Izlenimlerim

atillaSabah erken Uludere’ye doğru yola çıkıyoruz. Evvelden bu yolda çok sık kontrol olurmuş. Şimdi kontrol, şoförün dediğine göre, çok daha az. İlk kontrolde pasaportları alıp hemen geri verdiler. Subayın biri kapıdan şöyle bir baktı, hepsi o kadar. Ben dayanamayıp seslendim:

Barış geldi değil mi komutanım.”

Komutan, “Barış kim?” diye sordu.

Sulh geldi komutanım, sulh” deyince, komutan da gülerek, “İnşallah, inşallah” dedi.

Bir gün evvel Abdullah Öcalan’ın mektubu teslim ettiğini ve içinde iyi mesajlar olduğunu bütün Türkiye biliyor. Komutan da böyle davranınca, ben saf saf, gerçekten artık bir yumuşamanın olduğuna iyice inandım.

Uludere’ye gidiyoruz. Yol sürekli yükseliyor, ama delik deşik. Şimdi her taraf kar. Şoförün dediğine göre yol 100 kilometreymiş, ama en az dört saat süreceğini söyledi. Öylesine farklı bir doğa ki, yükseklerde her taraf kar, 20-30 kilometre aşağı doğru inince bu kez her taraf yemyeşil ve badem ağaçları çiçek açmış durumda. Bir tek düzgün olan yol, karakollara doğru giden yol. Yol kenarları, tepeler, Ortaçağ kalelerine benzeyen korunaklar, askeri binalarla dolu.

images (2)Şimdi Roboski’deyiz, sözün bittiği yerde. Köylüler bizim geleceğimizi biliyorlar. Taziye çadırının yanında 30-40 kişinin oturabileceği plastik sandalyeler yerleştirilmiş. Ortadaki küçük üç sehpada da üç gün önce hayatını kaybetmiş bir gerilla kızın resmi var. Nedense nasıl öldüğü, neden öldüğü konusunda bir bilgi vermek istemiyorlar. Daha sonra Roboski katliamıyla ilgili konuşmalar başlıyor. Anlatılan şeyler insan yüreğinin kaldıramayacağı kadar korkunç. Birisi, ben yanlarına geldiğimde, hala alev alev yanan bir ceset vardı, diyor. Bir diğeri, paramparça olmuş cesetlerin çoğu kayaların altındaydı, kazma kürek, hatta parmaklarımızla kazıyarak ceset parçalarını zor çıkardık… Yedi kişi yaralıydı, diyor bir diğeri, helikopter olsaydı belki bunları kurtarabilirdik, ama tümü de kan kaybından ve soğuktan köye gelinceye kadar can verdi.

Konuşmaları kimi zaman Kürtçe, kimi zaman Türkçe yapıyorlar. Kürtçe konuşmaları yanımda oturan, Avrupa’dan gelmiş bir genç yapıyor. Anlatılanlar öylesine korkunç şeyler ki, genç ağlamaya başlıyor. Bu kez tercümeyi yine bir başka Kürt kızı yapıyor, ama o da fazla konuşamadan ağlamaya başlıyor. Benim de anlatılanları ne not olarak tutmaya ne de okuyuculara aktarmaya gücüm var. Biraz sonra bu acılı insanlar aşağıdaki bir evde hazırladıkları taziye yemeğine buyur ediyorlar. Her zaman olduğu gibi ayakkabılarımızı çıkarıp odanın ortasına serilmiş plastik masanın etrafına oturuyoruz. Daha doğrusu gençler oturuyor, ben oturamadığım için sandalye istiyorum. Tabaklarda pilav, tavuk eti, yoğurt getiriliyor. Ama dikkat ediyorum, Almanya’dan gelen gençlerin tümü bir iki lokma aldıktan sonra yemekten vazgeçiyor, anlatılanlardan kimsenin yemek yiyecek hali kalmamıştı.

Daha sonra yine dışarıya buyur ediliyoruz. Bu kez erkekler dışarıda, kadınlar ise taziye çadırında oturuyoruz. Çaylarımızı içtikten sonra yine acılı hikayeler anlatılıyor. Konuşmalardan sonra mezarlığa gitmemizi öneriyorlar. Onları üzmemek için gitmeyelim diyorum, ama ölenlerin aileleri çok ısrarlı. O nedenle minibüslere dolup mezarlığa gidiyoruz. Mezarlık köyden epey uzakta. Girişinde bir sağlık ocağı var, önünde de askeri bir cip ve jandarmalar duruyor. Bizi köyden getirenler, sağlık kontrolüne gelmişlerdir, önemi yok diyorlar. Bizim grup mezarlığa girince Roboskililerden birisi arkada yüzbaşıyla konuşuyor. Sondadan öğrendiğimize göre yüzbaşı, kim bu turistler, gelecek başka yer bulamamışlar mı, diye kızmış. Biz mezarlıktayken, mezarlığın kenarına gelen bir jandarma elindeki büyük bir fotoğraf makinesiyle ne işe yarayacaksa sürekli fotoğraf çekmeye başladı.

Mezarlık rengarenk çiçeklerle donatılmış, mezar taşlarında ölenlerin resimleri var. Dikkat ediyorum, yedisinin soyadı aynı, aynı ailedenmişler.2203

Mezarlık dönüşünde Mardin’e gitmek üzere otobüsümüze binip Cizre’ye doğru yola koyuluyoruz. Sol yanımız Cudi, onun arkası Silopi. Karşı tepelerde çok sık betondan yapılmış gözetleme korunakları ve üstünde elbet Türk bayrakları var. Sık sık da helikopterlerin inmesi için küçük beton alanlar yapılmış. Artık aramaları yazmak bile içimden gelmiyor. Roboski’den çıktıktan beş kilometre sonra bir arama, 10 kilometre sonra bir arama daha, Cizre’ye yaklaşınca bir kez daha aranıyoruz. Şoför Cizre’nin içinden geçip Mardin’e gidersek daha kestirme olacağını söylüyor. Ama bir caddede sağlı sollu polis panzerleri var. Aralarından geçip gitmek istiyoruz, birden karşı sokaktan çıkan 6-7 çocuk molotof kokteylleri atmaya başlıyor. Elbet panzerlere atıyorlar. Panzerler molotof kokteyllerine dayanıklı. Bir ikisi bizim otobüsün yanına düşüyor. Geri giderek çatışma alanından çıkmaya çalışıyoruz. Bu kez arkada, çocukların attıkları taşlara takılıyoruz. Şoför zorla otobüsü kurtarıp farklı bir yoldan Mardin’e doğru yola devam ediyoruz.

(Bugün ayın 26’sı. Ankara’da bir dostun yanındayım. Zamanım kalmadı. Bundan sonraki bölümleri önümüzdeki günlerde yazmaya çalışacağım.)
ATILLA KESKİN

563 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir