Böyle bir günde ne yazılabilir? Konuyla ilgili çok yazıldı ve bunların tekrarlanması olmamalıdır. Deneyelim bakalım:
Göçmenlik “üst isim”dir, altında başka isimlendirmeler bulunur: 1960’lı yıllarda yaşanan Almanya’ya işçi göçü gibi devletler arasındaki anlaşmayla ülke değiştirenler, açlık ve işsizlik gibi nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve başka ülkelerden mültecilik talep edenler, politik nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalanlar, gönüllü sürgünler (bu ülkede yaşanmaz, belirlemesi yaparak başka ülkeye gidenler), kaçak göçmenler ya da bulundukları ülkede yasal statüleri bulunmadan kalanlar…
Bu büyük ve çok çeşitli insan grubuyla ilgili son gelişmeleri belirtmekle yetineceğim.
Almanya’dan Afganistan’a sınırdışılar başlamış durumdadır. Afganistan artık “güvenli ülke” sayılıyor. ABD ile Taliban ateşkes için anlaştılar ve ABD askerleri bu ülkeden çekilmeye başladı. Taliban ateşkes yaptı ama İslam Devleti (İD) bu ülkede genişliyor ve değişik eylemler düzenliyor. Ülkede halen savaş vardır ve ne oranda genişleyeceği de belli değildir. Komşu İran Şiilere karşı olan İD’ye karşı Taliban’ı desteklediğine göre durum ciddi olsa gerektir.
Almanya’da suç işleyen Suriyelilerin de Suriye’ye gönderilmesi konuşuluyor. Suriye’de savaş eski şiddetinde olmasa bile halen sürmektedir ve bu insanlar savaş bölgesine gönderilecektir.
Son on yılda dünya çapındaki mültecilikte Suriye’nin özel yeri bulunuyor. 20 milyonluk ülke nüfusunun en az dörtte biri ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Ülke içinde mülteci olanlar da katılırsa oran en az üçte birdir. Bu insanlar sadece savaştan değil despot bir yönetimden de kaçmak zorunda kalmıştır.
En büyük Suriyeli göçmen-mülteci kitlesi Türkiye’dedir (3,5-4 milyon kadar).
Suriyeliler için göçmen-mülteci belirlemesi bile yeterli değildir çünkü bu insanların geçerli bir hukuki statüsü yoktur. Beş yıldan fazla zamandır ülkede kalanlar bile halen “konuk” statüsündedir. OECD ülkeleri dışından gelenler için Türkiye’de iltica başvurusu yapmak bile mümkün değildir. Bu nedenle mülteciler için yapılabilecek en önemli iş, Türkiye’de de Fransa, Almanya vd. ülkelerdeki gibi herkes için geçerli bir mülteci yasasının bulunmasına çalışmaktır.
Böyle bir yasaya sosyalist solun bir kesimiyle CHP’nin karşı çıkacağı söylenebilir. Başka ülkelerde mülteciler ve göçmenlerle dayanışma konusunda solun değişik renklerinden örgütler ön planda iken, Türkiye’de durum böyle değildir.
Özellikle 1990 sonrasında Türkiye yoğun göç alan bir ülkedir ve “yabancıya yabancı olmaktan” hala kurtulamamıştır.
Avrupa’da ise Macaristan ve Polonya mülteci alımını reddetmeyi sürdürüyorlar.
Fransa’da polis çadırlarda kalan göçmenlere saldırdı ve yoğun şiddet kullandı.
Bir başka ülke Almanya’da ise olumlu denilebilecek bir uygulama geliyor: Covid-19’a karşı aşı kademeli olarak yapılacak ve ilk sırada 80 yaş üstü, bakımevlerinde kalan ve bunlara bakanlar bulunuyor. İkinci sırada 70 yaş üzerindekiler, önceden hastalığı bulunanlar ile iltica başvurusu yapanlar ve evsizler yer alıyor. Burada akılcı bir sıralama söz konusudur çünkü virüsü almakla hasta olmak özdeş olmadığı için özellikle yaşadıkları kötü koşullar nedeniyle bünyesi zayıf düşenlere öncelik tanınması normaldir.
Türkiye’de böyle bir uygulama yapılamaz çünkü “bu ülkenin sahibi biz miyiz yoksa Suriyeliler mi?” sorusu hemen yükselecektir.
Yunanistan adalarında yangın çıkan mülteci kamplarında durum ne oldu bilmiyoruz ama kötü olduğunu düşünmek için yeterli neden bulunuyor.
Göçmenlerin geldikleri ülkelerde örgütlenmesi konusu epeyce zor ve karışıktır. Her şeyden önce şunun bilinmesi gerekir: göçmenler ayrı ve hele de devrimci bir politik özne değildir. Bugün zayıflamış olmakla birlikte 20-30 yıl önce göçmenlere büyük işlevler yükleyenlerin sayısı az değildi. Bu insanların ilk işi yeni geldikleri topluma girebilmeye çalışmaktır. Toplumda radikal değişiklikler yapmayı değil öncelikle bu topluma girmeyi hedeflerler. Göçmenlerin topluma girişi, onun parçası durumuna gelmesi, parçalanmayı da birlikte getirir. Bu parçalanmanın bir bölümü geldikleri ülkeden kaynaklanırken, içinde bulundukları ülkede de ayrı bir parçalanmaya uğrarlar. Türkiyelilerde yıllarca görüldüğü gibi önemli bölümü çift politik kimliğe sahiptir: Almanya’da SPD’yi, Türkiye’de açıkça sağ partileri desteklerler.
Göçmenler ya da bunların özel bir bölümünü oluşturan sürgünlerin ortak sorunlarının bulunması, bu kesimin büyük sayılar halinde bir araya gelmesini gerektirmez. Bu konuda çok sayıda ülkede harcanan çabalar önemli sonuç vermemiştir. Bir araya gelişler ortak açıklama yapmaktan, bazı eylemlere birlikte katılmaktan ileriye gitmemiştir. Bu kesimin yaşadığı iç ayrışma “ortak çıkar” belirlemesini gittikçe zayıflatmaktadır.
Fransa bu konuda iyi bir örnektir. Göçmen hareketi –kaçak olanlarla birlikte- birden yükselir, bazen iyi haklar da elde eder, sonra dağılır. Bir müddet sonra yeni insanlarla yeni yükselme yaşar; eskilerin yenilerle çıkar ortaklığı azalmıştır. İlk kesim artık toplumun içindedir, topluma girmeye çalışmak aşaması geride kalmıştır.
Benzer durum sürgünlerde de yaşanır. Bir bölümü yeni ülkeye bir türlü uyamaz, başka bir bölüm nostaljiyle yaşar, küçük bir bölüm ise kendini yeni şartlarda geliştirir.
Bu üç kesimin geniş oranda birlikteliği neredeyse mümkün değildir.
Göçmenlik bütün alt bileşenleriyle birlikte bütün ülkelerde kalıcı ve sayısı sürekli artacak bir gerçekliktir ve bu konudaki politikaları iç ayrışmayı dikkate alarak geliştirmek gerekmektedir.
65 kez okundu.