Teslim TÖRE
Türkiye de sözüm ona laik devlet adına dini inanç ve ulusçuluk siyaset aracı haline getirilip, bazı partilerin tekeline sokuldu. Burjuva demokratik laik hiçbir ülkede ülkenin sembolü olan bayrak ve dini kutsal kitabı seçim kazanma malzemesi haline getirilmez. Siyasi arenada kim kendine ne kadar dinsiz derse desin, dine karşı nasıl bir tavır takınırsa takınsın başka bir siyasi kişilik ya da siyasi lider: koltuğunun altına Kuran, İncil, Tevrat ya da başka bir dini kitabı alıp meydanlara koşarak, eliyle yukarılara kaldırarak sallayıp, siyaset malzemesi yapmaz. Kim ya da bir parti ne kadar nihilizm yaparak ülkenin sembolü olan bayrağı kendi miting meydanlarında bulundurmayıp, ilgi göstermese göstermesin hiçbir parti lideri eline ülke bayrağını alıp, teşhir edercesine değersizleştirmeye kalkmaz. Dangalak olmayan her kes, kutsal bir sembolü teşhir etmenin ona değer vermeyenden daha fazla değersizleştirileceğini bilir. O nedenle de akıllı kişi ve/ ya topluluk olur olmaz yerde bayrak sallayarak, olur olmaz yerde kutsal kitap göstererek kendi eli ile kendi kutsal değerlerini, siyasal ya da başka her hangi bir çıkarı için değersizleştirmez.
Türkiye Cumhuriyeti Türkiye’ nin toplumsal doku ve dengelerine denk onun gereksiniminin bir ürünü olarak, eşyanın tabiatı gereği oluşmadı. Türkiye de kapitalizmle ilk tanışan ulusal topluluk başta Ermeniler olmak üzere Hıristiyan topluluktu. Çünkü başta ticaret olmak üzere kapitalizmin öğeleri sadece Hıristiyanlara serbestti. O nedenle de ilk olarak onlar kapitalizmle tanıştı, kapitalizmin ürünü olan ulusçuluk Anadolu da ilk olarak onlarda şekillenmeye başladı. Bütün dinler gibi İslam da ulusçuluğun, uluslaşmanın panzehridir. Osmanlı despotizminin İslam kılıcı ile doğrayarak, öğütüp, pelteleştirdiği Türkler, İslam’ ın derin uykusuna dalmış uyurken, Jön Türk olarak kalmış olan İttihat-Terakkiciler, özellikle de Osmanlının çöküş süreci yaşadığını görerek girmiş oldukları arayış içinde Batı’ nın uluslaşmasını görerek ona sarıldılar. Kapitalizmin ve onun ürünü olan ulusçuluğun yıktığı Osmanlıdan bir ulus devlet, feodal üretim ilişkilerinin tümü ile egemen olduğu, Türkiye’ den kapitalist bir ülke ve İslam’ ın derin etkisine olan Müslümanlardan da bir vatandaşlar kitlesi yaratmaya çalıştılar.
Yaratmak istedikleri olguların hiç birisi, doğal, kendi ana rahminde oluşarak gelişmiş bir nitelik taşımıyordu. O nedenle Kapitalizmin oluşturup, şekillendirdiği ulus yerin, “bir Türk dünyaya bedeldir, Türkiye Türklerindir” vb. gibi faşist, şoven sloganlar, zoraki ve zorbaca yöntemlerle, gönüllülüğe dayanmayan asimilasyon yöntemleri ile melez ve suni bir ulus yarattılar. Böylesi bir ulusa denk olarak da yurttaş yerine ümmet vatandaş yetiştirdiler. Ulusal sermaye oluşturmak için bütün Hıristiyanların sermayesine, malına, mülküne zor ve zorbaca el koydular. Önemli bir kesimini devlet mülkiyeti yapıp, kapitalizmi devlet eli ile geliştirdiler. Kapitalizm tekelcilik aşamasına gelmişti. O nedenle iktisadın hiçbir dokusuna uymayan, zor ve zorbalıkla el koydukları Hıristiyan sermayesini, sözde laik geçinen, özde Sünni İslam dininde olan T.C. Devletinin eli ile ulusal kapitalizme büyütmeye çalıştıkları sistem sermaye ihracı yolu ile iş birlikçi kapitalizme dönüştü.
Belirtmeye çalıştığım yöntemlerle, T. C. Devleti: din ve ulusal ideoloji üzerine inşa edildi. Bu iki temel üzerine kurulmuş olan T.C. Devleti, çok partili sisteme geçtiği ellili, altmışlı yıllarda sosyalist ideoloji ile karşılaşınca derin bir ideolojik çıkmaz içine girdi. Sosyalist ideoloji giderek siyasal bir güce büyüyerek devleti tedbir almaya zorladı. Buna karşın 12 Mart askeri faşizmini tezgahladılar. Sosyalist ideoloji karşısında yetersiz kalan devlet ideolojisi, sözüm ona laik devlet eli ile “Türk İslam sentezi” geliştirildi. Dolaysı ile devletin kurucu ideolojisi din de ulusçuluk da uyduruk hale geldi. O nedenle “Türk İslam sentezi” birlikte bir arada, devletin tek ideolojisi olarak kalamadı. Süreç içerisinde ulusal ideolojiyi milliyetçilik adına MHP, İslam dini ideolojiyi de Erdoğan ve APK tekeline aldı. Her biri tekeline aldığını siyasal çıkarının malzemesi haline getirdi. Bir ara din ile milliyetçilik rekabet eden rakipler haline bile geldiler. O sırada Erdoğan bir ara “milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım” diyerek rakip olarak gördüğü milliyetçiliği değersizleştirmeye çalıştı. İşine gelmedi geri adım attı.
Milliyetçi muhafazakar naraları ile aldı Kürtçe kuranı eline, düştü Kürdistan’ ın yoluna, çıktı kendisi gibi muhafazakar Kürtlerin karşısına: “bu Kuran Kürtçe dir, benim Diyanet işleri başkanım basmıştır” diyerek, din üzerindeki tekelini ilan edercesine Kürtçe Kuranı kendisinin bastırdığın, Kürtçe Kuranı ancak ve yalnız kendisinin bastırabileceğini heybetli bir eda ile vurguladı. Erdoğan ve AKP, 7 Haziran seçiminde din üzerine kurmuş olduğu tekeli alabildiğine siyasi çıkarı için kullanırken MHP’ de üzerine tekel kurmuş olduğu Milliyetçiliği kullandı. Çözüm sürecinde MHP tekeline almış olduğu Milliyetçiliği kullanarak, AKP ve Erdoğan dan oy koparttı. Milliyetçilik üzerinde ki tekelini artırarak başta Erdoğan olmak üzere “milliyetçiyim” diyen her kese Devlet Bahçeli “senin neren milliyetçi” diyerek kendisini milliyetçiliğin hamisi, milliyetçiliğe icazet veren makam ya da merci olarak görüyor.
Çok kısaca özetlemeye çalıştığım yol ve yöntemlerle milliyetçilik ve din temeli üzerinde oluşturulmuş olan devlet ideolojisi, süreç içerisinde iki parti tarafından bu milliyetçilik ve din üzerine kurulmuş olan tekel : HDP’ nin 7 Haziran seçiminde elde etmiş olduğu zaferle büyük bir kırılma yaşadı. HDP’ nin 7 Haziran da elde etmiş olduğu başarı ile sadece Erdoğan’ ın diktatörlüğe, yürüyüşüne kesin bir dur demedi, aynı zamanda Erdoğan’ ın tekeline aldığı “milliyetçi muhafazakar” dediği dinci ve milliyetçi ideolojiye de çok önemli bir darbe vurdu. Barajı aşarak Erdoğan’ ın diktatörlük yolunu kestiği gibi parlamentoya MHP’ nin milletvekili sayısı kadar milletvekili sokarak MHP’ ni milliyetçilik üzerinde ki tekelini de darbe indirdi. HDP, şoven Milliyetçiliğinin karşısına APO’ nun mimarı olduğu, her ulustan toplulukların oluşturduğu “demokratik ulusu” , Erdoğan’ ın Sünni katı ideolojisinin karşısına, her din ve inançtan toplumların bir arada yaşama hukuku olan ve Hz. Muhammet tarafından üretilmiş, fakat yine APO tarafından siyasi arenaya taşınmış “Medine sözleşmesini” çıkarttı.
Dolaysı ile kuru söylemle değil, onların kullandığı silahın alternatifini onların karşısına çıkartarak etkisiz hale getirmeyi başardı. Tabi ki HDP 7 Haziran seçiminde sadece din ve milliyetçilik üzerine kurulmuş olan hegemonyaları kırmakla kalmadı, CHP’ nin onlarca yıldır bir oy kaynağı olarak değerlendirdiği ve karşılığında hiçbir şey vermediği, hatta kale bile almadığı, kendine mecbur olduklarını sandığı : Alevi, devrimci- demokrat ,sol, sosyalistler ve onların bir kısmının “ne yapalım başka alternatif yoktur” diyerek oldukları CHP aboneliğini de bozdu. Bütün bunlar : demokratik halk devrimi ve halk iktidarına doğru yol alan toplumsal ilerlemenin kalıcı, demirbaş kazanımları haline gelmiştir. Koalisyon hangi partilerce nasıl kurulursa kurulsun söz konusu bu kazanımlar asla yok olmayacak, etkisiz hale getirilemeyecektir. Bundan böyle din istismarı eski rahatlıkta yapılamayacak, Milliyetçilik bir oy teknesi olarak kullanılamayacaktır. 7 Haziran “demokratik ulusun” toplumun önemli bir kesimi tarafından benimsendiği, şoven milliyetçiliğe alternatif olarak görüldüğü, din bezirganlığı yerine “Medine sözleşmesinin” kabul edildiği bir seçim oldu.
Bundan sonraki seçimler, artık eskisi gibi : sistemin partileri aynı sistemi kimin daha iyi yöneteceği, ya da farklı çıkar çevrelerinin kendi çıkarları için, toplumun manevi değerlerini etik olmayan yöntemlerle kullanacağı, bu anlamda seçimlerin kayıkçı döğüşüne döndürüldüğü türden seçimler olmayacaktır. Seçimler, sistemler arası tercihlere, alternatif sistemler içinde toplumun seçim yapacağı türden seçimler olacaktır. Seçmen sadece parti ve lider değil, aynı zamanda kendine uygun gelen sistemi de seçecektir. Kamu oyu yoklamalarında deneklere sadece “hangi parti, hangi lider” tercihleri sorulmayacaktır. Aynı zamanda toplumsal sistem tercihleri de sorulacaktır. Kuşkusuz bu sistem tercihi sosyalizm kapitalizm tercihi düzleminde olmayacaktır. Ama sosyalizme giden yolu açacak : demokrasi, eşitlik, insan hakları, adil ve hakkaniyetli gelir dağılımı, tek kelime ile HDP’ nin seçim bildirgesinde ki talepler olacaktır. Sistem içi sağ partilerin onlarca yıldır, seçim kazanma malzemesi haline getirdikleri Kuru, şoven, faşist milliyetçilik ve din bezirganlığı seçimin belirleyeni olmaktan çıkacaktır.
Tartışmalar, toplumun manevi değerleri üzerine değil, toplumsal çıkarları ve sistem üzerine yapılacaktır. Herkesin ulusal kimliğini özgürce taşıdığı, hiçbir kimliğin diğeri üzerinde egemen olmadığı dini inancında özgür olduğu, başkasının inancına karışmadığı, herkesin toplumsal çıkarları için mücadele edip, oy kullandığı bir süreç olacaktır gelecekteki seçim süreçleri. Herkesin dinin ve ulusal kimliğinin kendine olduğu bir ortamda din bezirganlığı ve şoven milliyetçilik kimseyi doyurmayacak ve ikna etmeye yetmeyecektir.
Teslim TÖRE
351 kez okundu.