Ganime Gülmez
Türkan Elçi: “Bu kış her kıştan daha kış; ölümler kışlardan daha kış. Hadi gel öfkemize ip bağlayalım. O ipleri dipsiz kuyulara salalım. Baharlardan güller toplayalım; kurşunun keskin sesine biz gül atalım. Hoşgeldin kardeşim, acılı yalnızlığıma hoşgeldin”.
Rakel Dink: “Hoşbulduk kardeşim, biz de yalnız değilsin demeye geldik. Toprak kana doymaz, yeter demeye geldik, her tarafa sesleniyoruz: Bunca acı yeter, lütfen her tarafa seslenmeye geldik. Kardeşçe, insanca Meclis’te konuşun demeye geldik. Bırakın insanlar eceliyle ölsün. Ancak o zaman insanların ardından ayinler de kıvamında olur acılar da…”
Pervasızca katledilişinin 9.yılında; bu tarihi sözlerin-satırların anlatmakta yetersiz kalacağı, üzerine yeni katliamların eklendiği bir Ocak ayından daha geçiyoruz!
ONA, O’NUN KALEMİNDEN:
“ Bizi yabancı gördüler…
Düz bir araziydi
Aldılar bir sabah bizi 13 çocuğu…
Gedikpaşa’dan yürüyerek Sirkeci’ye… Oradan vapurla Haydarpaşa’ya… Haydarpaşa’dan trenle Tuzla İstasyonu’na… İstasyondan da bir saat yürüyerek, göl ile denizi kenarlayan geniş, uçsuz bucaksız düz bir araziye götürdüler. O zamanın Tuzla’sı bugünkü gibi zenginlerin ve bürokratların villalarıyla dolu bir mekan değil.. İnce kumlu, bakir bir deniz kenarı ve denizden kopma bir göl parçası… Uçsuz bucaksız arazide bir iki ev, tek tük incir ve zeytin ağaçları ve hendek kenarlarına serpilmiş dikenli böğürtlen çalıları…
Bir de bizim kurduğumuz Kızılay çadırları….
Çocuk emeğimiz
8 ile 12 yaş arası biz 13 çelimsiz için yazları Gedikpaşa Yetimhanesi’nin beton bahçesine mahkum olma sona ermişti…
Ailelerimizi, yakınlarımızı ancak geceleri uzaklarda, parlayıp sönen kent ışıklarını izlerken anımsıyorduk. Yere düşmüş ve üst üste yığılmış yaşlı yıldızlara benzetiyorduk kent ışıklarını. Üç yıl şafak vakti kalkıp, gece yarılarına dek çalışarak kamp binasını tamamladık. En kısa boylularımızdan biri olan “Kütük”(Zakar’a böyle hitap ederdik) bir başına çimento torbasını kucaklayıp çatıya kadar çıkarabiliyordu. Geceleri uykuda yorgunluktan altımıza işer, her defasında da yiğitliğimize leke sürmez, “Ben işemedim, o işemiş” diyerek birbirimizin üzerine atardık.
Karşımızda devlet vardı
Sekiz yaşımda gittim Tuzla’ya. Tam 20 yıl oraya emek verdim.
Eşim Rakel’i orada tanıdım. Birlikte büyüdük.
Orada evlendik. Çocuklarımız orada doğdu…
12 Eylül’den sonra kampımızın müdürünü “Ermeni militan yetiştiriyor” suçlamasıyla içeri aldılar.
Haksız bir suçlamaydı. Hiçbirimiz Ermeni militanlar olarak yetiştirilmemiştik.
Başsız kalan kampın ve yetimhanenin kapanmaması için görevi bu kez ben ve oradan yetişen arkadaşlarım üstlendik.
Ama bir gün elimize bir mahkeme kağıdı tutuşturdular.
“Siz Azınlık kurumları yer satın alma hakkına sahip değilmişsiniz! Biz zamanında size izin verirken yanlış yapmışız. Artık burası eski sahibinin olacak.”
Beş yıl süren direnişimize rağmen yenildik…
Ne yapalım ki karşımızda devlet vardı.
Artık çaresiz değiliz
Bizi, yarattığımız uygarlığımızdan attılar.
Orada yetişmiş bin beş yüz çocuğun alınterinin üstüne oturdular.
Bizlerin çocuk emeğini gasp ettiler.
Ve artık bizim yarattığımız “Tuzla Yoksul Çocuk Kampı”mız, bizim “Atlantis uygarlığımız” şimdi bir harabe…
Çocuk cıvıltıları çekilince suyu da çekilmiş kuyunun….
Binanın omuzları düşük..
Toprak çorak…
Ağaçlar küskün…
Benim isyanımın pike uçuşları ise, bin bir özenle yaptığı yuvası bir darbeyle yok edilmiş kırlangıcınki kadar keskin…
Lakin artık çaresiz değil.”
&Türkan Elçi ve Rakel Dink’in 30 Aralık 2015’te Diyarbakır’a giden Barış Grubu’nun düzenlediği toplantının açılış konuşmasından.
Diğer tüm alıntılar Ocak 2007 sayılı Agos Gazetesi’nden yapılmıştır.
986 kez okundu.
Bu topraklarda kalleşler hep işbaşındaydı,hala öyle..asil insanlar katledilsede başları dik oldukça barış kazanacaktır..
“Cehennemi cennete çevirmek”ten vazgeçmedikçe, “barış” hep bizim yüreğimizde…
Dayanışmayla…