Ganime Gülmez
İnsanın artık görmeye dayanamadığı, yazarken bile tüylerimizin diken diken olduğu “BOĞULMA” sahnelerine karşı birşeyler yapanlar da var.
Dün Almanya’nın Bochum şehrinden bir tiyatro grubu sokağa çıktı. Et mamüllerinin taşındığı nakliye aracıyla hem de. Çocuğundan gencine, kadınından erkeğine, sokaktaki insanları bu araca davet etti. “Havasızlık ne demek bilir misiniz?” diyerek, 71 insanın dramını sokaklara taşıdı. Araca insanlar akın ettiler! Çocuklar araçtan, ölenleri anlayarak hıçkırıklara boğularak indiler! Daha dünyanın kirlenmişliğinden tam habersiz, tertemiz taleplerde bulundular! Bize de umut verdiler!
“1 Eylül Dünya Barış Günü”nde Avrupa’nın birçok ülkesinde ‘ilticacılara yaşama hakkı verilsin’ sloganlarıyla yürüyen az değildi.
Bütün bu kabaran duygulara-tepkilere, insan hakları taleplerine karşı; mültecilere destek vermek amaçlı düzenlenen bir dizi etkinlik yasaklandı. Böylesi etkinliklerin başvuruları reddedilmeye başlandı.
Önceki haftaya dek Yunanistan’dan Makedonya’ya serbest olan sınırlarda, insanlar makedon askerleri tarafından gaz bombalarıyla engellendi. Orada da, fotoğrafları basına yansımayan yüzlerce çocuk vardı!
Neden bu insanların acelesi, neden hiç görülmemiş yoğunlukta, akın akın yollardalar? İnsan Hakları aktivistleri, bu tarihi canlı canlı yazabilmek için sınır turlarına çıktılar. Ellerinden geldiğince, sınırlı röportajlarla gezilerini aktarıyorlar. Suriye-Türkiye sınırlarında detaylarını tam olarak bilemediğimiz bir sınır-duvar örülmeye başlandı. Sırbistan-Macaristan arasında bir “sınır” inşa edilmesi, yani şimdiye kadar onbinlerce insanın geçiş yaptığı, açık olan kapıların kapatılması kararı alındı. Türkiye’den Lübnan’a dek, iltica kampları oluşturulmaya başlandı. Bu kamplar da, ağırlıklı olarak Avrupa’da oluşturulmuş ‘Enternasyonal Yardım’ adı verilen kurumlar tarafından inşa ediliyor! Avrupa dışındaki ülkelerde yeni “iltica statüleri” henüz hukuksallaşmamış olsa da, harıl harıl tartışılıyor(bu ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, çok boyutlu yeni bir ‘insan deposu’ kurma çalışması olduğunu hergün duymaktayız).
Örneğin ‘Almanya Solu’ neler talep etmeye başladı? Ne tür önergeler vermeye başladı? “Suriye’de savaş var. Bunu resmi iltica gerekçesi olarak kabul ettiğimiz söyleniyor. Kaçış yollarının Türkiye’den başlayıp Yunanistan’la sürdüğü aşikar. Türkiye’ye kaçabilenler rahatlıkla Alman Konsolosluğu’na gidip, insani vize alıp buraya gelebilirler. Madem Almanya savaş mağdurlarına kapımız açık diyor, neden sadece ‘sağ kalabilenler, boğulmayanlar’ Avrupa’ya varabiliyor? Neden insanlar şimdiye kadar tanımlanmış sahnelerde oynatılmaya devam ediliyor?”. Ya da ‘Avrupa Solu’ tekrar, böylesi talepleri dile getirmek için ‘sokağa çıkma’ hakkının engellenmesiyle mücadeleyle yüzyüze!
Pilotlar, demiryolu işçileri, eğitmenlerin grevlere gittiği bir Avrupa sahnesinde; ‘beğenmiyorlarsa gitsinler, kendi ülkelerinde ekmek mi bulabiliyorlardı, onları biz mi besleyeceğiz’ sesleri körükleniyor ve bunların gürleşeceği günler hiç de uzak değil…..
Yıllardır, defalarca, yüzlerce insanın gözümüzün önünde boğulduğu sahneler kısa sürede bitecek, sonlanacak gibi görünmüyor. Tüm bunlara karşın biz, ‘sınırsız bir dünya’ özlemindeyken; yeni sınırlar inşa edilmeye başlanıyor.
Herşey çok karışık, belirsiz, yoğun ve fazla! Yani hava çok puslu! Böylesi bir dönemde, çoluğundan-çocuğuna, bir avuç insan dahi olsa, sokaklarda ağlayarak ‘niye bu insanlar böyle öldüler’ diyebiliyorsa hala; bize de sürekli KALDIRIN SINIRLARI talebimizi unutmadan haykırmak düşer.
-Fotoğraf “Adil Okay okurları” sayfasından alınmıştır.
502 kez okundu.