Ekmek Hırsızları

      Tibor Wohl’ un (Arbeit macht tot)  kitabından tercüme ederek gönderen Selahattin Şengül

Aşağıdaki hikaye 10 Aralık 1942’ de Çekoslovakya’ nın Prag yakınlarındaki Theresİenstadt’ da gözaltına alınarak, 26 Ekim 1942’ de Ausschwitz toplama kampına getirilen ve orada onbinlerce yahudi kökenli insandan, hayatta kalabilen bir düzineden daha az  şanslı insandan biri olan,  Tibor Wohl’un  „ Arbeit macht tot „  (iş öldürür)   adlı kitabından bir kesit.

      Tibor Wohl, kampa alındığında , sol kolunun alt tarafına 71255 tutuklu numarası dövme olarak

yazıldığında daha onsekiz yaşında, genç ve sapasağlam biri  idi. O nu bu kampta,  IG-Farben için zorunlu işçi olarak seçmişlerdi. Almanya’nın tanınmış tekellerinden olan IG-Farben yönetimi, 1939’da Nazi yönetimi ile anlaşarak Ausschwitz’de , dördüncü sentetik kavucuk üreten fabrikalarını kurma kararı alıp ve inşasına başlıyorlar. Tekelin ve Nazi yönetiminin amacı, ordunun sentetik ihtiyaçlarını karşılamaktı. Bu bölgenin özel olarak seçilmiş olma nedeni ise; hammadde ve enerji ihtiyaçları açısından elverişli olması, diğer taraftan en önemlisi ise Ausschwitz kampında tutuklulardan oluşan ucuz iş gücü idi. Buna karşılık IG-Farben tekeli, Ausschwitz KZ’nin  tüm inşasının finansmanlığını üstlenecekti. Aralık 1941 de düzenlenen bir belgede, Ausschwitz’deki  kampların tamamlanıp bitirilmesi için,  IG-Farben patronlarınca 2 milyon mark tahsis edildiği belirtiliyor. Bunun karşılığı da tabii ki yeterince tutuklu zorunlu işçinin, köle olarak  bu patronların emrine verilmesi  demektir.

       Tibor Wohl bu kitabında  adı geçen Nazi kampında başından geçenleri, orada olup bitenleri  objektif olarak sıralıyor ;  Zorunlu işçilere çektirilen acıları, nasıl aşağılandıkları, nasıl kölece çalıştırıldıkları, o insanların nasıl ölüp gittiklerini, nasıl tekmelenerek ve dövülerek öldürüldüklerini, kurşuna dizildiklerini, asıldıklarını ve gaz odalarında katledildiklerini…!

Ve de  tüm bu baskı ve  zulme karşı insanlığın duyarsızlığının ne büyük tehlikelere yol açabileceğine  dikkat çekiyor…

 index

     

  EKMEK HIRSIZI   !

       Kamp yaşamında, akşamları ekmek dağıtım sırasında, tutuklularda tamamen büyük bir hüzün ve  ümitsizlik ruh hali oluşurdu. Akşam tayınları  küçücük bir ekmek parçasından ibaretti. Herkes bu küçücük ekmek parçası için, sanki altınmış gibi üzerinde  hassasiyetle titrerdi. Şayet tutuklulardan biri fazladan bir tayın çalmaya kalksa, başına çok büyük felaketler geldiği gibi , bir de o gün ekmekten mahrum kalırdı. Kıskançlıkla birbirimizin ekmeklerini kontrol ederdik, acaba onun ekmeği benimkinden büyük mü diye?  Bir kaç milimetre fazlaca ekmeğe sahip olmak, bir kaç gram fazlaca karın doyurmak demekti, yaşamla ölümün arasında gidip gelmekti… Çok sayıda aç kalan tutuklunun ekmek piskozu, bütün gece, gözü açık uyanık  kalmasına sebep oluyordu. Koğuşun yüzünde dolaşıp dururduk ve elimizden kaçan o küçücük ekmek parçasını düşünüp dururduk, hiç değilse minnacık belki bir parçasına rastlarız diye! Yanlız bir soru çok önemli idi, ele geçen ekmeği hemen yiyeyim mi, yoksa yarın için  saklıyayım mı ?

Tuvaletlerin önünde oluşan “ borsa “ ` da küçücük bir ekmek parçası için, bir altın diş, ya da altın veya

gümüşten bir köprücük dahi ödenebiliyordu. Ekmeğin yanında tütün piyasasında da bu alçakça pazarlıklara rastlamak mümkündü. Bu fiyat çalkalanmaları tutukluların mevcudiyetine göre değişebiliyordu. Bazen tutuklu istihkakı olarak kampa gelen malzemelerin durumuna göre de değişebiliyor du. Öyle ki bazen  “ yağlı “ zamanlarda,  günlük tayın olarak ekmeğin yanında, on tanede sigara alabiliyorduk,  “zayıf “ zamanlarda ise beş tane sigara. Bunlar bizim için çok büyük nimetti, ödüldü… !  Ben bir çok insanın bu haksız alışveriş sonucu telef olup gittiklerine şahit oldum. Şansımdan  kampta sigara içmiyordum, çünkü sigara için, aç kalıp sersefil açlıktan ölenler oluyordu.

Her an uyanık olmak zorundaydık, çünkü elindeki ekmek parçası, her an ve her hangi birinin  ani bir el çabukluğuyla,  elinden kaçıp gidebiliyor du. Bazıları bu konuda bayağı ustalaşmışlardı, çalmak onlar için bir sanattı. İlk ekmek çaldırma vakasına daha Ausschwitz’e  yeni  geldiğim günlerde tanık olmuştum. „ -Benim ekmeğim yürütüldü, daha demin yatağımın üzerinde duruyordu, kim çaldı ?… “ diye bağırıp, yalvarıp yakardımsa da, o güzelim ekmek parçası elimden uçup gitmişti. Bu benim başıma gelen olay hemen hemen herkesin başına da gelebiliyordu. Ekmeği çalınanın yüzünde, çocuğu çalınan annenin yüz hatlarını görebiliyordun…!

     Bir defasında böyle bir hırsızlık sonrası baraka sorumlusu arama yaptı. Herkes arama sırasında kendi ekmeğini göstermek zorundaydı. Gardiyanlar üzerinde yattığımız ot şiltelerin altlarına dahi bakıyorlardı. Her şüpelenilen şahıs, diğerini suçlayarak kabul etmeme yolunu tutuyordu. Sonunda suçlu bulunuyordu. Suçluyu bulan gardiyan, onu yakasından tutarak silkeleyip,ağıza alınmayacak  küfürler edip ve acımasızca dayak atarken bir yandanda :  “- Ha, sizi gidi ekmek hırsızları sizi. Siz bilmiyor musunuz benim yanımda ekmek hırsızı yaşlanamaz, ancak üç gün yaşayabilir, ..ttttuuuhh, sizin suratınıza iblis herifler, utanmazlar, orospu çocukları….! “  diye sayarken, tabiki kendisi hiç utanmazdı. Oysa ki kendi, tutukluların hakkı olan ekmekleri dolabına bol bol doldurup saklardı. “ – Bu kampta herkes eşit yiyeceğe ve eşit açlığa sahiptir, kim ki arkadaşının ekmeğini çalıyor ise onu gebertmeli…” cırtlak sesi ile böğürerek: “- Köpekler, reziller, sizi gidi allahsız, cibiliyetsizler, soysuzlar… Çalıyorsunuz, ha ? Bizim çabalarımıza, çektiğimiz eziyetlere bakın birde sizin yaptığınıza bakın. Biz sizin için, babanız ananız gibi herşeyinizi temin etmeğe çalışalım, siz ise kalkıp hırsızlık edersiniz ha ? Aslında sizi bir an evvel imha etmeli, ama durun,  bakalım… “

Tabiki bu sözler üzerine, insanın gülmesi geliyor ama biz gülemiyorduk, çünkü ağzından bu küfür dolu sözler çıkarken, bir yandan da merhametsizce dövülüyorduk. Bundan dolayı gülmeye kim cesaret edebilirdi ki?

     Yine bir başka gün  gardiyanlar hevesli hevesli aramaya başladılar.. Bütün ranzalar ve ot şilteleri büyük bir yaygara içinde sağa sola savurup, yırtıp atıyorlardı. En sonunda delil olarak bir parça ekmek bulunmuş du. Fakat bu sefer ekmeği çalan tutuklu, onların ayak işlerine bakan, yalakalık yapan tutuklulardan biri idi. Çalan şahıs başladı ağlayıp sızlamaya: “- Ben çalmadım, yemin ederim ben çalmadım, o ekmek benim değil…” Ama koğuş sorumlusu, aniden karrnına bir tekme atarak, adamı yere düşürdü ve böğürmeye başladı:  “- Seni orospu çocuğu seni, sefil rezil varlık, utanmaz tahta kurusu, yanlışlıkla dünyaya gelmiş hatalı üretim seni. Sen mi ekmeği çaldın? Evet mi, hayır mı ? ” derken süreklide tekmeliyor du. Adam yattığı yerden hırıltılı bir sesle: “ – Tamam, vurmayın. Ben çaldım. Ben çaldım…” Daha sonra koğuş kıdemlisi onu ele aldı. “- Çizmelerini bu bok ile kirletme! Kalk ayağa, lan köpek. Şimdi sana ekmek çalanın  başına ne geleceğini göstereceğiz. En alçakca hırsızlık, arkadaşlarına yapılan hırsızlıktır. Kim ki arkadaşlarından bir parça ekmek çalıyorsa, onun yaşamından bir parça çalmak demektir…” diyerek adamı yakasından tutarak bir kedi gibi silkeleyip, “ -Biz buna göz yumamayız. Bizim burda oluş nedenimiz, burada hak ve düzeni sağlamak ve de sizleri korumaktır. İnsanlığa zararlı bu mahlukların aslında kökü  kurutulmalı. Şimdi hepiniz duyun !  Buna bu defalık böylesi bir ders verdik, ikincisinde doğru gaz odasına! “ Ve anlaşılmaz boğuk bir sesle devam etti “ … ama en iyisi böylesi köpekleri yaşatmamak. Gardiyan çabuk bana kuvvetli bir sopa getir ! “ İki gardiyan ellerinde sopalarla yanaştılar. “Çabuk onu benim odaya götürün!” diye emir verdi. Gardiyanlar adamı sürükleyerek odaya götürdüler. Kendisi kapıyı kapamadan önce bize dönüp “ -Hiç kimse burada yerinden kımıldamıyacak ! “ dedi ve kapıyı çarparak kapattı. Arkasından odadan dayak, küfür ve çığlık sesleri birbirine karıştı. Öyle ki dayak o kadar sert, acımasız ve  merhametsizce idi ki, bizler yerimizden kımıldamadan nefeslerimizi tutmuş içimizden  “onu vura vura öldürecekler” diyorduk ve  bu bekleme bir türlü bitmiyor du, zaman   geçmek bilmiyordu, ya o çığlıklar…birden bir sessizlik oldu. Dayağa ara vermişlerdi. Bizler ne olup bittiğini merak edip duruyorken, sadece su sesi duymaya başladık, ona su döküyorlardı. Hepimiz birbirimize bakıp aynı şeyi düşünüyorduk: “ Arkadaşımız öldü mü? İnsan olana  bu yapılabilir mi? Çalınan bir parça ekmek için, savunmasız insan böylesine dövülebilir mi… ? “ Bir müddet sonra kapı açıldı, ve blok kıdemlisi göründü. Eşikte durarak bizlere bakıp, yaptıklarının üzerimizdeki etkisini gözden geçiriyordu, alçakca bir bakış attıktan sonra:  “ – Ekmek hırsızı bir daha kendine gelemedi, o bunu hak etmişti, ekmek çalan kim olursa olsun akıbeti bu olacaktır.” deyip sonra odadakilere seslendi: “ –  O leşi kaldırıp ölü damına götürün!  Hadi, hadi..! “

   Ama ölü damına kimi götürüyorlardı ki? O odaya götürdükleri adam gencecik ve de oldukça yakışıklı biri idi. Şimdi sürükleyerek odadan çıkardıkları ceset ise, o gencecik insana hiç mi hiç benzemiyor du. Tanınmaz halde, kanlar içinde, kulakları kıpkırmızı, şişmiş ve patlamış dudaklar, gözleri ise hiç görünmüyordu. Kafası  morluklarla siyah, kırmızı,mavimsi topak bir et görümündeydi. Ağzında diş bırakmamışlardı. Elbiseler tümü ile kanlar içindeydi. Eller yüzü gibi şişmiş, formundan çıkmış, mosmor idiler. Ama içimizden bazıları, bu durumu çok normalmış gibi görüp ;  “ –  O bir daha çalamayacak, çalmayacak, çünkü onun artık o küçücük ekmek parçasına hiç ihtiyacı olmayacak…! “ diyorlar dı…

558 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir