Berlin Postası
10 Haziran 2016 tolga 3 Comments almanya, entegrasyon, göçmen, mülteci, uyum, yeni uyum yasası
Damit stärken wir den Zusammenhalt in der Gesellschaft durch Integrationsketten…
(Bununla beraber uyum zincirleri sayesinde toplumun birlikteliğini güçlendiriyoruz.)
(Alman hükümetinin yeni uyum yasaları ile ilgili yaptığı basın açıklamasından.
Bahsedilen zincirlerin kolonicilik zamanda kullanılan zincirler olup olmadığını okurun takdirine bırakıyorum.)
25 Mayıs 2016 tarihinde Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Hıristiyan Demokrat Partisi (CDU) koalisyonu yeni uyum yasasını Federal Parlamento’da kabul etti. Eski uyum yasaları dikkate alındıgında göze çarpan birçok benzer nokta var. Önceki yasalardan farklı olarak, bu yasanın 1960’lardan süregelen misafir işçi hareketlerinin ve 1990’lardan itibaren gelişen mülteci dalgası esnasında “devletin atması gerektiğine inanılan” fakat atmadığı hukuki adımların tamamlanması niteliğinde. Devletin yapması gerektiğinden kastım ise geçici bir fenomen olarak başlayan “misafir işçi” hareketlerinin 1970’lerde öngörülemeyen bir şekilde aile birleşimleriyle kalıcı bir karaktere bürünmesine iktdardaki sağ partilerin engel olamaması. Bu yasanın mültecilere karşı son derece sert, ırkçı bir tutum barındırmasında ise AfD partisinin son zamanlarda yakaladığı çıkışın etkili olduğuna inanıyorum. AfD’ye oy kaptırmaya tahammülü olmayan Hıristiyan Demokratlar’ın mülteci karşıtlığında vites yükselttiğinin bir kanıtı aslında bu yeni yasa.
Önceki uyum yasalarında da olduğu gibi uyum sürecindeki sorumluluğun hemen hemen tümünün uyum saglaması beklenen göçmen kökenlilere ve mültecilere yüklenmesi (Delegierung der Verantwortung) Almanya’da çok sık karşılaşılan bir hadise. Hartz IV yasalarından beri dillerden düşmeyen “Fördern und Fordern” yani “Teşvik ve Talep” cizgisi sürdülüyor. Bu çizgiden kasıt belli haklara sahip olmak göçmenlerin devletin belirlerdiği talepleri yerine getirme zorunluluğu. Örneğin yeni yasa ile süresiz oturma izni hakkı için C1 Almanca seviyesi şart koşulmuş. Dil yetkinliğinin temel konulardan biri olması aslında göç araştırmlarının klasikleri arasında. Almanca diline hakim olan göçmenlerin bu ülkenin tüm nimetlerinden yararlanabileceği inancı hala ana akımın vazgeçilmezleri arasında. Konu sadece dil üzerinden tartışıldığı zaman tüm sorumluluk göçmenlere yüklenip ayrımcılık, ırkçılık, şans eşitsizliği, müslüman düşmanlığı gibi faktörler küçümsenip konu dışı görülmekte.
Yeni uyum yasası hakkında yayınlanan basın bildirisinde göze çarpan önemli noktalardan biri ise kullanılan ayrımcı dil. Örnek olması açısından 2 cümle alıntılayayım:
“(…) dass Zugezogene in UNSEREM Land schnell auf eigenen Beinen stehen können.” (göc edenlerin/sonradan katılanlarin ülkeMİZde hızlı bir şekilde kendi ayakları üzerinde durabilmesi) ve “das gilt für Flüchtlinge ebenso wie für ANDERE Menschen, die zu UNS kommen und bei UNS leben” (bu, mülteciler ve aynı şekilde BİZE gelen ve BİZDE yaşayan DİĞER insanlar için de geçerli”). Çok sert bir biçimde yapılan bu ayrımın yeni uyum yasasında yer alıyor olması son derece rahatsız edici.
Yasanın en sert ve özgürlüğe aykırı olan maddesi bana göre devletin sosyal yardım alan mültecilerin nerede yasayacaklarını 3 yıl boyunca belirleyebilecek olması.(befristete Wohnsitzzuweisung) Hükümet bu maddenin mültecilerin belli şehirlere yığılmasını önlemek ve bu şehirlerdeki iş imkanlarının korunması için eklendiğini söylüyor. Temel amaç ise gettovari bölgelerin oluşmasının engellenmesi. “Gettovari oluşumlar” sağ kesimin ağzindan düsürmediği bir argüman. Mülteciler haftada en az 15 saat çalışmaları ve en az 712 Euro kazanmaları durumunda 3 yıl boyunca ikametlerinin belirlenmesinden muaf kalacaklar ve istedikleri yere taşınabilecekler.
Bir diğer madde de “mülteci yurtlarında toplum yararına işlerin yapılması”. Bu madde ile mülteciler herhangi bir iş kontratı olmadan toplum yararına olan işlerde çalıştırılabilecekler. Hükümet mültecilerin toplum yararına olan işlerde çalışmaları durumunda yasadıkları yerdeki halk tarafından daha çok kabul göreceğini belirtiyor. Yani mülteci yurtlarını istemeyen, yakan, buralara saldıran insanların bu sayede yaptıkları ırkçı eylemlerden vazgeçip mültecilerle kaynaşacağını sanan bir hükümet var.
3 yıllık mesleki eğitim alan ve başarı ile tamamlayan mültecilerin eğitim aldıkları alanda iş bulmaları durumunda 2 yıl oturma müsadesi almalari da yasanın yeni bir maddesi. Burada güzel olan mesleki eğitim süresince verilen oturma müsadesi. İşverenler açısından oldukca olumlu bir madde. 3 yıllık meslek eğitimini tamamlayan bir mülteciye iş araması için 6 ay oturma müsadesi verilmesi de yeni bir madde. (Bu süre eğitimini Almanya’da tamamlayan “yabancı” öğrenciler için 18 ay.)
Mecburi uyum kurslarının 60 olan ders saati yine bu yasa ile 100 saate çıkarılıyor. Mültecilerin bu kurslara gitmeyi reddetmesi durumunda devletten aldıkları yardımların kesilmesi söz konusu.(Aynı durum işsizlik parası alan göçmenler için de geçerli.)
Mültecilerin Almanca öğrenmeleri ve sosyal güvenlik sigortalarinin ödendiği bir işte çalışmaları durumunda 5 yıl içinde oturma müsadesi almaları öngörülüyor.
Genel olarak yasa ile ilgili şu saptamaların yanlış olmayacağını düşünüyorum:
– Sağ populist ve ırkçı bir söylemle hazırlanmış yasanın Almanya’nın son dönemdeki siyasi gelişmelerinin bir sonucu olduğu çok açık.
– Misafir işçi göçünde yaptiği “hatalari” yapmamaya kararlı bir hükümet var.
– Dil sorununun çözüldüğü anda her türlü sosyal eşitsizliğin çözüleceğine olan inanç hala güncelliğini koruyor.
– “Teşvik ve Talep” adı altında göçün sadece ekonomik açıdan değerli olanı makbul görülüyor.
– İkamet özgürlüğü için geçerli olan net 712,00 € kazanılacak iş bulmak hiç de kolay değil.
– Afrika’dan gelen çok sayıda kişinin okuma yazma bile bilmediği göz önüne alınırsa C1 ve[ya duruma göre] A2 dil seviyelerine ulaşmanın çok kolay olmadığını söyleyebiliriz.
200 kez okundu.