Sürgün ve Sürgünlük Halleri

Enver Toksoy.

(Avrupa Sürgünler Platformu. Yürütme Kurulu Üyesi.

Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi ve “Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa Komisyonu” Üyesi.)

 

İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır sürgün ya da sürgünlük halleri. Komünal toplumlarda toplumsal güvenliğe ilişkin olarak yani üretim araçlarının ortak mülkiyetine karşı işlenen suçlarda ortaya çıkan sürgün uygulaması, sınıflı toplumlarda egemen sınıfların egemenliğinin korumasının bir aracıdır artık. Başlangıçta korunma güdüsüne dayalı bir zorlamadır tehlike ile kucak kucağa olanlar için; sonrasında ise, kendi egemenliklerinin geleceği için tehlike olarak gördükleri muhalifleri kendi iktidar alanlarının dışına atmak için kullanılan bir politik baskı aracı.

Yerlerinden yurtlarından edilişler, gerideki köprüleri yıkarak geri dönüşü olmayan Fizanlara, yalıtılmış tecrit adalarına sürülüşlerin tarihi, insanlık kadar eskidir o halde. Sınıflı toplumlarla birlikte devlet iktidarlarının sürekli geliştirdiği bir baskı aracıdır. Önce mekanlar üzerinden uygulanır bu araç, sonrasında geliştirilerek maddi ve manevi yaşamın her alanında uygulanabilir hale sokulur. Post modern dönemlerde sürgün ve sürgünlük, ulus devlet dönemlerinden daha geniş kapsamlı, planlı, derinlikli ve daha çok çeşitlilikte bir hal almıştır artık. Bir cezaevinin on metre karelik odasında tecrittir örneğin sürgünlük hali.

Bu uygulama, bugün “göçmen, mülteci, sürgün” olarak dünyada 200 milyon insanı aşmıştır.

 

Sürgün ve sürgünlük

Edebiyatta, sanatta, tarihte ya da anı kitaplarında “sürgünlük ve sürgün olma hali” için değişik tanımlar kullanılmıştır. Uluslararası hukuk literatüründe ise bu tanımların dünya ölçeğinde ortaklaştırılmasına çalışılmıştır. Avrupa Sürgünler Platformu’nun Program’ında “sürgünlük ve sürgün olma hali” için, bu alanda yapılan çalışmaların gelişkin bir özeti de sayılabilecek bir tanım yer alır: “Sürgünlük, sosyal, politik, inançsal farklılıklar veya savaşlar ve benzeri nedenlerle ya da doğal afetlerle gerekçelendirilerek insanların doğdukları toprakları ya da yaşam alanlarını terk etmek zorunda bırakma ya da bıraktırma halidir. Kendi iradesi dışında bir dayatma olarak bu hal içinde yaşamak zorunda bırakılan kişi ise, sürgün olarak tanımlanır.”

Sürgün, bir insanın yaşadığı topraklardan yani yurdundan dilinden, kültüründen ve inancını yaşama alanlarından koparılarak, yani kimliğini yaşatacak bütün özgürlük olanaklarının elinden alınarak farklılara, ötekilere, ayrıştırılanlara yönelik bir yok etme, tüketme, soy kırma hareketidir. Sürgünlük, egemenlerin egemenliklerine karşı bir itirazın, bir karşı duruşun, bir direnişin varlığının da göstergesi, kanıtı, hatta onun bir başka adıdır.

Türkiye’de sürgün sorunu558906_457453104285095_1879565400_n

600 yıllık Osmanlı döneminden kalan en eski, en ağır devlet geleneklerindendir sürgünlük. Üstelik sürekli yok sayılan sorunların başında yer alır. Osmanlı’nın son döneminde muhalefetin daha da gelişmiş ve yaygınlaşmış olmasında dolayı muhalif aydınlara yönelik en çok uygulanan cezalandırma ve tecrit sistemidir sürgünlük. Namık Kemaller bu tarihin sürgünlerde ölen tanıdık simalarıdır.

Birinci dünya savaşı arifesinde farklı dil ve kültürler de soykırıma uğramıştır. Ermeni ve Asuri- Keldani halklarına yönelik soy kırım, dünya tarihin de en ağır, en kapsamlı ve planlı uygulanan ilklerdendir.

Ve Cumhuriyet döneminde Dersim’de hava bombardımanlarıyla sürdürülen büyük Alevi-Kürt katliamı Ermeni soy kırımındaki tehcir politikası ile güçlendirilerek bir insanlık faciasına dönüştürülmüştür. Alevi aileleri birbirinden koparılarak köy köy dağıtıldılar. Cumhuriyet’in son çeyreğinde ise bu uygulama, esas olarak kendi topraklarında yaşayamaz hale getirilen toplulukların “kendi iradeleri” ile göçertilmeleri biçiminde yaygınlaştırılmıştır.

Sürgüne zorlamanın değişik yolları vardı elbette. Varlık Vergisi nedeniyle mallarına el konularak yaşam olanakları sınırlandığı için kendi topraklarını “kendi iradeleriyle” terk etmek zorunda kalan sürgünlerin yanı sıra, topraklarından devlet zoruyla sürülen gayrı Müslümler de, köle gibi zorla çalıştırıldıkları madenlerde ya da ağır işlerde buluşturuldular. Bugün kendi organizatörleri tarafından da açıkça itiraf edildiği gibi, 6 – 7 Eylül olayları, devletin planlı olarak düzenlediği göçertme eylemlerinden biridir.

Bugün de sürdürülmekte olan bu politikanın uygulandığı diğer geniş bir coğrafya ise, Kuzey Kürdistan’dır. Bu uygulamanın temel özelliği, “tekçi” (uniter) bir anlayışla, toplumda var olan bütün farklılıkların egemen olanın formuna dönüştürülme ya da ona hizmet eden konumuna getirilmesi çabasıdır. Fiziki şiddetten bağımsız olarak sürdürülmeyen ve devletin kendi yasallığı dışında devreye soktuğu yasadışı ilişkilerle de (derin devlet) dayattığı ulus, dil, bayrak gibi kimliğe ilişkin alanlarda tekçilik’e karşı sürdürülen mücadelelerde bugüne kadar on binlerce insan yaşamını yitirdi. 7 milyondan fazla Kürt, köyleri yakılıp kendi topraklarından zorla atılarak Türkiye batısında metropol varoşlarına sürgüne çıkarıldılar.

12  Eylül ve sürgünler

12 Eylül Faşist darbesi ülkeyi kan gölüne çevirdi ve siyasi göç ve sürgünlük tarihin en ağır en geniş kapsamlı uygulamasına neden oldu. Tabloyu kısaca  özetlediğimizde: 650 bin kişi gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, on binlercesi tutuklanıp zindana atıldı. 50 kişi idam edildi, 180 kişi işkencede öldürüldü, yüzlercesi gözaltında kaybedildi… Resmi rakamlara göre sürecin hemen başlangıcında13 bin kişi vatandaşlıktan çıkartıldı ve ileriki yıllarda bu sayı 29 bine ulaştı. Evrensel insan hakları kararlarında hukuken “suç” sayılan “sürgün cezası” askeri mahkemelerce açıktan ve yaygınca uygulandı. Faşizmin bu zorbalığından, zulmünden kurtulmak için doğup büyüdükleri toprakları terk ederek sürgüne gidenlerin sayısı resmi rakamlara göre100 bini aşkın. 

Bilinmeyene doğru gerçekleştirilen bu zorunlu yolculukta, sürgün yollarında birçok insan da sınırlardan geçiş dönemlerinde katledildiler. Bugün İpsala’da oluşturulan Kimsesizler Mezarlığı’nın sakinlerinin büyük çoğunluğunu, yaşam olanaklarına ve özgürlüğe kavuşmak için Türkiye’deki zulümden kaçarak  Yunanistan’a sığınmak isterken Meriç Nehri’nde ölen muhalifler oluşturmaktadır.

 

Sürgün halleri

Sürgünler kendi topraklarını terk edip çıktıklarında, “yaşamlarını kurtardıkları” ve elbette “özgürleştikleri” düşüncesiyle önce seviniyorlardı. Durum fiziksel boyutlarıyla ya da yüzeysel olarak düşünüldüğünde haksız da sayılmazlar elbette. Çünkü “göçmek” bir anlamda sorunları arkada bırakarak kurtulmak değil miydi?

Kısa süre sonra ise durumları farklılaşıyor, yeni topraklarda yeni bir dönem başlıyordu. Sürgünlük. Psikolojik ve politik kimlik üzerinde yaşanan bir karabasan haline gelmektedir. “Kişi, ‘zorlanma’ denen psikolojik sıkıntıyla belki de ilk kez tanışıyor. Dil ya da kültür farklılığı gerçekte yabancılık refleksini aşırı uyaran bir duyarlılık da yaratıyor. Başkaldırının yabancı demesine gerek yok, sen kendi kimliğinde ve en derin boyutlarda yaşıyorsun yabancı olmanın dayanılmaz hafifliğini. Kendi iraden dışında böylesine bir konumlanışın seçilmiş olması kadar kişiyi zorlayan bir başka karar türü olamaz. Ve başlar böylece metropol kentlerinde milyonların arasındayken yaşanan büyük yalnızlık. Yurdunuzdan, halkınızdan, ailenizden ya da sevdiklerinizden ayrı olma durumunu yüksek ideallerinize ya da çocukluk hayallerinize dayandırarak açıklasanız da, gerekçelerinizin hüzünler ve öfke nöbetlerinizin sadece bahanesi olduğu gerçeğini silemeyiz beynimizin derinliklerinden: Gerçek, ‘zorla kendinizden koparılmış olmanızdır.’ İşte sürgünlük!” (Metin Ayçiçek. Sürgünlük Halleri. Diyalog Dergisi. 1998.)

 

Göç toprakları ve sürgünler

Sürgünler gelirken her şeylerini beraber getiriyor özlemleri hayalleri sevdaları değerleri… Bunlar bazen güç ve moral veriyor, bazen dayanılmaz bir yük oluyor. Çünkü sadece terkedilen ülkede değil sığınılan ülkenin de yabancısıdır onlar. Yaşamları riske altındadır genellikle. “Onlar günümüz dünyasının her daim siyahlarıdır.” Avrupa’da gelişen ırkçılığın, yabancı düşmanlığının ana hedefleridirler. Çalışma izni alamıyor, en ağır ve sağlık koşullarından uzak işlerde ve genellikle kaçak ve ucuz is gücü olarak çalışmak zorunda kalıyorlardı. Paris’te konfeksiyon, Almanya’da temizlik işçileri onlardı. Bütün ülkelerde sağlık açısından riskli işler onların çalışma olanağı bulabildikleri yerlerdi. Üstelik terk edip kaçtıkları ülke devletleri göç ülkelerinde de bırakmaz sürgünün peşini. Büyükelçiliklerini ve konsolosluklarını harekete geçirerek, göç ülkelerindeki lobileri ile ni harekete geçirerek sürgünü “mahalle baskısı” altında tutmaya çalışırken, gidilen ülkenin çıkar hukukunu da göçmeni hareketsiz bırakmak ya da yok etmek için sıkça kullanır. Mümin Kurt, Selçuk Sevinç, Kemal Cemal Altun ve nihayet Kürt siyasetçi Cevat Kavak ile birlikte 30 civarında sürgün bu koşullarda yaşamlarına kendileri son vermişlerdir.

Sürgünlerde kavuşma istemi bir takıntı boyutunda yaşanır. Ülkesine, sevdiklerine, ailesine kavuşma duygusu ve  umudu tazedir. Nereye giderlerse gitsinler bu duygular arkasından gelir; anıları, hayalleri, sevdaları onları hiç bırakmaz. O kadar ki, sıkça, gezdikleri gördükleri yerleri bile  yurdundan tanıdığı bir yerlere benzetir, oralarla kıyaslamalar yaparak oralarda olamadıkları için hüzünlenirler. Bu hüznü sürekli ve derinlikli olarak yaşarlar. Her zaman bir arayış içindedirler ve kendilerini bir yere ait hissedemedikleri için göç topraklarında da genellikle dışarıdan izleyici konumunda ve ‘yabancı’ kalmakta ısrarlıdırlar. Bu yüzden yaşamına katıldıkları yeni topluma uyumları zaman alır ve zordur.

 

Sürgünleri talepleri

Yasaları, anayasaları değiştirdiler, ceza yasalarını değiştirerek aflar çıkardılar, çeşitli konularda ‘iyileştirmeler’ yaptılar ama sürgünlüğe neden olan politik duruşunu reddetmeyen, değiştirmeye yönelmeyen sürgünler hiçbir zaman bu hak iadelerinden yararlandırılmadılar. Zira sürgünler her daim iktidar karşı bir taraf idi. Özellikle devrimci-demokrat sürgünleri duruşu bu özelliklerinden tavize yanaşmamakta ısrarlı idiler. Onlar emekten, özgürlüklerden,  barıştan, demokrasiden yana ve iktidarlara karşı taraftırlar. Faşist darbelerin, kirli savaşların, hem mağdurları hem karşıtlarıdırlar ve savaşımlarını göçtükleri ülkelerde olduğu gibi göçertildikleri ülkelerde de sürdürürler. 

* Zorla gasp edilen vatandaşlık haklarının kayıtsız şartsız iadesi;

* Terkedilen topraklara geri dönüşün sağlanabilmesi için o topraklarda düşünce, düşüncenin ifadesi ve düşüncenin örgütlenmesi özgürlüğünün yasal ve anayasal düzenlemelerle güvence altına alınması;

* Sürgünlük hali nedeniyle sürgünlerden özür dilenmesi ve sürgünlerin maddi ve manevi kayıplarına yönelik tazminat ödenmesi;

* 12 Eylül askeri mahkemelerinin aldığı kararların sonuçlarıyla birlikte yok sayılması;

* Başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere Halkların hak ve özgürlükler açısından eşit koşullarda bir arada yaşayabilmesinin gerçekleştirilebilmesi için bütün haklarının verilmesi ve korunmasına yönelik güvence alınması;

* Koşulsuz şartsız genel af ilan edilmesi.

 

 

1165 kez okundu.

Check Also

„Exil und Frauen“ – Engin Erkiner

Die Broschüre „Exil und Frauen“ wurde von Engin Erkiner  veröffentlicht. Wir danken Engin Erkiner für …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir