-Adil Okay-
Sıcak bir temmuz günü. Güneş karşı dağlardan el sallayarak uzaklaşıyor. Gündüzle gecenin kesiştiği bir anda deniz, griden kızıla dönüşüyor. Nerede kaldı diyorum o yeşille sevişen sonsuz mavilik. Kirlenen, kirletilen dünyada, deniz de yitirmiş rengini. Hava, ‘Sapı kanlı, demiri kör bir bıçak’ gibi sıcak. Ağustos böceklerinin sesleri akortsuz geliyor. Dili dışarı sarkmış bir sokak köpeğinin havlaması, bir sürüngenin kaçarken çıkardığı hışırtı, genç bir kadının salına salına yürürken çiğnediği sakızı patlatması ve dalga sesleri ürkütücü geliyor. Ayla güneşin bakışıp, birbirlerine meydan okumaları ürkütücü. Güneş giderken, ay geliyor usul usul. Aynı anda hem güneşe, hem aya bakmanın esrarengizliğini bilir misiniz? Güneşin, merasimle yerini aya bırakmasını. Gündüzle gecenin öpüştüğü anı. O nöbet değişiminin yarattığı fırtınaları. Hele dolunay vakti, ayla denizin serenadını.
II
Sabah bir karga sesi işitiyorum kıyıda. Şaşkınlıkla bakıyorum, martılar nerede diyorum. Dalga seslerine eşlik eden serçeler nerede. Ağustos böcekleri bile suskun bu sabah. Sakızını patlatarak yürüyen genç kız da yok. kargalar çoğalıyor, sağım solum uğursuz karakuşlarla doluyor bir anda. Güneş yükseliyor.
Uzaklaşıyorum suskun denizden. Yas tutmak, yaslı denizi görmek istemiyorum. Karalar kuşanmış ölü sevicilerini, yavru karetta karetta cesetlerini, dalgaların dışarı kustuğu naylon torbaları, gemi atıklarını görmek istemiyorum.
Şehir sıcak. Bindiğim dolmuş sıcak. Ter kokuları, parfüm kokularına karışıyor. Zor atıyorum kendimi dışarı. Beton yığınları arasında bunalıyorum. Sığınacak bir ağaç gölgesi bile yok. Doğa yok. Katledilmiş, martılar gibi. Çirkin gökdelenler çoğalmış. Denize inen yollar kesilmiş. Telgrafın tellerine kuşlar yerine fabrika atıkları konmuş.
III
Bir kamyon geçiyor kentin ortasından. Kamyonun arkasında yüzü temmuz sıcağından kavrulmuş işçiler. İnanamıyorum gördüğüme. Kırmızı ışıkta durunca kamyon, yaklaşıp bakıyorum. Erkek, kadın, çocuk güneşin altında, kamyonun kasasında gidiyorlar. Nereye diye sormak istiyorum. 21. Yüzyılda böyle nereye? ‘Bilgi toplumu yarattık, el emeğine gereksinim kalmadı’ diyen sermayenin küreselleşmesini savunanlara küfrediyorum, ağız dolusunca. Bir trafik polisi görüyor, insan taşıyan kamyonu göstererek hayatımın ilk ihbarını yapıyor, ‘yasak değil mi, müdahale edin’ diyorum. Patronlar klimalı otobüs tutmalı değil mi, işçileri taşımak için? Bön bön bakıyor suratıma adam, ‘git kardeşim işine, uzaydan mı geldin sen, burası Türkiye’ diyor. ‘İyi ama’ diye devam ediyorum öfkelenerek, ‘Türkiye’de de otobüsler var. Hem de klimalı. Görevinizi yapın, dünya bu insanların elleri üzerinde duruyor’. Polis başını sallayarak uzaklaşıyor. Sağa sola bakıyor, destek arıyorum. Ne ben, ne kamyonun arkasına tıkılmış işçiler kimsenin umurunda değil.
Kızıyor ve bakıp görmeyen insanlara küfrediyorum.
‘Bizim işçiler tembel’ diyen patronlara, 12 Eylül karanlığından beslenen, emekçi düşmanı SİAD’ların sözcülerine ve onlara ‘demokrat’ diyen ‘tekel aydınlarına’ küfrediyorum.
Boyalı basının bol maaşlı gazetecilerine küfrediyorum.
Kamyonun üzerinde, başı bağlı bir genç kızın, kaçamak bakışlarını üzerimde hissediyor, aralarında olmadığım, onları unuttuğum, başka bir dünyada yaşadığım için üzülüyorum.
Bu dünyada, insan olarak utanılması gereken o kadar çok hayasızlık, adaletsizlik, haksızlık var ki diye düşünüyorum.
Savaş ne temmuz dinliyor, ne tatil. Ölüyor insanlar. Öldürülüyor her coğrafyada.
IV
Nemli ve sıcak bir gece. Rüzgar çıkıyor. Dalgalar, dolunayda serenat yapıyor. Mehtap, kara sevdanın öbür adı. Denizde ay ışığı kıvılcımlar saçıyor. Ay denizi, deniz ayı çekiyor kendine. Işıktan kollar, sudan eller kavuşmak için kıvranarak, kıvılcımlar saçarak dans ediyor. Ayla denizin görkemli dansı, bir an savaşı unutturuyor bana, kamyonun üzerinde temmuz sıcağında işe giden işçileri. Denizle ayın kara sevdası, benim acımı bastırıyor sanki. Hadi diyorum, hadi. Uzatın ışıktan ve sudan ellerinizi. Kavuşun birbirinize. Oynaşın, koklaşın, sevişin. Ay ve deniz bana bakıyorlar yardım ister gibi. Ağlıyor ay, gözyaşları, parlak inci taneleri gibi düşüyor denize. Deniz ağlıyor, ayın ışıktan saçlarını ıslatıyor gözyaşlarıyla.
Silah sesleri geliyor uzaklardan…
Yine mi diyorum. Yine mi bir yargısız infaz… Ya da maganda kurşunu… Ya da hedefsiz kör bir saldırı…
Gözlerim yanıyor. Gözyaşlarından mı, terden mi anlayamıyorum.
Kamyondaki genç kız ağlıyor…
Çocuklar ağlıyor…
Temmuzda, gözyaşı pınarları kuruyan doğa ağlıyor….
Not: Bu yazı, 2005 yılında yazılmıştı. Eski ama okumayanlar için yeni. Ve ne yazık ki hala güncel…
444 kez okundu.