NOT: Değerli okurlar bu yazıyı ilk yayınladığımızda teknik bir hatadan dolayı yazı eksik yayınlanmıştı , Şimdi düzeltilmiş haliyle ve özür dileyerek yeniden yayınlıyoruz.
Engin Erkiner
Irkçılık derecesinde sağ partiler ve politikacılar değişik ülkelerde hızla taraftar topluyor. Bu konuda önce bilgi vermek sonra sonuç çıkarmaya yönelmek gerekir.
ABD’de gelecek yılın Ocak ayında yapılacak başkanlık seçimi için hangi partiden kimin aday olacağı yaklaşık olarak kesinleşmiş durumda. Ön seçimler henüz bitmedi ama Donald Trump’un Cumhuriyetçilerin adayı olacağı kesin gibi (diğer aday da Hillary Clinton olacak gibi görünüyor).
Trump’un hızlı yükselişi partisindekileri bile şaşırtmış durumda… ABD-Meksika sınırına duvar çekilmesinden, Müslümanların kesinlikle ABD’ye alınmaması gerektiğinden söz eden Trump’un destekçileri özellikle kırsal kesimden ve büyük kent varoşlarından… Başka bir deyişle ekonomik durumu kötü olanlar, sürekli işsiz kalanlar arasında Trump’un oldukça destekçisi bulunuyor.
Fransa’da yapılan bölgesel seçimlerde Ulusal Cephe (FN) yüzde 28 oy alarak en büyük parti oldu. İki turlu seçim sistemi sayesinde ikinci turda tek yeri bile kazanamadı ama ırkçı bir partinin en güçlü olmasının diğer partilerin politikasını etkilememesi mümkün değildir.
Fransa’da eski işçi merkezleri Front National’in (Ulusal Cephe) en fazla oy aldığı yerler durumundadır.
Macaristan’da Orban hükümeti basınla ilgili yasaları sertleştirdi ve sınırları kapatarak ülkeye mülteci almıyor.
Polonya’da da benzer yönde gelişme var. Hükümet sanatçılardan Polonya tarihindeki kahramanlıkları öne çıkaran yapıtlar vermelerini istedi (bize ne kadar benziyor!)
Çek Cumhuriyeti başbakanı, “Müslümanlar ülkemize gelirse kadınlarımız taşlanacaklar” dedi. Slovakya yönetimi de mülteci alabileceğini ama Müslümanları almayacağını açıkladı.
İsviçre’de hafif de olsa suç işleyen yabancıların sınırdışı edilmesi referanduma sunuldu ve teklif yüzde 59’a karşı yüzde 41 ile reddedildi. Sonuç iyi olmakla birlikte yüzde 41 de büyük rakamdır ve bunun İsviçre’deki politikayı sağa doğru etkilememesi mümkün değildir.
Almanya’da ise Alternative für Deutschland – AfD (Almanya İçin Alternatif) partisi yüzde 10’un üzerinde taraftara sahip olarak Hıristiyan Demokratlar, SPD ve Yeşiller’den sonra ülkenin dördüncü büyük politik partisi durumuna gelmiş durumda. Hessen eyaletinde yeni yapılan yerel seçimde yüzde 10 civarında destek sağlayan bu parti, daha sonra üç eyalet seçiminde de yüzde 10’u geçerek eyalet parlamentolarına girdi.
Bu parti, Nazi partisi olarak NPD’nin aksine toplumda geniş bir desteğe sahip. Mültecilere kesin olarak karşılar ve sınırların kapatılmasını istiyorlar, göçmenlerle ilgili görüşleri de tahmin edilebileceği gibi buna uygun çerçevede bulunuyor.
Almanya’da çok değil on yıl önce bile Hıristiyan Demokratların ülkeye çok sayıda mülteci alacağı ve SPD-Yeşiller ve Sol Parti tarafından da başbakan Merkel’in bu konuda destekleneceği düşünülemezdi.
Alman toplumunu mülteciler nedeniyle korku sarmış durumda…
Mülteci yurtlarına yapılan çok sayıda saldırı var ama buna karşı geniş bir hareket de oluşmuş durumdadır. AfD’nin yükselmesi göçmenler ve mültecilerle ilgili tartışmaları hızlandıracaktır.
AfD hiç genel seçime katılmadığı için toplumun hangi kesimlerinden özellikle destek aldığı analiz edilmemiş durumdadır, sadece her kesimden desteğinin bulunduğu bilinmektedir.
Hıristiyan Demokratlar konuya soğukkanlı bir uzman gibi yaklaşarak, protesto partilerinin uzun vadede şanslarının olmadığını belirtiyorlar. Mülteci sorunu gündemden düşerse, bu partinin de desteği azalır düşüncesindeler. AfD de sanki bu düşünceyi sezmiş gibi programını detaylandırıyor ve amanın neler savunuyor:
İşsizlik sigortası özelleştirilmelidir. Başka bir deyişle, sigorta yaptırırsanız, işsiz kaldığınızda işsizlik aylığı alırsınız, yoksa hiçbir şey alamazsınız.
İslam Almanya’ya ait değildir; minareler yasaklansın.
Başbakan Merkel birkaç yıl önce “İslam’ın Almanya’ya ait” olduğunu savunduğunda kendi partisi içinden bile itirazlar olmuştu. Evet, Almanya’nın tarihsel olarak islamla ilişkisi olmamıştı ama ülkede dördüncü kuşağı da Müslüman olan geniş bir göçmen kitlesi vardı. Almanya bu insanların dinini dışlayamazdı.
Almanya göçmenlerle ilişki bakımından Fransa ve Belçika’ya benzemiyor. Dışarıdan öyle görünmemekle birlikte Almanya göçmenlerin uyumu konusunda Avrupa’nın önde gelen ülkeleri arasındadır. Bunun bir nedeni eğitime yapılan ve korkunç belirlemesinin hafif kalacağı yatırımdır. Bir toplumda şu veya bu düzeyde eğitim görmek, o toplumu benimsemek anlamına gelir yönünde düşünülüyor.
Başka faktörlerle birleşmediği zaman tek başına eğitimin etkisi sınırlıdır.
Bunun örneklerini Fransa ve Belçika’da görmek mümkündür. Charlie Hebdo ve daha sonra stadyum ve diskoteğe saldırı yapanların büyük bölümü dışarıdan gelmemiştir, bu ülkenin insanıdır. C. Hebdo baskınını yapanlar, polisin ifadesine göre, mükemmel Fransızca konuşuyorlardı. Bu insanlar Paris’in çevresindeki banliyölerde büyümüşler, Fransız vatandaşı olmalarına rağmen dışlanmanın her çeşidiyle karşılaşmışlardı.
İnsan sadece bu nedenlerle El Kaide ya da İslam Devleti’ne katılmaz ama bunlar itici faktörlerdir.
Göçmen kökenlilerin dini radikalleşmesini tümüyle engellemek mümkün olmamakla birlikte, denetim altında tutabilmek ve yayılmasını engellemek mümkündür. Bunun değişik yolları bulunuyor.
Esas mesele şudur: bir ülkenin dilini mükemmel derecede bilmek, o ülkedeki toplumsal değerleri kabul etmek anlamına gelmez. Mükemmel Fransızca bilmek, kadınları aşağı cins olarak görmeyi engellemez.
Buna karşı alınabilecek en iyi önlem, iki cinsin birlikte sosyalizasyonu dur. Almanya’da bazı mahkemeler, “dini inançlarımıza aykırıdır, dinimizi yaşamak istiyoruz” gerekçesiyle kızlarının oğlanlarla birlikte spor derslerine katılmamasını isteyen ailelerin başvurusunu reddetti. Kadın ve erkeğin psikolojik gelişmesinin sakatlanmasına yol açan ayrı sosyalizasyonun din özgürlüğüyle ilgisi yoktur.
AfD de başka ülkelerdeki sağcı partiler gibi insanların islama karşı korkusunu kullanıyor. İslamın bazı örnekleri gerçekten korkutucudur, buna diyecek yoktur ama bununla mücadele yasaklamalar ya da dışlamalarla olmaz. Fransa örneği ortadadır.
Almanya’nın göçmenleri kendine bağlamak ve farklılıkları denetim altında tutmak konusunda kendine ciddi bir güveni var. Fransa ve Belçika’daki göçmen mahalleleri Almanya’da oldukça az bulunuyor. Bu konuda baştan önlem alınmış olması gerekiyor. Kendi içine kapalı yaşamak birkaç kuşak sürünce, bunları dağıtmak artık çok zordur. Yeni gelen mülteciler için de benzeri düşünülüyor. Mültecilerin büyük sayılar halinde birlikte değil, yerli toplumla birlikte oturmaları ve bunun için de gerekirse yerleşme yasağı uygulanması düşünülüyor. Yerli toplumdan kastedilen sadece Alman kökenliler değildir, yıllardan beri bu ülkede yaşayan göçmen kökenliler de yerli toplum kapsamındadır.
Yeni gelişmelerden, ülkeye sürekli gelen yabancılardan en fazla çekinenler ve bunlara karşı kapıların kapatılmasını isteyenler arasında işçiler ve ekonomik durumu kötü olanlar önemli yer tutuyor. Sağın da sağı partilerin destekçileri arasında bu kesimler önemli yer tutuyor.
“Dünya karmaşıklaştıkça, insanların düşünce tarzı basitleşiyor” belirlemesi önemli bir doğruyu gösteriyor denilebilir. Sağın sağı partiler de içerik olarak yanlış ama basit saptamalardan hareketle genellemelere giderek bu insanlara yaklaşıyorlar.
“Sınırları kapat, Müslümanları alma ve biz de rahat edelim” düşüncesi basit ama hem yanlış hem de uygulanamaz. İki aylık bir felsefe dergisi “Philosophie Magazin” önceki sayısını mültecilere ayırmıştı ve giriş yazısında şu önemli belirleme yapılıyordu: mülteciler Avrupa Birliği’ndeki bir kuşağın rüyasına son verdiler. Dünyanın her tarafında savaşlar ve göçler olurken, AB’nin bundan etkilenmemesi mümkün değildir.
Durum budur ve bundan kaçmak mümkün değildir.
Buradan hareketle şöyle bir basit belirleme yapılabilir: “silah ihraç ediyorlar, savaşlar oluyor ve göçler ortaya çıkıyor”.
Karmaşık bir sorunu açıkladığını sanan basit bir düşünce…
Silah üretimi, ihracatı ve savaşlar otuz yıl önce de vardı ama böylesine göç yoktu. Milyonların AB kapılarına dayanması söz konusu değildi.
Demek ki, başka faktörler de bulunuyor ve bunların etkisiyle büyük göç ortaya çıkıyor.
Bu konuyu daha önceki yazılarda ve Mülteciler-Göçmenler kitabında açıklamaya çalıştım. Bu kitapla ilgili olarak konuştuğum bazı insanlar moralimi bozdu diyebilirim. Konuyu üstünkörü bilenlere bir şey söylemeyeceğim ama 30 yıldır bu alanda çalışan ama mülteci ile göçmenin farkını bilmeyenlerle karşılaştım.
Büyük göç dalgasının sarsmayacağı hiçbir toplum bulunmuyor. İstediği kadar sınır kapatsın, sağ partiler kitle desteğiyle iktidara gelsin; bunu önlemek mümkün değildir.
Yapılan bir araştırmaya göre ekonomik kapasitesine göre en fazla mülteci alan üç ülke; Almanya, Kanada ve Norveç’tir. Fransa başbakanının Almanya’nın tutumuyla ilgili olarak “çıldırmış bunlar” demesi açık bir korku göstergesidir. Haksız değiller çünkü içer dekiyle baş edemiyorlar ve çok sayıda yeni mülteci almak bu durumda düşünülemez. Ama bu sorundan kaçamayacaklar… Ulusal Cephe isterse daha fazla oy alsın, işçiler ve yoksullar da onu desteklesin, ama bu sorundan kaçamayacaklar…
244 kez okundu.