Mültecilik 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’nin kabulü ile hukuksal bir tanım olarak dünya gündemine girmişse de göçmenliğin ve sığınmacılığın tarihi toplumlarda iktidar olgusunun çıkışıyla paralel bir seyir izlemiştir. Yabancı topraklardan baskı ve zulüm sebebiyle kaçan insanların korunması medeniyet tarihi kadar eski bir olaydır. Bu özelliğe dair referanslar, Ortadoğu’daki Hititler, Antik Yunanlılar, Babiller ve Asurlular gibi en büyük imparatorlukların geliştiği dönemlerde, yani 3.500 yıl önce, yazılmış metinlerde bile yer almaktadır.
“1980 askeri darbesinden sonra 100.000 kadar siyasi muhalif Türkiye’den genelde Avrupa ülkelerine iltica etmiştir. Bunu Türkiye’de mevcut Kürt sorununa bağlı olarak özellikle 90’lı yıllarda artan Kürt nüfusunun Avrupa ülkelerindeki (kısmen Irak’a da söz konusu) sığınma arayışı izlemiştir. 1980-1995 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan yaklaşık 350.000 kişinin siyasi sığınma amaçlı olarak Avrupa’ya gittiği tahmin edilmektedir. UNHCR verilerine göre, 1980-1999 yılları arasında 579.510 kişi Türkiye’den kaçarak başka ülkeler nezdinde sığınma aramış, bu hali ile dünyada hatırı sayılır mülteci nüfuslarından birisi olmuştur.” (Av. Halim Yılmaz – Türkiye’de Mülteci Hukuku Ve Uygulaması).
Bugün Türkiye’den Avrupa ve başka bölgelere dönük mülteci akışı Suriye, Irak, Afganistan gibi ülkelerle kıyaslandığında daha düşük bir paya sahiptir. Sayılan ülkelerin ve batılı devletlerin paylaşım, sömürü politikalarına maruz kalan diğer devletlerin halkları iç ve dış savaşlardan korunmak için Avrupa kıtasının yanı sıra Türkiye, Ürdün, Lübnan, Irak gibi bölgemiz ülkelerine de sığınmak zorunda kalmışlardır.
Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNHCR) Haziran 2015 itibariyle tüm dünyada bulunan Suriyeli mülteci sayısının 4 milyon 13 bin olduğunu açıklamıştır.
Mültecilerin dışında en az 7,6 milyon kişi Suriye içinde yerlerinden edilmiş olarak aç, susuz ve güvensiz yaşamlarını çok zor koşullarda sürdürmeye çalışıyor.
Birleşmiş Milletler’in son rakamlarına göre, deniz yoluyla Avrupa’ya geçenlerin yüzde 45’ini Suriyeliler, yüzde 12’sini Afganlar, yüzde 8’ini Eritreliler, yüzde 4’ünü Nijeryalılar, yüzde 3’ünü Iraklılar, yüzde 3’ünü Somalililer, yüzde 2’sini Sudanlılar, yüzde 2’sini Gambialılar, yüzde 2’sini Bengladeş ve Senegalliler oluşturmuş. 2015 yılında şu ana kadar Ege ve Akdeniz’de 366 bin 402 göçmen deniz yoluyla Avrupa’ya geçmiş. Bunların 244 bin 855’i Türkiye’den Ege Denizi’ni kullanarak Yunan adaları yoluyla, 119 bin 500’ü ise, Libya ve diğer ülkelerden Akdeniz’i kullanarak İtalya’ya geçmişlerdir. 2015’te Akdeniz ve Ege’de şu ana kadar yaşamını yitirenlerin sayısı 2 bin 800 olarak açıklanmıştır (Demirbaş Timur-BİANET: https://bianet.org/bianet/insan-haklari/167862-dunyaya-siginamayan-multeciler )
Cenevre merkezli Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ise Akdeniz’i geçerek Avrupa’ya ulaşan mülteci sayısını 464 bin 876 olarak açıklıyor. Bu mültecilerin arasında yaklaşık 200 bin Suriyeli (en az 182 bin) bulunuyor.
IOM’ye göre, yılbaşından beri Avrupa’da denizyoluyla en fazla mülteci Yunanistan’a gitti. Yunanistan’a bu yıl 340 bin 991 mülteci giriş yaptı. Bunların yaklaşık 176 binini Akdeniz üzerinden giden Suriyeliler oluşturdu. İtalya’ya ise Akdeniz’i geçerek 121 bin 619 mülteci ulaştı. İspanya’ya 2 bin 166, Malta’ya 100 mülteci gitti.
IOM verilerine göre 2015’te Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken Akdeniz’de boğulan mülteci sayısı 2 bin 812.
İtalya’ya bu yıl içinde denizyoluyla ulaşmaya çalışırken 2 bin 620, Yunanistan’a ulaşmaya çalışırken 167, İspanya’ya ulaşmaya çalışırken ise 25 kişi boğuldu.
Görüldüğü gibi değişik kaynaklar 400 – 500 bin arası mültecinin Avrupa kapılarına dayandığını göstermekte.
Ağustos 2015 rakamlarına göre Türkiye’de kayıtlı Suriye’li sığınmacı sayısı 1.905.984 olarak açıklanmıştır. BM verilerine göre yılsonuna doğru bu sayının 2,5 milyona ulaşması beklenmektedir. Türkiye’de 300 bin de Irak’lı mülteci bulunmaktadır. Kamplarda kalan mülteci sayısı 300 bin civarındadır. Geri kalanlar ise başlarının çaresine bakmakta, Türk devletinden herhangi bir destek almamaktadır.
Türkiye hükümeti her ne kadar ülkesine yönelik mülteci akınından dolayı büyük maddi yük altına girdiğini ve batılı devletlerin yardımcı olmadığını ileri sürse de Suriyelilerin Türk ekonomisine ciddi katkıları da olmuştur.
SASAM’ın internet sitesinde yer alan bilgi ve değerlendirmeyi burjuvazinin ve onun devletinin yaşanan göç olayından nasıl yararlandığını ifade etmek için kısaca aktarıyorum: “Suriyeliler, özellikle gelişmiş ekonomiye sahip Gaziantep gibi illere ekonomik hareketlilik getirmektedir. Suriyelilerin hem ucuz, hem de yetenekli işgücü olması, (yoğun sömürü ile birlikte bn.) ekonomiye canlılık sunmaktadır. Bunun yanı sıra Suriyeliler, bulundukları bölgenin ekonomisine dolaylı bir katkı da sunmaktadır. AFAD’ın yönlendirmesi ile Suriyelilerin bulunduğu sınır illerinde verilen tüm hizmetlerle ilgili tedarikler, yerelden karşılanmaktadır. Böylece Suriyelilerin yerel halka yük olmasından ziyade, şehrin ekonomisine katkı yapması söz konusudur. Son olarak, sermaye ve işini Türkiye’ye taşıyan çok sayıda Suriyelinin ekonomik katkısı dikkate alınmalıdır. Türkiye, sivil halkın yanı sıra, Suriyeli işadamlarını da ağırlamaktadır. Net rakamlar olmamakla birlikte, 2013 yılı içinde Suriyelilerin Türkiye’de kurdukları şirket sayısı, önceki yıllara oranla üç kat artmıştır. Sadece Mersin ilinde Suriyelilerin 4 milyar dolara yakın yatırımı bulunmaktadır. Birçok Suriyeli işadamı, fabrikalarını Türkiye’ye taşımaktadır.” (Stratejik Araştırmalar Merkezi – SASAM, http://sahipkiran.org/2014/12/03/suriyeli-multeciler/)
Türkiye’nin BM’den ve AB’den yardım alamamasında en büyük etken kampların denetimini BM’ye bırakmamasıdır. Türkiye Suriyeli göçmenlerin bulunduğu kampları Suriye iç savaşına müdahale, örgütlenme, eğitim merkezleri olarak kullanmakta, buraları basına, kamuoyuna, sivil toplum kuruluşlarına, hatta milletvekillerine bile açmamaktadır.
Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde son aylarda yoğunlaşan mültecileri tehdit olarak kullanma politikası ise Avrupa’yı telaşlandırmış, Avrupa devletleri esas olarak kendi yarattıkları bir sorun olan mültecilerle karşılaşmamak için bazı küçük ödünler ve rüşvetler karşılığında Türkiye’yi AB’nin güvenli ülke statüsüne almayı tartışmaya başlamışlardır.
2015 yılında şu ana kadar 244 bin 855 mülteci Türkiye’den Ege Denizi’ni kullanarak Yunan adalarına geçmiştir. Sadece 16 – 18 Ekim 2015 tarihleri arasında, Merkel’in Türkiye ziyaretinden hemen önce Ege kıyılarından Yunanistan adalarına geçenlerin sayısı 28 bin 500 kişidir.
1951 tarihli BM Mülteciler Sözleşmesi’ne çekince koyan Türkiye Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor. Bu kişiler sığınmacı olarak kabul ediliyor ve güvenli 3. bir ülkeye yerleştirilmek üzere kalmalarına izin veriliyor. Kaldıkları süre içinde mülteciler geçimlerini kendileri karşılamak zorunda, devlet tarafından kendilerine barınacak yer, gıda, giysi vs. yardımı yapılmıyor. Ödeme güçlüğü olanların sağlık sigortası devlet tarafından ödense de bürokratik işlemler birçok mağduriyete neden olabiliyor.
Avrupa dışından gelenlerin mülteci olarak kabul edilmemeleri onları zayıf bir statü altında sürekli olarak geldikleri ülkelere geri gönderilme tehdidi altında bırakıyor.
Düşünce, ifade, örgütlenme, toplanma özgürlüğünün bulunmadığı, işkence uygulamalarının gerçekleştiği ve faillerinin cezasızlıkla korunduğu Türkiye’nin sığınmacılar için güvenli ülke olduğu iddiası sadece bir ironi olabilir. Bu öneri Avrupa’nın küçük ödünler karşılığında üzerindeki yükü atması, Türkiye’den gelecek mültecileri her zaman Türkiye’ye geri gönderme imkanına sahip olması anlamını taşımaktadır.
Almanya ve AB tarafından getirilen bu öneri Avrupa ve mülteciler açısından bir çözüm olmaktan uzaktır.
Çözüm için önce Avrupa ve Amerika’nın Ortadoğu ve dünyanın diğer bölgelerindeki iç savaşları, yıkımları destekleme, kışkırtma ve bizzat gerçekleştirme politikalarından vazgeçmesi, kendi yarattıkları sorunlar nedeniyle ülkelerini terk eden mültecilere koşulsuz olarak kapılarını açmalarıdır.
Mülteciler değil batılı devletler dünyanın sırtına maddi ve insani bir yük durumundadır. Yapılması gereken ülkelerini terk etmek zorunda kalanların maddi zararlarının tazmini ve onlara yaşam alanlarının açılması, bu politikalardan sorumlu olan politikacıların ve ekonomik güç odaklarının yönetici ve sahiplerinin yargı önüne çıkarılmasıdır.
647 kez okundu.