“İçeridekilerden haber alıyorum; sıcaktan perişanlar! Tansiyonu vs. olanlar nasıl zorlanmaya başlamışlar… Biraz esinti yollayabilseydik tutsaklara…”
Adil Okay
Sıcak çok sıcak. Gerçi bütün ülke yılın en sıcak günlerini yaşıyor. Ama yaşadığım coğrafya fazlasıyla kavruluyor. Bu satırları yazarken sıcaklık 38 dereceyi gösteriyor, nem oranıyla beraber 50 dereceyi buluyordu. Doğal olarak bu iklim koşullarında hayat neredeyse duruyor. Evden çıkmak bile zor geliyor insana. Ama mutlaka yapılması gereken dünyevi işler var. Ve yazılması gereken yazılar- yanıtlanması gereken mahpus mektupları.
Peki tutsaklar bu sıcakta ne yapıyorlar. Özellikle hasta olanlar nasıl yaşıyorlar. Klimaları yok. Ama vantilatör imkânları var sanıyorum. Yani parayla kantinde satılıyor olabilir. Emin değilim. Zira tutsaklar masa ve sandalyeyi bile kantinden satın almak zorundalar. Dışarıdan temin etmek yasak. Ketıl gibi su ısıtıcıları da öyle. Tabi bunları kantinden satın almak yetmiyor, ayrıca harcanan elektrik parasını da ödemek zorundalar. Şaşırdınız değil mi? Evet öyle. Yönetmelikmiş bunun adı. Hapishanelerde özelleştiremeye adımlar diyorum ben buna. Geçenlerde hapisten yeni çıkan bir kadından devletin beş bin TL yemek parası istediğini, ödeyemezse haciz geleceğini öğrendim. Elinde evrakla İHD’ye başvurmuştu. Yani hapiste verilen yemeğin parası isteniyordu.
Sıcak diyordum. Aklıma Adana hapishanesinde geçirdiğim 1980 yazı geldi. Darbeden birkaç ay önce. Ne korkunç sıcaktı o öyle. Hele kauçuk yataklar nasıl da yakardı. 70-80 kişilik koğuşta serçe parmak kalınlığında bir hortumdan su akardı. Gece sıraya girerdik duş yapabilmek için. Duş yapınca biraz serinlik olsun da uyuyabilelim diyorduk ama sabah üçte ancak sıra geliyordu. Gece saat ondan, on birden sonra sabahın üçüne dördüne kadar duş almak, bir nebze serinleyebilip uyuyabilmek için bekliyorduk. Perişandık, bitlendik, bütün koğuş bitlendi. Şaka yapardık: “Dev –Yolcularda bit başladı, derken Kurtuluşçulara, Halkın Kurtuluşçularına, Emeğin Birlikçilerine, PKK’lilere, TİKB’lilere geldi bit, eyvah onlardan da bize geldi” falan diye. (Bit olay şaka değil. Gerçekten bitlenmiştik.) Ama değişik gruplar arasındaki ilişkiler, dayanışma, yoldaşlık ilişkileri, insan ilişkileri iyiydi. Okuma, seminer, eğitim çalışması yanı sıra, kendi aramızda skeçler hazırlardık. Bazen de saz çalıp türkü söyleyebilen arkadaşlarımızın mini konserleri bize moral verirdi.
Şimdi F tiplerinde en fazla 3 kişi dayanışmaya çalışıyor. Direniyorlar. Baskılara. Keyfi cezalara ve sıcağa. Sahi biz denize girerek, klimalı işyerlerinde – evlerde sıcağa karşı direnirken tutsaklar ne yapıyor. Koşullarını düzeltmek için çalışan İHD gibi kurumlar var tabi ama biz fazladan ne yapabiliriz? Şimdi zindanları boşaltma imkânımız yok. Ama en azından onlara, Ganime Gülmez’in dediği gibi, “esinti yollayabiliriz.”
Nasıl mı?
Mektupla.
Son gelen tutsak mektuplarından birkaç alıntı yapayım, empati yapmanıza yardımcı olur ve belki bu güne kadar yazmayan, mektup arkadaşı olmayan kağıda kaleme sarılır.
Tutsak ressam Mahmut Ulusan, hücrede sıcaktan mektup dahi yazamadığını anlatıyor:
“Hücre kelimenin tam anlamıyla saunaya dönüşmüş. Mektup kâğıdı ıslanmasın diye kolumun altına kalınca bir peçete yerleştirdim. Pencere açık ama hava içeri girmiyor. Artık bu durumda sabahı nasıl getiririz bilmiyorum. zaten kafamızın içinde uykumuzu kaçıran yığınla şey varken daha da çekilmez oluyor bu sıcaklar.”
Zindanda 19.yılına giren yazar Gülazer Akın, kızım Öykü’ye yazmış:
“Geçenlerde gazetede vardı. AİHM kafeste kapalı kalan bir hayvanın mahkemesi için şu karara gitti; “hiçbir canlı 20 yıldan fazla kapalı bir yerde tutulamaz” dedi. Ama bu ülkede herhalde bizi canlıdan saymıyorlar ki, bu davayı emsal bile gösteremiyoruz.”
Ağırlaştırılmış müebbed hapse mahkum Deniz Tepeli, Sincan hapishanesinden “Heval’e
Karker’in (Rıfat Horoz) anısına yazdığı mektupta dışarıdan gelecek “ses”in önemine değinmiş: “Aslında, dışarıda olsak belki de hiç tanışamayacağımız, ya da fark etmeden yanından geçip yine de keşfedemeyeceğimiz dostlarla, yoldaşlarla ancak tutsaklık koşullarında tanışabilirdik. Bu da hayatın cömertlik ve adaletlerinden biridir. Duvarlar ve yasaklar birçok şeyi sınırlar, kısıtlar. Ama engellerin çatlaklarından bir yol bulup, süzülüp, sıyrılıp gelir güzellikler. Küçük birşey; mesela yazılan birkaç satır, yapılan bir davranış, bir ifade ediş biçimi çok şey anlatır.”
Hasta tutsaklardan Ali Baba Arı, Tekirdağ hapishanesinden yazdığı mektubu şöyle bitirmiş:
“Diyeceklerim kabaca bunlar, asıl haberler, gelişmeler vs. canlı hayatın koşuşturmanın olduğu yerde var, bende ancak hastalıklar, sürgün sevkler, baskıların yanında soğuk beton, demir yığınları, dört duvarlar var ve tabii bir avuç gökyüzünü saymazsak.”
Abdullah Güven Çankırı Hapishanesinden yazmış: “Biliyor musun burada çiçek yetiştirmek yasaktır. Ama çok güzel bir çiçek betondan çıkmış. Ve sarı gülleri var. Bizi yalnız bırakmamak için direniyor. Her gün ona su veriyoruz. İlk defa gece kapanan, gündüz açan bir çiçek görüyoruz. İsmini bilmiyoruz ama ona “Direniş Çiçeği” adını verdik…”
Müebbet hapse mahkum tutsaklardan Tayyar Eroğlu, Sincan hapishanesinden sevgi ve umut göndermiş: “Evet balon hala yasak. Ama yasaklar onların olsun. Sevgi bizim. Barış bizim. Umut bizim. İşte ona yasak koyamıyorlar.“
Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilen ve 6 yıldır tek kişilik hücrede tutulan Zeynep Avcı, tecrit ve sağlık sorunlarını yazmış: “Ağırlaştırılmış Müebbet koşullarındayım biliyorsunuz hocam. Hiç kimseyle iletişimim yok. Arada hastaneye götürülürken tesadüfen karşılaştığım arkadaşlar ve adliler oluyor. Adliler de öyle korkuyorlar ki iletişime geçmeye. Hatta selamlaşmaya. Bir adliyle hastaneye giderken sohbet imkanım oldu. Engelli bir çocuğu var. Şırnak’tan buraya tedavi için getirilmiş. Ama şimdi tedaviyi durdurmuşlar ve çocuğu annesinden alıp yetiştirme yurduna vermek istiyorlar. Kimsesi yok. Çocuğundan ayrılmak istemiyor. Avukatlara faks çektim ama sonuç alamadım. Kadının adı: Şükriye Barak… Aslında doktorlarla yaşadığımız diğer sağlık skandallarını anlatacaktım size…”
Cihan Kirsiz de “Şair Kapıları” adlı kitabımı aldığını belirtip, Kocaeli hapishanesinden “Hapishane Kapısına Hiciv” yazmış:
“Ben güneştim / Sense ay / Girince dünyayla aramıza
İlelebet sürer sandın /Bu haşmetli karartma…”
Mektuplar mahpusların gıdasıdır diyoruz ya. Hele hele bu sıcaklarda tatlı bir esinti olur onlar için yazacağınız mektuplar. Görülmüştür Ekibi’nin başlattığı kampanyanın sloganını yeniden anımsatayım:
“Sahi sizin hâlâ mektup arkadaşınız yok mu?
Oysa onlar sizin için içerideler. Unuttunuz mu?”
Bir kâğıt bir kalem. 1 TL 25 kuruşluk da pul. (Avrupa’da 0.90 Euro) Hepsi o.
Ne yazarsanız yazın, onlara “esinti” gidecektir.
okayadil@hotmail.com
Kaynakça: Yeni Özgür Politika. 08.08.2015
Not1: Alıntı yaptığım mektupların bütününe ve güncel tutsak adreslerine www.gorulmustur.org sitesinden ulaşabilirsiniz.
Not2: Bu yazıyı yazdıktan sonra pul fiyatları yeniden arttı. 20 kuruş zam geldi.
baştaki resim Politik Tutsak Haydar Bayar tarafından ekibimize yollanmıştır.
735 kez okundu.