ENGİN ERKİNER
INTERPOL statü olarak dernektir ve bir çeşit uluslar arası polis kuruluşu olarak hizmet verir. Ülkelerin polis örgütlerinin ilgili birimleri aranan ama ülke dışına çıktığı anlaşılan kişilerin kimliğini bu kuruluşa iletir, İnterpol de diğer ülkelerin polis örgütlerini ilgili kişi ve arandığı suç konusunda bilgilendirir. Böylece kişi dünya çapında aranmaya başlar.
İnterpol tarafından ciddiye alınan ve alınmayan arama kararları vardır. Mesela siyasi suçtan arama kabul edilmez. Keza ciddiyetsiz arama taleplerini de kabul etmeyebilirler ama Kırmızı Bülten’le arama taleplerinin ne kadar incelendiği de belli değildir. İnceleme genellikle üstünkörü yapılmakta ve aranan kişi başka bir ülkede yakalandığında, o ülkenin adli makamları –diyelim Türkiye’den- arama dosyasını talep etmektedir. Türkiye yakalanan kişinin iadesini istemekte ve neden arandığı hakkındaki dosyayı iletmektedir. Gerisi artık kişinin yakalandığı ülkenin mahkemelerine kalmaktadır.
1982 yılında Türkiye polisi sık sık ülke dışına çıktığı anlaşılan kişiler hakkında uluslar arası arama kararı –Kırmızı Bülten olarak da bilinir- çıkarılması için İnterpol’e başvuru yapardı. O yıllarda Fransa’dan iltica almak genellikle hızlı yürüdüğü için çok kişi bu ülkeden iltica pasaportu alır ve ardından da trenle Almanya’ya gelirdi. Alman polisi Aachen sınırında yaptığı pasaport kontrolünde bu kişilerin İnterpol listesindeki adını görür ve gözaltına alırdı. Ardından Türkiye polisi haberdar edilir ve kişinin dosyasının gönderilmesi istenirdi. Bu dosya gelince gözaltındaki kişi mahkemeye sevk edilirdi. Türkiye bu kişinin iadesini isterdi ama dosyayı inceleyen hakim genellikle bu isteğe uymaz ve kişi de politik iltica aldığı Fransa’ya geri gönderilirdi.
1980’li yıllarda ilginç bir olay olmuştu. Fransa’dan iltica alan ve Kırmızı Bülten’le aranan Partizan kökenli bir arkadaş –adını hatırlamıyorum- Aachen’daki denetimde yakalanır. Kişinin dosyası Türkiye’den istenir ve dosya gelir: 110 kişiyi öldürmekle suçlanmaktadır! Türkiye’deki polis aklına geleni dosyaya doldurmuş ve ne kadar çok doldurursa o kadar da ciddiye alınacağını sanmıştır. Tahmin edilebileceği gibi gözaltına alınan kişi kısa sürede Fransa’ya iade edilir.
Burada ilginç olan, Aachen civarındaki Alman polislerinin toplanıp kişiyi görmeye gitmeleridir. 110 kişiyi öldürmekle suçlanan nasıl bir kişidir diye merak etmişlerdir.
Aradan yıllar geçti ve Türkiye dosya hazırlamak konusunda uzmanlaştı. Artık aklına geleni dosyaya yazıp ciddiyetsiz bir belge hazırlamaktansa, titiz çalışıyor.
Türkiye, Kırmızı Bültenle arama kararını ülke dışına çıkan büyük dolandırıcılar ve bazı sağcılar için de kullanmakla birlikte, esas olarak sosyalistlere karşı kullanıyor.
Uluslar arası yakalama emriyle aranılan kişiler genellikle bulundukları ülkede gözaltına alınmazlar ama başka ülkeye gittiklerinde iş değişir. Burası bir Batı Avrupa ülkesi olabileceği gibi Avrupa Birliği’nin yeni ülkelerinden birisi de olabilir. Bu ülkeye girilirken ya da çıkılırken yapılacak bir kimlik kontrolünde kişi gözaltına alınır ve hemen Türkiye’ye haber verilir. Türkiye de hemen kişinin bu kez daha özenli hazırlanmış dosyasını gönderir ve iadesini ister. Kişi mahkemeye verilir ve bu arada diğer Avrupa ülkelerinde bulunan siyasi göçmenler de ilgili kişinin serbest bırakılması için kampanya açarlar.
Kampanya genellikle başarılı olur. Sonuçta gözaltına alınan kişi başka bir ülkede politik iltica hakkı elde etmiştir ve arandığı ülkeye gönderilmesi ciddi olarak sakıncalıdır.
Bazı durumlarda kişi yaşadığı ülkede gözaltına alınır. Bu konuda Almanya ve İsviçre örnekleri bulunmaktadır. Bu durumda daha hızlı müdahale edilebildiği için iade kararı alınması daha zordur.
Önemli olan Türkiye’nin uluslar arası yakalama emri konusunda sıkı şekilde çalıştığının bilinmesidir. Bunun son örneğini imza günü için gittiğim Zürih’te öğrendim.
Neredeyse 20 yıldır görmediğim TKEP kökenli bir arkadaş İsviçre’den çıkamadığını söyledi. Nedeni, hakkında Kırmızı Bülten çıkarılmış olmasıydı.
Hayret ettim. “Sen 20 yıldan fazla zamandır bu ülkedesin, bu kadar zaman sonra bu ne araması?” diye sordum.
Kendisi bir Güney Avrupa ülkesine tatile gidiyor. Pasaport kontrolündeki polis, hangi ülkeden geldiğini soruyor. “İsviçre” diyor. Polis de dikkatli olması anlamında bir şeyler söylüyor. Döndüğünde araştırıyor ve hakkında Kırmızı Bülten olduğunu öğreniyor.
1992’de yakalanan bir kişi işkencede onun adını vermiş, ardından 1993’teki yakalanmada yine adı gündeme gelmiş; polis iki ifadeyi birleştirip uluslar arası arama kararı istemiş. Edindiği bilgiye göre 2018’e kadar bu karar yürürlükte kalacakmış. 1993-2018 yani 25 yıl sonra sanırım karar kalkmayacak ama gözden geçirilecek.
İsviçre dışına çıkmamakla en iyisini yapıyor çünkü başka bir ülkede gözaltına alınırsa bir süre tutuklu kalacak, dosyası Türkiye’den istenecek ve iade konusunda karar vermesi için mahkemeye başvurulacak
Türkiye uzun süreli açlık grevi sonucu Wernicki Korsakof’a yakalandığı için serbest bırakılan, tedavi olmak için ülke dışına çıkanlarla ilgili olarak da Kırmızı Bülten başvurusu yapmış durumda.
Türkiye’nin böyle bir hakkı bulunduğuna ve dosyaları da eskisine göre daha özenli hazırladığına göre yapılabilecek olanlar aşağıdakilerden ibaretmiş gibi görünüyor:
Birincisi: İnterpol’den Türkiye’nin isteklerini daha özenli incelemesi istenebilir ama buradan sonuç çıkacağını sanmıyorum çünkü dosyalar daha iyi hazırlanıyor ve daha iyi senaryolar üretiliyor.
İkincisi: Yaşadıkları ülkede ya da başka bir ülkede Kırmızı bülten nedeniyle gözaltına alınan politik mülteciler ya da eskiden böyle olup da yaşadıkları ülkenin vatandaşı olmuş olanlar için daha güçlü kampanya olanakları üzerinde düşünülmesi ve hazırlık yapılması gerekir.
Üçüncüsü: Bazı arkadaşların gevşekliği bırakıp konumları hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmalarında yarar vardır. En azından kötü bir sürprizle karşılaşmazlar.
2207 kez okundu.
Ek olarak: geçmişte, bir ülkede iltica başvurusu yapan kişi (diyelim ki Almanya’da), red aldığında başka bir ülkede(örneğin İsviçre’de) iltica başvurusu yapabiliyordu. Bu hak uluslararası bir yasayla kaldırıldı(son yıllarda yeni bir değişiklik olmadıysa, Norveç, İsveç, bu anlaşmayı yapan ülkeler arasında değil). Kaldırılmasıyla birlikte-2002’den itibaren-, hakkında Interpol araması olanlara “Seyahat Sınırları” çizildi. Yani çok kapsamlı bu yasayla birlikte, iltica ettikleri ülke dışına çıkmaları “dolaylı” olarak yasaklanmış oldu.
Almanya, diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye’yle, yine 2002’den itibaren özel-yasal anlaşmalar yaptı. Bu yasaların kapsamı, 2 sayfalık bir açıklıkla, Politika Gazetesi’nde çok detaylı olarak yayınlandı. Avukatlar dahi, bu yasaların kısa sürede-pratikte yürürlüğe gireceğine inanmıyorlardı(verdikleri seminerlerde kendileri bunları açıkça ifade ettiler). “129 b” denen madde, bu anlaşmanın asıl omurgası. Türkiye’nin “suçlu” gördüğü şahısları Almanya, kendi “İnsan Haklarını Koruma Yasaları”na rağmen, uluslararası Cenevre İnsan Hakları Sözleşmesi’ne rağmen: Almanya’da 10 yıla varabilecek hapis cezasına çarptırabilir, direk Türkiye’ye iade edebilir. Bu durumda müvekkillerini yasal olarak savunma haklarının dahi ellerinden alındığını bildiren avukatlar, yanılmıyorsam 2005-2006 yılları arasında; bu konuyla ilgili yoğun seminerler düzenlediler, savunma haklarını almak amacıyla kampanyalar düzenlediler.
Nihayetinde; tutuklanan bir politik mültecinin “Almanya’ya iadesi”, hapis ya da iade “cezasının” yasal olarak gerçekleştirilebilmesinin somutlaştırılabilmesi anlamına geliyor.
Bu yasalar kapsamında, PKK davasından Almanya’da tutuklanan, 16.Madde gereğince, aldığı Alman Vatandaşlığı olmasına rağmen Türkiye’ye gönderilen, ya da Hamburg’da yıllardır tek hücre cezasına çarptırılmış olanlar: bu yasaların uygulanışının ilk örnekleri oldu. Bilgilenilmek istenirse: Rote Hilfe avukatları ve dergisi bu konuyu, somut örneklerle dergisinde sürekli gündemleştirmeye devam etmekte, avukatlar talep üzerine müvekkillerinin hukuki durumu ve Almanya’daki yasal değişiklikler üzerine seminerler vermekte, bu kapsamdaki kampanyaları sürdürmeye devam etmekteler.
Engin`e yazısıyla bu bilgileri aktarmaya vesile olduğu için teşekkür ederek:
Rote Hilfe dergisinin son sayısından:
129 b yasasından 2011 itibariyle ceza almış ve yargı sürecinde olanlarla ilgili, avukat Heinz Schmitt’le yapılan röportajdan;
Mehmet A: 3 yıl 6 ay. – Metin A: 4 yıl 6 ay – Ali İhsan K: 2 yıl 6 ay – Sedat K: 2 yıl 3 ay – Rıdvan Ö: 3 yıl 6 ay – Abdullah S: 6 yıl – Vezir T: 3 yıl.
Hala hapishanede olanlar:
Metin A: 2014’ten itibaren, 4 yıl 6 ay – Mehmet D: 2014’ten itibaren tutuklu – Düzgün Ç: Aralık 2014’ten itibaren tutuklu – Ali Ö: Şubat 2015’ten itibaren tutuklu – Abdullah S: Mart 2015’ten itibaren tutuklu.
Ardından bu konuyla ilgili sıcak gelişmelerle, ATİK’e yapılan saldırılarla ilgili Buvo-Heinz’dan bir yazı, dayanışma mesajları var.