Rojava da aşağı yukarı iki milyon Kürt yaşıyor. İki milyon Kürt binlerce yıldır vatanları olan topraklarda yaşıyorlar. Kendi topraklarında binlerce yıldır yaşayan bu insanlara kendi kaderini tayin etme, kendini yönetme kendisi olma, bölgede yaşayan diğer halklar gibi özgür yaşama hakkını çok görüyorlar. Özerk Yönetim oluşturmalarına olanak tanımıyorlar. Bir yıldır, her günleri savaşla geçse de zaten özerk bir yönetimi fiili olarak yaşıyorlar. Bu somut gerçekliğe rağmen, T. C. Devleti: yaşanmakta olan yönetimin adının konmasını yani rojava nın Özerk bir yönetimle yönetilmekte olduğunu resmi olarak alenileştirmelerini savaş nedeni olarak görüyor. Dış İşleri Bakanı : her şey eskisinden daha kötü olur diye tehdit ediyor. Erdoğan : sabır ama nereye kadar diyerek sabırlarının tükenmekte olduğu uyarısında bulunuyor.
Erdoğan ın “baş” ve başaltı danışmanları, büyük bir telaş, korku ve sınırsız endişelerle : Kürtlerin ateşle oynadığını, zaten hiçbir zaman bağımsızlık duygu ve anlayışından vaz geçmediklerini yazıyor, söylüyorlar. Onlar yetmiyor, Devlet Bahçeli yine çıkıp, Erdoğan a baba anne nasihatleri vererek Rojava nın : Özerklik ilanına askeri müdahalede bulunacağını açıklamasını ve taahhüt etmesini istiyor. Rojava yönetiminin sık sık : biz devlet kurmuyoruz, Türkiye ile bir sorunumuz yoktur, Türkiye ye karşı savaşmıyoruz vb. gibi açıklamalar yapsalar da işe yaramıyor, kimse duymuyor, kale almıyor. Rojava Türkiye nin “bizim” dediği bir toprak parçası olsa neyse… Hanı “bölünmez bütünlük” hastalığının devamı diyebilirsiniz. Ama Türkiye nin değil Erdoğan ın düşman ilan etmiş olduğu Beşşar Esat Suriye yönetiminin “bizim topraklar” dediği topraklar.
Bu Kürt düşmanlığı niye? Kürtler bin yıl öncelere dayanan, Türklerle yapmış oldukları Malazgirt ittifakına, (Türkler tarafından bir çok ihanete uğratılmalarına rağmen Kurtuluş mücadelesi, Çanakkale savaşı dahil) sadık kalmaktan başka ne yaptılar Türklere? Türkler : Kürtleri, Ermeni, Süryani, Keldani, Ezdiler gibi kırım ve soy kırımlara da ortak ettiler. İnsanlık ayıbı, utanç verici bu kırım ve soy kırımların içinde Kürtlerin kendi soylarından olan, fakat İslam ı kabul etmemiş Ezdi leri bile kırıma uğratırdılar. Hanı ya devlet ekabirleri bazı konuşmalarında : tasada kıvançta derler ya öyle… Kürtler binlerce yıl Türklerle “tasada da kıvançta” da beraber olmuşlar. Dahası Çanakkale savaşı gibi gururda da, Ermeni, Keldani, Süryani soykırımı gibi utançta da beraber olmuşlardır.
Bütün bu uzak ve yakın tarihi geçmişe rağmen neden hala Kürt düşmanlığı yapılıyor? Bunlara bakarak, bütün bir Türk ulusunu nankör, yediği kaba sıçar, ahlak ve adaletten uzak, hilebaz, hain demek doğru olmaz. Çünkü bütün Türkler Kürt düşmanı değil. Milyonlarca Kürt ve Türk kadın ve erkeği bir biri ile evliler. Bu evliliklerden doğmuş olan ulusal bakımdan milyonlarca melez çocuk ve insan var. Böyle devam etmesi halinde (ki devam ediyor) ileri senelerde Türkiye Kürt ve Türklerden oluşan bir melezler çoğunluk ülkesine dönüşecek. Uluslar arasında oluşan evlilik ilişkileri : ulusal toplulukların genlerini karıştırıp, sentezlenip, farklı bir toplumsal doku ve denge oluşturmak gibi çok önemli bir işleve sahiptir. Bunun çok somut örneğini otuz yıldır Türkiye ve Kürdistan da davam eden savaş surecinde yaşayarak da gördük.
Türk ve Kürt halkının bölünmesi, birbirine düşman olması, bir birini öldürmesi için devlet çok büyük gayretler gösterdi. Bu bağlamda binlerce faili meçhuller yarattı. Kürt haklının onuru ve guru ile oynadı, kitle halinde işkencelerden geçirdi, bok yedirdi, Diyarbakır Cezaevi gibi onurdan, haysiyetten yoksun utanmazlıklar yarattı, resmi dairelerde, evde sokakta, kendi ana dili ile konuşmasını yasaklayan haysiyet kırıcılığı yaptı, binlerce köyü göçertti, insanları yersiz yurtsuz bıraktı. Hasılı kelam, Kürtlerin Türklerden nefret etmesi, onlardan kopması, ötekileşmesi, ayrılıp uzaklaşması için elinden geleni arkasına koymadı. Bağrına tak ettiği durumda PKK de kopmak için belli zorlamalara gitti. Devletin bütün kışkırtmalarına, zaman zaman da PKK’ nin zorlamalarına rağmen, Kürtlerle Türkler apartmanda, yolda- yolakta, sokakta birbirini öldürmeye, kırmaya kalkmadı.
Kuşkusuz bunun aynı dini inancı paylaşma, uzun bir tarihi geçmişe ve ortak etik değerlere sahip olma vb. gibi nedenleri vardır. Ama iki halkın bir biri ile evlenip yuva kurmaları birlikteliğin, bütün kışkırtılmalara rağmen bir birini kıymaya kalkmamalarının en önemli bir nedendir. Çünkü melezlik ırk ortaklığıdır. Başka bir söylemle, yeni bir ırk yaratma işlevidir. Sınıfın, ezilen ulus ve ezilen inanç ortaklığının yaratmış olduğu duygudaşlık, hissi birlik ve bütünlük kadar ulusların bir biri ile evliliği ve ortak yuva kurması da birlikte yaşamanın en temel harcıdır. O nedenle Kürtlerle Türkler in örgütlü yapıları yani devlet ile PKK onlarca yıl bir biri ile savaştılar ama Türk ve Kürt halkını bölemediler.
Bütün bu tarihsel, toplumsal olgu ve nedenleri üst üste koyup toplar, böler ve çıkartma işlemine tabi tutarsak, bir kısım Türklerin ve devletin Kürt düşmanlığının nedeninin faşizm, şovenizm ve sosyal şovenizm ideolojisine esir düşmek olduğunu söyleyebiliriz. Bütün ideolojilerde kişiyi ve toplumu esir alma yeteneği vardır. “Kendi yapar kendi tapar” aforizmasından olduğu gibi, ideolojiyi insanlar yapar sonra dönerek de kendisi tapar. Faşizm ideolojisi de böyledir. Kendine taptırır. Tapınca da insan ve toplum aklın yolundan uzaklaşarak, bakar kör olur, yapay, çıkmaz yollara sapar. Sonra da tarihte defalarca görüldüğü gibi yıkılıp, yok olur gider. Hitler, Musolini, Salazar vb. gibi tarihin en azgın faşist diktatörleri yerle yeksen oldular. En yakın tarihte tanık olduğumuz Saddam Hüseyin olgusu da öyle.
Şoven ideoloji onun gözlerini kör etti. Kürtlere kitle imha silahı kullandı. Binlerce Kürdü Halepçe de birkaç dakika içinde yok etti. İran a savaş açtı, Kuveyt i işgal etti. ADB’ ya karşı durdu, yenileceğini bile bile ve göre göre savaşa girdi. Sonunda kendine de, ülkesine de nasıl bir son hazırladığını herkes gördü. Bir kişi ve devlet için ideolojinin esiri olmak, ideoloji tarafından körleştirilmek son derece tehlikeli bir faktördür. Bilimsel bütün veriler, Türk milliyetçiliği ve devletinin şoven- faşist ideolojiye esir düştüğü bakar kör durumuna geldiğini, kendilerini de Türkiye yi de bir bataklığa doğru sürüklediğini gösteriyor. Devlet içindeki ile devlet dışında kalmış olan şovenlerin biri birini Kürt düşmanlığı konusunda kışkırtmaları, aynen Saddam Hüseyin gibi körelmiş olmalarından başka bir anlam ifade etmiyor.
Diyelim bu bakar körlükle Rojava ya savaş ilan ettiler, askeri harekat düzenleyerek Rojava yı işgal ettiler. Peki sonra ne olacak? Rojava yı işgal edip orda kalacaklar mı? Bu mümkün değil. Geri çıkacaklar mı? Evet çıkabilirler. O durumda da Kürtler orada kendilerini yönetmeye devam ederler. Ne kazanmış olurlar? Hiçbir şey!…Diyelim Suriye Esat yönetimi eski kardeşi şimdiki can düşmanı olan Erdoğan ı zor durumda bırakmak için, Rojava yı Özerk Kürt bölgesi ilan etti…Ne olacak? Yine askeri tedbire baş vurulacak mı? Kaldı ki, mevcut konjonktürde Türk Ordusunun Devlet Bahçeliyi dinleyerek, hala BM nezdinde Suriye torağı olan Rojava yı işgal etmesi aynen Saddam Hüseyin in Kuveyt i işgal etmesi anlamına gelir ve o sonucu verir. Türkiye yi aynen Yugoslavya gibi dağıtıp, küçük parçacıklara bölerek, ya da Irak gibi üç ve/ya üçten fazla parçaya ayırarak yönetmeyi isteyen ve mevzide bekleyen bir çok emperyalist ülke var. O nedenle Rojava nın işgali, Saddam ın Kuveyt i işgalinin bir tekrarı olmasa bile benzeri olur.
Geçmişte Türk ordusunun Güney Kürdistan ın Kandil kesimini işgal etmesi gibi olsa ne çıkar? Geçmişte aynı şeyi, PKK’ yi yok etmek için Barzani ile anlaşıp, güçlerini birleştirerek Kandile de yaptılar. Kandili işgal edip, tepelerin den birine Türk Bayrağı dikip, zafer ilan ederek geri döndüler. Ne oldu, şimdi ne var ne yok? Özgürlük Hareketi kazandı, kazanıyor; Türk şovenizmi ve şoven devlet hala Kürtlerden korkmaya, kabus dolu rüyalar görmeye devam ediyor. Bu kabus dolu rüyalara Rojava da eklendi. Uykuları tümü ile kaçtı. Türkiyeli milliyetçiler ve devlet, Şovenizm ve faşizmin kör edici, esir alıcı ideolojisinin etkisinden kurtulup, normal bir kafa ile düşünüp, dünya gözü ile etraflarına bakabilseler : müthiş kazanabilecekleri bir süreçten geçiyorlar.
Suriye Muhalifler dedikleri lejyonları desteklemek yerine Rojava Kürtlerini desteklemek değil, hallerine bırakmaları, düşmanca tavır ve davranışlardan vaz geçmeleri bile süreci kucaklamalarına ve süreçten kazançlı çıkacaklarına yetecektir. Ama faşist ve şoven ideoloji buna olanak tanımıyor. O nedenle de Türk şovenizmi tarihin diyalektik gidişine karşı kulaç atıyor. Bu gidişle tarihin akışını durdurmanın olanakları yoktur. “Aptal şaşacak ama iş olacağına varacaktır” tarihsel aforizma kaçınılmaz olarak rayına oturacaktır. Tarihin gidişini göremeyenler, o gidişe denk bir rota izlemeyenler her koşulda sürecin dışına düşmüşlerdir. Bu üstesinden gelinemeyecek bir doğa kanunudur. Türk Şovenizmi ve şoven devleti de üstesinden gelemez.
Kürtler henüz örgütlü ve ulusal bilince sahip değilken, emperyalizm ve iş birlikçileri bölge devletlerinin sınırlarını Kürtlerin topraklarının üstüne koydular. Kürtler ulusal bilince vardı, politize oldu, bütün parçalar PKK’ nin öncülüğünde organize oldu ve tek merkezden hareket etme olanaklarına kavuştu. Artık Kürtlerin savaşanları, politika yapanları, ideoloji üretenleri, diplomasi yapanları, taktik, stratejik perspektifler belirleyenleri var. Söz konusu boyutlarda bölge devletlerinin hiç birinden geri değil. Fazlası var eksiği yoktur. Bölgede ki her halk gibi Kürt Halkının da kendini yönetme, özgürleşme, geleceğini belirleme hakkı ve de yetenekleri var. Bütün bunların bir araya gelmesi sonucu, Kürt halkı Birinci cihan savaşı sonunda, kendilerine rağmen, bölge devletlerine pay edilmiş olan toprakları üzerindeki sınırları söküp, söküp atıyorlar.
Bu bir öç alma değil, yapılmış olan tarihi bir yanlışı düzeltme eylemidir. Haklıdır, adildir, ahlakidir, her hali ile etiktir ve de en önemlisi kaçınılmazdır. Tıpkı Güney Özerkleştiği gibi Rojava da Özerkleşecektir. Gelecekte birleşik Kürdistan oluşacaktır. Tarihin akışı bunları kaçınılmaz kılıyor. Rojava nın Özerklik ilanı için Türk şovenizmi boşuna korkulu rüyalar görmesin kabuslar içinde kıvranmasın korkunun ecele faydası yoktur.
Teslim TÖRE
2629 kez okundu.
TEK ŞEF DÖNEMİNE DOĞRU!
Milli şef olmaya hazırlanan R. T. Erdoğan, herşeyi bizzat ve doğrudan doğruya idare etme hedefinde kararlı görünüyor!
Milli sorun adı altında, MGK’ de onay gören Erdoğan’ın kişisel planları başarıya ulaşırsa ”Büyük millet Meclisi” küçülerek bir formaliteden ibaret hale gelebilir!
CHP ve diğer geri kalmış sol guruplar, AKP’nin dinselleşme ve otoriterleşme sürecine, Erdoğan’ın ortaçağı canlandıran geriye dönüşçü islamizasyon politikalarına ideolojik anlamda karşı çıkmamakla, dolaylı yoldan ona destek vermeye devam ediyorlar!
CHP ve AKP Kürt sorununun, Kürtler aleyhine “çözümü” konusunda da hızla birbirlerine yaklaşıyorlar. Sosyalist Enternasyonale bir ajan gibi girmiş bulunan Kürt düşmanı ırkçı CHP, AKP’nin Kürtleri imha planından pay almak istiyor. Tayyip Erdoğan’ın diktatörlük sürecine karşı çıkıyormuş gibi görünen CHP, aslında bu noktaya gelmede büyük katkıları olan bir örgüttür. Muhalefet adına yapmacık ve göz boyamadan ileri gitmeyen, her alanda Erdoğan’a daha fazla kozlar sunan CHP, kırmızı çizgiler denilen, Kürtler’e vurulan prangaların çözülmemesinde de AKP’ye gerekli yardımı yapmaktan geri kalmıyor! CHP Kürt sorununun çözümünü değil, Kürt halkını yok sayan imha ve inkar politikasının en rafine partisi olarak hep öne çıktı. Kürt halkının mücadelesine düşmanlıkta ve Kürt halkına yönelik ırkçı politikalarda sınır tanımadı. Her dönemde kirli savaşın merkezi olan Genelkurmay’a tam destek verdi.
MGK oldu EGK!
Milli sorun adı altında, MGK’ de onaylanan Erdoğan’ın kişisel sorunu, süreci, Kürtler’e dayatılan İmralı AKP planları, Kürt düşmanı CHP’nin de iştahını kabartıyor! CHP, Erdoğan’ın 1921 lerin gerisine giden tekçi yaklaşımında bir değişim ve farklılaşma yaratmış değildir. CHP dün olduğu gibi bugünde tüm cilalı söylemlerine rağmen Kürt sorunun kalıcı çözümüne yönelik her adım karşısına dikilecek, Kürt halkına yönelik katliamlara tam destek vermeyi sürdürecektir. CHP, “etnik kimlik milli kimliğin yerine geçirilmek isteniyor” diyerek Kürtleri, asimilasyoncu olarak tanıtmaya devam edecektir. Seçim arifelerinde kadınlara turban ve çarşaf dağıtarak rezilliğe batan CHP, kendi eski şöven ırkçı politikalarının, başka adlar altında ortaya sürüldüğünü görünce, dincilik alanında olduğu gibi, Kürt sorununda da AKP’nin bir uydusu gibi hareket etmeye başladı…CHP, “operasyonlara devam” diyen Genelkurmay’a alkış tutmaya devam edecektir. Türkler ve Kürtler kardeşse, neden bir kardeşin sahip olduğu haklara diğer kardeş sahip olamıyor? Soruları karşısında gardını alıp, “Kürtler eşit haklara sahip olursa ülke bölünür” söylemine dört elle sarılacaktır.
Tayyip Erdoğan’ın büyüklük, şan şöhret ve yayılma hedeflerinin gerçekleştirilmesinde kendilerine görev verilmesi için çırpınıp duran, AKP’nin Osmanlı milliyetçiliği temelindeki ümmetçi propogandalarıyla Kürtler’i düşmana peş keş etmeye devam edenlerin dayattıkları bu süreç, Kürt’leri daha da geriye götüren bir süreçtir; liderler kendi kişisel yaşamları için değil, bir dava için en iyi tavrı takınabildikleri için liderdirler… Abdullah Öcalan ise, Erdoğan gibi liderlik kompleksleri olan, şan şöhret için her şeyi feda eden kaypak bir kişiliğe sahiptir. AKP destek verirse, Kürtleri en iyi kendisinin tasfiye edeceğini dayatıp duruyor! Erdoğanlaşan MİT ve Kontrgerilla’ya akıl yetişitiren A. Öcalan, Erdoğan’ın kendisini kullandıktan sonra çöpe atacağına bir türlü akıl erdiremiyor!
Öcalan’ın İmralı’da MİT le beraber geliştirdiği ihanet çizgisi, aynı zamanda Erdoğan diktatörlüğünün geliştirilip kuvvetlendirme çizgisidir. Bütün açıklamalarında tercihini düşmandan yana ve Kürdistan halkının alehinde kullanan bir insanın Kürt önderliği ile bir alakası da böylece kalmamıştır.
Sözde ”PKK kuryeleri”, ‘avukatlar, heyetler’ diye lanse edilen, çoğunluğunu özel görevlilerin, hükümet ajanlarının oluşturduğu ekipler, Kandil, Avrupa ve İmralı arasında mekik döşemeye devam ediyorlar. Amaç, zamandan kazanmak ve Kürtler için mücadele vermeye çalışan bütün kadroları belirleyerek pasifize veya yok etmektir.
Süslü püslü sözlerle süslenen bu imha planı, MİT tarafından, ‘önder, Kürtler’in tek lideri’, diye zoraki bir şekilde dayatılan A. Öcalan’ın şahsında her tarafa, şatafatlı bir şekilde, ‘açılım, süreç, Kürtlerin kurtuluşları” gibi saçmalıklarla dayatılmaya devam ediliyor.
Bu planın uygulama koşulları, Türk devleti gibi, Kürtler’e düşmanı bir devletin istihbarat ekiplerince şekillendirilmesi ve Kürtler’e empoze edilmesine, Kürt açılmı veya çözümü süreci demek, saflık değilse, ihanetten başka bir şey değildir…
Bu politika ne ölçüde Kürt ulusal hareketinin çıkarları kaygısıyla şekillendirilmiş olabilir? Aksine Türk Devleti bu senaryoyu, başta MİT ve Kontrgerilla birimleri olmak üzere bütün gücünü seferber ederek geliştirdiğine göre, gelinen aşamada, Kürt halk Hareketi’nin değil, Türk devletinin çıkarlarını korumak için devreye sokulan yeni bir planın uzantısı olduğu ortaya çıkmaktadır.
SARAYLAR, HAMAMLAR, CAMİLER PEŞİNDE KOŞAN KRAVATLI SULTAN ERDOĞAN İLE ABDULLAH ÖCALAN’IN KÜRTLERİ TASFİYE PLANLARI!
Öcalan’ın AKP ile beraber geliştirdiği İmralı süreci, açılımı, Türk devletinin Kürdistan’da hakimiyetinin devamını tesise yönelik bir stratejidir.
Ortada Kürt hareketinin yeni bir politikası değil, Türk devletinin eskiden beri sürdürdüğü politikanın yeni bir biçimi vardır ve Türk devleti şimdi bu politikasını, Kürtlerin tek lideri diye dayattığı ‘liderin’ ağzından, o liderin etki ve prestijine dayanarak bütün Kürt hareketine kabul ettirmektedir. Abdullah Öcalan, bu anlamda, Türk devletinin basit bir oyuncağıdır. İşi bittiğinde de muhtemelen, Recep T. Erdoğan tarafından tokatlanacak ve diğerleri gibi çöpe atılacaktır. Erdoğan diktası altında çift başlılığa müsade edilemeyeceğini anlamamak saflıktır!
”…TC hükümet üyelerine sunulan istihbarat raporlarında ortak sürecin, Kobani ve Suriye’de Kürtlerin yaşadıkları alanlarda bir tampon bölge oluşturulmasının tamamen Abdullah Öcalan’ın bilgisi dahilinde yapıldığı kaydedildi. … ” (Kaynak: Taraf gazetesi)
Yani burada Kürt lideri diye lanse edilen A. Öcalan önce MİT ve diğer Kürt düşmanı politik askeri güçlerle oturup, ”önderlik” diye kitlelere zorla dayatılan bir oluşumla, Kobani’de YPG’ nin nasıl tasfiye edileceğinin detaylarını, bir bütün olarak bu örgütün taktik ve stratejisini, önce AKP lilerle kararlaştırıyor ve askeri kanadın da onayını aldıktan sonra yine MİT kuryeleri vasıtasıyla İŞİD’e iletiyorlar!
Böylesine bir sahtekarlık şimdiye kadar görülmemiştir…!
A. Öcalan’ın verdiği mesajlar tabii ki Kürtler’i tehditten başka bir şey değildir. Yani, Ortadoğu coğrafyasında gelişen yeni durumu kontrol etmek ve Kürtler’in olası bir başarısını engellemek için, devletin planladığı A. Öcalan kartının daha da net oynanması, etkisinin artırılması için serbest bırakılması senaryosundan başka bir şey değildir.
Yoksa burada Kürtler’e verilecek hiç bir kemik kırıntısı yoktur. Şu ana kadar verilen olmadığı gibi, bundan sonra da hiç bir şey verilmeyecektir. TC’ nin aniden böyle bir tiyatro oyununa başvurması, Suriye ve Irak Kürtlerinin başarılarına set çekmeyi hedefleyen bir komplodan başka bir şey değildir. MİT’in HDP örgütlenmesini bizzat yönetmesi, durumun vahametini göstermektedir!
AKP, Abdullah Öcalan komplosu, diktatör Tayip Erdoğan kontrolünde başarıyla uygulanıyor. Bu olay öncekiler gibi, Kürtlerin kesinlikle iradesi dışındadır. Görünürde Kürt görünen unsurların, HDP’ li bazı gönüllülerin iradesi varmış gibi gösterilsede, bunlar da bu ihanete alet edilerek, kukla olarak kullanılılarak, Kürtlerin yüzyılların baskı ve zulüm sürecinden kurtulamamaları için katkıları sağlanmış oluyor.
TC, A. Öcalan’ı tasfiye etme değil, Kürtleri tasfiye etmenin yolunu tuttu… Kürt Ulusal Hareketinin, yeni bir önderlikle, muhtemelen yeni bir güç tarafından kontrol altına alınarak başka bir politikanın ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu görünce, kendi çıkarları açısından rasyonel olan yolu seçti…
Genel Kurmay, Kontrgerilla ve sivil uzantılar, kendi çıkarları için, Kürtleri tesirsiz hale getirmek, 100 yıllık yeni bir Kürt köleliğinin temellerini atmak için A. Öcalanı kullanma kararını aldılar…’Süreç’ veya ‘çözüm’ gibi aldatmacalar buna yönelik olarak uyduruldu.
Öcalan’ı Kürtler’in tek önderi diye dayatan TC yöneticilerinin çırpınmaları boşuna değildir. TC, Öcalan’ı vazgeçilmez bir kahya olarak gördü ve onun prestijini ve etkisini Kürtlerin mücadelesini tasfiyede kullanmaya karar verdi. Ama bunun için de Öcalan’ın en azından daha uzunca bir süre Kürt hareketinin önderi olarak kalmasını sağlamak için bütün ajanlarını kullandı. Avukatların bir MİT olayı olduğu deşifre olunca, bu defa da ‘İmralı heyetleri’ adı altında yeni taktiklere başvurarak, Kürtlerin gözlerini boyamaya çalıştılar!. Öcalan’ın bu tasfiye politikasını uygulayabilmesi için, bunu Kürtler için yaptığı izlenimini vermesini sağlamak, işte ‘heyetler’ arasına serpiştirilen bazı tanınmış Kürt, yani bölünmeyi engelliyerek; (bölünme demek kontrolden çıkma demektir) toptan bir zararsızlaştırmaya ve teslimiyete ulaşmak….İşte TC parti ve silahlı kuvvetlerinin bir bütün olarak anlaştıkları ortak süreç…!
Bağımsız Kürdistan kavramı gün be gün sırasıyla DC, ekolojik toplum ve demokratik özerklik gibi içi boş kavramlarla yumuşatılıp, gelinen noktada bağımsızlık istemiyoruz, seviyesine kadar indirildi. Bu kavramlarla aşamalı olarak Kürt Halkı, Öcalan ve Devlet tarafından el birliğiyle kandırıldı ve ikna edilme noktasına getirildi. Bu durum netleştikten sonra Öcalan gurubu ve onun uzantıları durumunda olan yapılar, bugüne kadar gizli yaptıkları ihaneti açık bir şekilde yapmaya başladılar.
Açıkça, ‘Kürt devleti kurulursa karşı çıkarız’ demekten bile utanmamaya başladılar. Gelin Türk Kardeşler biz bir şey istemiyoruz yeter ki bizi adam yerine mi koyun demeye çalışıyor. Rıza Altun gibi kirli kişiliklerin Bağımsız Kürdistan ve özgürlük köleliktir demesi, iğrençliğin boyutunu gösteriyor!
Öcalan önderliğnde resmen Kürt düşmanlığı moda yapılmaya çalışılıyor! Artık Öcalan’ı, Türklerin gözünde sevimli hatta devlet için çalışan birisi olarak göstermek zorundalar yani böylelikle Öcalan’ın Türk Toplumundaki kötü imajını düzeltecekler ve ortamı buna göre hazırlayacaklar. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da, A. Öcalan ”insiyatifinde” sürdürülen ”sürece” destek vermesi, TC’ nin devlet olarak, Kürtleri tasfiye görevini ona teslim ettiğini göstermektedir…
Bunların hepsi Türkiye’de Erdoğan İmparatorluğunun kurulmasına zemin hazırlamak için yapılan son ve en büyük kirli işlerdir. Kürtleri Kürdistan için değil de Büyük Türkiye İmparatorluğu için feda ediyorlar.
Bağımsızlık, ancak bağımsız beyinlerle ve yüreklerle olur, köle ruhlu insanlardan bağımsızlık adına olumlu birşeyler söylemelerini beklemek hayalperestlik olur.
MİT kontrolünde inşa edilen bu sürec-açılım, tamamıyla Kürt düşmanı bir karakter taşırken, utanmadan ona, ‘önder’ demek rezalettir!. Dünyada bir sürü önderlikler vardır. Mesela Mandela, kendisine gelen bütün Güney Afrika heyetlerini geri çevirmiş, gidin ANC ile görüşün demiştir. Kendisine bakanlık teklifi bile yapılmış olmasına rağmen hepsini redetmiştir. Ayrıca kendisinde beyaz kanı var diye bir saçmalığa da başvurmamıştır.
KÜRT HALKININ ÇIKARLARI İLE AKP OSMANLICILIĞININ ÇIKARLARI BİRBİRİNE ZITTIR.
Osmanlı dönemin de Kürtler esir muamelesi gördü, TC ise bunu devam ettirdi. Fazla bir fark göze çarpmıyor: Osmanlı döneminde Kürt ağa- beyleri padişah için kahya görevini yerine getiriyor, birlik beraberlik için silah elde savaşıyordu… Bunların yerlerini, şimdi Kürtleri daha iyi Türkçe konuşarak, Erdoğan gibi padişah kırıntılarına peşkeş çeken yalaka Örgüt liderleri almış oldu!
Bağımsız irade yerine, seçimle gelen parlamenterlerle kurulan ”İmralı heyetleri”nin iradesiz kılınması, Kürt halkının ayrı bir millet oluşundan dolayı doğan tabii haklarının reddi, kendi kaderlerinin kendilerince tayininin inkar edilerek, ihanet eden bir şahsın iradesinin hakim kılınması, Kürtlerin mevcut şartlarla sağlanan yok edilme sürecini hedeflemektedir. Sözde Kürtlerin temsilcisi diye piyasaya sürülen, Kürt diktatörü rolündeki bir şahsın kişisel çıkarlarını savunmaktan başka bir amaçları olmayan sözde vekiller ne yazık ki ”süreç ” dedikleri şeyin neyi kapsadığını hala bilmiyorlar! Diktacıya kuyrukçulukta sıraya giren, sözde seçimle gelmiş bu insanlardan daha büyük bir rezalet beklenemez! ”süreç, açılım” diyorlar, ama ne olduğunu tam olarak bilmiyorlar. Seçimle gelen irade yerine,İmralı’da MİT ve özel harp elemanlarınca hazırlanmış, başka bir iradeye havale edilmiş bir planın başarı şansı aslında yoktur!!
Kürtler’i ‘düşmanına pazarlayan kişi’ olarak tarihe geçmenin önderliği!
Bu türden kirli oyunların senaryolarında rol almak için kişiliklerini satan figüranların, rezillik ve sefalet içine sokulan İmralı heyetlerinin, Tayip Erdoğan’ın Osmanlı’yı hedefleyen Türk islam sentezli propogandalarıyla Newroz bayramını bile kirletenlerin önderlik ile ne alakası olabilir? ”Biz olmasaydık AKP çoktan gitmişti, seçimleri sayemizde kazandılar.”.. benzeri demeçler vermek suç üstü yakalanmak demektir. Bu suçu işleyenler, utanmadan hala aynı hareketleri devam ettiriyorlar! Kürt düşmanı AKP’nin yıkılmasını engellemek, erdem değil, büyük bir ihanettir…! Yeni patronundan aldığı emir gereği, ”İslam bayrağı altında, Erdoğan’ın başkanlığı altında birleşelim” diyerek yeni stratejiyi dikteleyen, dolayısıyla Kürtleri 100 yıl daha esaret zincirine bağlayan bir şahsın kişisel çıkarlarını bütün Kürtlerin menfaatlerinden daha yüksek tutan yalakalar için, Erdoğan planından tam olarak neyin amaçlandığı da hiç önemli değil! Diktatör onlar adına düşünmüş ve kararı da o vermiştir.
Kürt lideri diye lanse edilen A. Öcalan’ın, AKP’nin post modern Osmanlıcılğına soyunması, Erdoğan kervanına katılması, Kürtler açısından utanç vericidir! AKP denilen hırsızlar çetesi, devletin şimdiki kırmızı çizgilerini belirleyen tek güçtür ve bu çizgiler Kürtler’in esirlik sürecinin devamını sağlayan zincirlerdir…Erdoğan diktatörlüğü kurtuluş değil, toplu yıkım sürecidir.
Saygılar ve Selamlar
Ferdi Kader, B. Zeynep Aker, Dursun İlkas, İsmail Balkır, Kazım Sincan, Sevda Suner, Murat Demir, Hasan Demir, Nurettin Aslan. murat Doğan. Hasan solmaz. Nuriye solmaz. Ekrem Demir. Mustafa Ender. metin yalcınkaya. Neco Kanıklı. Erdem Işık, Salih Işık