Mazlum yoldaşın ardından

 necmettin yalçınkaya mazlum

Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Yetmişli yılların ortalarıydı. Atletik yapılıydı. Simsiyah saçları ve ışıltılı gözlerinde bir kararlılık ve sevgi vardı hep. Kısa sürede herkesin beğenisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu. Gırgırdı, taklit yeteneği fazlaydı. Öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederdi. Dernektekilerini gülmekten kırar geçerdi

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk geçerdi kızgınlığı. Dernek basıldı bir gün. Gözaltına alındı, sorgusundan sonra tutuklandı. Buca Cezaevi’nde mahpus yattı. Çıktıktan sonra birkaç yoldaşıyla birlikte Meriç’ten Yunanistan’a geçmiş, oradan da Lavrion Kampına konulmuş.
Lavrion’da kalan kuzenim anlattı. “Bir gün yüksekçe bir surun üzerinde oturmuş, sohbet ediyorduk. Sur duvarının hemen dibinde deniz epey derindi. Aramızda, “Atlayalım” diyenler oldu, ama kimse cesaret edemiyordu. Sonra aramızdan biri: ‘Partizancı biri olsaydı mutlaka atlardı’ dedi. Birden İbo ayağa kalkıp üzerindekileri çıkarmaya başladı. Üzerinde bir donu kalmıştı. Şaşkın bakışlarımız arasında kendini o yükseklikte boşluğa bıraktı. Suya batıp batıp çıkıyordu. Bağırtılarımıza gelen bir balıkçı teknesi İbo’yu boğulmaktan son anda kurtardı. Surdan inip telaşla karışık bir korkuyla yanına koştuk. Bizi görünce güldü.
“Sen yüzme bilmediğin halde ne ucuz kahramanlık yapıp suya atlıyorsun?” dedi bir arkadaş.
İbo dik dik yüzümüze baktı:
“Arkadaş” dedi, “Partizancılara laf söylettirmem!”

2003’ün sonlarına doğru önce Almanya’ya, oradan trenle İsviçre sınırına geldim. İbo ve kuzenim gelip aldılar beni. Otuz yıl sonra bu onu ilk görüşümdü. Saçları seyrelmiş, göbeği çıkmıştı ama gözlerindeki ışıltı yanıyordu hâlâ. Önce döner ısmarladı bana. “Karnını doyur yoldaş” dedi, “olur ki yakalanırsan aç kalma.” Sınırdan tok karnımla geçtim.
Mazlum iyi bir yoldaşım, iyi bir arkadaşım oldu hep. Gecelerde, etkinliklerde, yürüyüşlerde omuz omuza olduk. Görüşmediğimizde telefonlaştık. Annem çok severdi onu. O da annemi. Sıklıkla arardı annemi. Hatta annem beni Mazlum’a emanet etmiş: “Benim oğlum oralarda daha çok yeni. Gözün üzerinde olsun” demiş.
Kuşkusuz oğlu Uygar’ı da çok severdi ama Kızı Ceren’i yanında ayırmazdı. Gerçi kovsan da gitmezdi Ceren, hep arkasındaydı.
***
Geleneksel ATİK yaz kampı için gittiği Yunanistan’da 5 Ağustos’ta geçirdikleri bir trafik kazasında ağır yaralandı Mazlum yoldaş. Bu kazada Ceren’i yıldızlara uğurladık. O bilmedi hiç. Komadaydı; her zamanki gibi direniyordu. İnatçılığı ve direnciyle yaşama tutundu. Çıktı komadan. Konuşamıyordu ama gözleriyle yoldaşlarını selamlıyor ve yaşama “merhaba” diyordu.
Dört ay direnebildi, 12 Aralık’ta elveda dedi yaşama ve dostlarına… Belki de Ceren’in yokluğunu hissetti. Çok sevdiği biricik kızını yalnız bırakmak istemedi. Bu yüzden o da gitti.

512 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir