıl Türkben ve Sadık Karamustafa’yı anımsıyorum. Kuşkusuz isimlerini anımsayamadığım başka sanatçı dostlar da vardı…
Mehmet Ulusoy 1969 yılında Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’ndan ayrılarak Kuzgun Acar ve Bige Berker’in de aralarında bulunduğu bir grup arkadaşıyla birlikte İşçi Tiyatrosu adı altında daha iddialı yeni bir sokak tiyatrosu kurmuştu. Bu tiyatronun benim için son derece önemli bir anısı da var…
Geçen yazılarımdan birinde de anlattığım gibi, 51 yıl önce İstanbul dünyanın en büyük kapitalistlerinin katıldığı Uluslararası Ticaret Odası yıllık toplantısına ev sahipliği yapıyordu. Bu para babalarını en iyi şekilde ağırlayabilmek için devletin tüm olanakları seferber edilmiş, yapımı 23 yıldır süren Taksim’deki İstanbul Kültür Sarayı birçok eksiklere rağmen alelacele kullanıma açılmıştı.
Bâbıâli medyası, genel yayın müdürleri de tezgâha ortak edildiğinden, “güler yüzlü kapitalizm” propagandasına geniş yer veriyor, yedi düvelden gelmiş kapitalist eşlerinin hamam sefalarını “binbir gece masalları” havasında yansıtıyordu.
Bu toplantının yapılmasını eleştiren tek yayın organı Ant Dergisi olduğu için konferansa başkanlık eden IBM’in Amerikalı patronu Arthur K. Watson açılış konuşmasına doğrudan bizim dergiye saldırarak başlamıştı, ben de bunun üzerine yazdığım bir başyazıda tekelci kapitalizmin sözcüsüne hak ettiği yanıtı vermiştim.
Bu kapitalistler işgalini solculuğu kendinden menkul kimileri de dahil herkes sineye çekerken sadece devrimci gençlik ve işçi örgütleri, toplantının yapıldığı Taksim’deki Kültür Sarayı önünde bir forum düzenleyerek emperyalizmin kirli oyunlarını açıklayıp anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadeleyi daha şiddetli şekilde sürdüreceklerini açıklamışlardı.
Bir de Mehmet Ulusoy’un da içinde bulunduğu İşçi Tiyatrosu aynı gün yine Kültür Sarayı’nın önünde “Ya vatan ya Amerika” oyununu temsil ederek toplantıyı protesto etmişti.
Sevgili Mehmet Ulusoy’la aynı safı paylaşımımız, 12 Mart darbesinden sonra sürgünde de devam etti.
Cuntaya karşı demokratik direniş çalışmalarını 1971’in ikinci yarısında Kuzey Avrupa ülkeleriyle Batı Berlin’de yürüttükten sonra 1972 başında Paris’e geçmiş, bir yandan kukla başbakan Nihat Erim’in göz boyama ziyaretine karşı Fransız medyasını uyarırken, öte yandan uluslararası insan hakları kurumlarına iletilmek üzere çeşitli dosyalar hazırlamaya yoğunlaşmıştık.
O dönemde Paris’te bulunan Türkiye’nin en eski komünist sürgünlerinden Prof. Fahrettin Petek başta olmak üzere Türkiye’den tanıdığımız Ataol Behramoğlu, Necmiye Alpay, Feridun Aksın, Nevhiz Aksın, Jak Şalom, Başar Sabuncu, Gaye Petek gibi dostlarımızla sürekli ilişkideydik.
Bir süre sonra bu dostlarımız arasına Mehmet Ulusoy da katıldı. O da bizim gibi 12 Mart darbesinden sonra ülkesini terk etmek zorunda kalmış, Fransa’nın tiyatro ortamında Türkiye konusunda farklı bir ses getirmek üzere yoğun çalışmaya girmişti.
Aslında Mehmet Ulusoy Fransa’nın yabancısı da değildi. Türkiye’de sahne yaşamına Galatasaray Lisesi’nin tiyatro kolunda başlayıp Ulvi Uraz, Yıldız Kenter, Sermet Çağan ve Muhsin Ertuğrul gibi ustalarla çalıştıktan sonra 1963’te Avrupa’ya gitmiş, Berliner Ensemble’da staj yaptığı gibi Paris’te Sorbonne Üniversitesi Tiyatro Enstitüsü’nde öğrenim görmüştü. Ardından da üç yıl Milano’da Piccolo Teatro ve La Scala Operası’nda asistanlık yapmıştı.
Ulusoy’un sürgün yıllarındaki ilk girişimi çeşitli ülkelerden gelen oyuncularla birlikte Théatre de Liberté‘yi (Özgürlük Tiyatrosu) kurmak oldu. 1972 ortalarında Paris sokaklarını Ulusoy’un sahneye koyduğu Légendes à venir (Gelecekten Destanlar) adlı oyunun afişleri süslüyordu. Afişte yer alan Abidin Dino’nun deseni cami ve darağacı arasında kıstırılmış olarak mücadele veren işçileri temsil ediyordu.
Gérard Philippe de Saint-Denis tiyatrosunda sahnelenen oyun Nazım Hikmet’in dizelerinden Aziz Nesin’in kısa hikâye ve skeçlerinden Anadolu halk masalları ve tekerlemelerine kadar birbirinden çok farklı üslupta yazılı ve sözlü malzemeyi içeriyordu. Ulusoy’un Türkiye’de başlattığı sokak tiyatro formunda sahnelenen ve büyük beğeni toplayan Gelecekten Destanlar daha sonra İtalya ve İsviçre’deki çeşitli festivallerde Fransız tiyatrosunu temsil edecekti.
Ulusoy Paris’te ertesi yıl Nâzım Hikmet’in Sevdalı Bulut’unu sahneye uyarlayacak, bu yapım başta Avignon Festivali ve Venedik Bienali olmak üzere Avrupa’nın çeşitli sahnelerinde 167 kez temsil edilerek büyük başarı kazanacaktı.
Ulusoy, 1974 yılında yine Paris’te Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi’ni ünlü Théâtre du Soleil’de sahneleyerek evrenselleşme yönünde önemli bir adım daha attı. Sahne tasarımını Metin Deniz, mask tasarımlarını ise Kuzgun Acar yapmıştı. Oyunun galasına ünlü Fransız şairi Jacques Prévert de onur vermişti. Gösteriyi çok beğenen şair oyunun sonunda Mehmet Ulusoy’dan bir makas ve bir kerpeten isteyerek, Kuzgun Acar’ın yaptığı masklardan ufacık bir çivi, Metin Deniz’in yaptığı perdeden de küçücük bir parça alıp hatıra olarak cebine koymuştu. Takdirin böylesi karşısında Mehmet Ulusoy, Kuzgun Acar ve Metin Deniz gözyaşlarını tutamamışlardı.
Ulusoy, aynı yıl hem Kafkas Tebeşir Dairesi hem de Yüksel Arslan’la birlikte Karl Marx’ın Kapital’inden esinlenerek sahneye uyarladığı Buzlu Suların Bencil Hesaplarında adlı oyunla Avignon Festivali’ne katılacak ve ünü uluslararası bir boyut kazanacaktı.
Mehmet Ulusoy 1977 yılında bizim de çalışmalarına katıldığımız Türkiyeli İşçiler Kültür Merkezi’nin daveti üzerine Brüksel’e gelerek Sevdalı Bulut’u Türkiyeli göçmenlerin yoğun bulunduğu Schaerbeek’te de sahneye koydu.
1975-76 senelerinde Sorbonne Üniversitesi’nde öğretim üyeliği de yapan Ulusoy daha sonra Türkiye’ye dönerek 1979-80 yıllarında Dostlar Tiyatrosu‘nda çalışmaya başlamıştı… Ne var ki, 1980’de gelen 12 Eylül darbesi Mehmet Ulusoy’u yeniden sürgüne zorlayacaktı.
80’lerdeki bu yeni sürgününün ilk yılında Nazım Hikmet’in yapıtından uyarladığı Benerci Kendini Niçin Öldürdü? ile Avignon Festivali’nin açılışını gerçekleştirdi. Fransa’da sağcılar tarafından “komünist” olarak damgalanmasına rağmen en önde gelen sağcı tiyatro eleştirmenleri bile “…tiyatro, izleyicisine hiçbir zaman bu kadar yakın olmadı.”, “…ideolojik fikirlerine katılmayabilirsiniz ancak şunu kabul etmek gerekir ki onun sahneye koyduğu oyunlar birçok yenilikler içeriyor!” diyerek Ulusoy’u övüyorlardı.
Ulusoy bu oyununu, birçok ülkede olduğu gibi, 1981 yılında Brüksel’e gelerek Théâtre 140’da da sahneye koydu…
O sırada Türkiye İşçi Partisi genel başkanı Behice Boran da Belçika’ya iltica etmişti, misafirimizdi… Mehmet Ulusoy Benerci Kendini Niçin Öldürdü?’nün galasına Boran’ı da davet etti… Oyunu birlikte izledik. Tüm seyirciler gibi Boran da oyunu çok beğenmişti, Mehmet’i hararetle kutladı.
Ulusoy’la daha sonraki yıllarda hiç beraber olamadık… Ancak Benerci Kendini Niçin Öldürdü?’yü sahneye koyarken asistanlığını yapan dostumuz Işıl Kasapoğlu da başarılı bir yönetmen olarak isim yapmakta gecikmedi. 1985’de kukla sanatçısı Karine Cheres ve meddah rolünü üstlenen dostumuz Melih Düzenli ile birlikte davetimiz üzerine Brüksel’e gelerek Botanique gösteri merkezinde Nasreddin Hoca gösterisini sahneledi.
Sevgili Mehmet Ulusoy en son Erasmus’un Deliliğe Övgü adlı eserinin uyarlaması üstüne çalışıyordu. Benerci Kendini Niçin Öldürdü? ve Topor-Party adlı oyunların 2005 Nisan’ındaki Paris turnesi sırasında akciğer kanseri tedavisi görürken kalbine yenik düştü.
Vefatının ardından, Béatrice Picon-Vallin ve Richard Soudée’nin yazıp derlediği Mehmet Ulusoy – Un Théâtre Interculturel (Kültürlerarası Bir Tiyatro) adlı kitap Paris’te L’Age d’Homme yayınevi tarafından yayımlandı.
Mehmet Ulusoy’un Paris’te pek çok yapımının sahnelendiği Théâtre Gérard Philippe de Saint Denis (TGP)tiyatrosunun içinde bulunan dört sahneden birine 12 Şubat 2009’da “Mehmet Ulusoy Sahnesi” adı verildi.
Mehmet Ulusoy’u daha iyi tanımak isteyenlere Internet üzerinden ulaşabilecekleri iki değerli çalışmayı tavsiye ediyorum:
TC Haliç Üniversitesi’nden Ali Pınar’ın yüksek lisans tezi:
Mehmet Ulusoy Tiyatrosunda Çokkültürlülük
Burak Üzümkesici’nin e-skop sitesindeki incelemesi:
Köksüz Bir Estetiğe Karşı: Devrim İçin Hareket Tiyatrosu
Sadece ünü tüm dünyaya yayılmış bir tiyatro insanı değil, aynı zamanda faşizan yönetimlere karşı hem Türkiye’de hem de sürgünde tavır koymakta hiç tereddüt etmemiş bir devrimci olan sevgili Mehmet Ulusoy’u özlemle anıyorum.
79 kez okundu.